Nesnellik, Tarafsızlık ve Realite (2)

Bir önceki yazıda ’’nesnellik, tarafsızlık ve realite’’ üzerine sağlıklı bir tartışma yapabilmek için veri ile bilgi arasındaki farka değinmiş ve bilginin temellendirilmiş doğru inanç olduğu biçimindeki görüşe gönderme yapmıştık. Bilgi ile veri arasındaki ilişkiyi şu önermeyle ortaya koymaya çalışmıştık: Bilgi işlenmiş veridir. Şayet bu önerme doğruysa verilerin kim tarafından, nasıl ve hangi amaçla işlendiği sorusu tartışmamıza ışık tutacaktır. Ama bunun için öncelikle verinin ne olduğunu ve neyin sonucu olduğunu tartışmamız gerecektir.

Veri dediğimiz nedir?

Bilginin, işlenmiş veri olduğunu söylerken şöyle bir yanlış anlamaya kapı aralamış olabiliriz: ’’Veriler öznelerden bağımsız olarak dışarıda akıp giderler, özneler ise bunları çeşitli şekillerde işleyip inançlar oluştururlar. Şayet bu verilerin işlenmesi sonucu ortaya çıkan önermeler, test edilip doğrulanırlarsa bunlar bilgi olurlar.’’

Veriler de, yukarıdaki yanlış anlamanın aksine, sanıldığı denli ayan beyan ortada tartışmasız doğru olan yapılar değildirler. Hatta bilgi, inanç ve veri arasında belki de en öznel olan ve öznellikten kaçamayacak olan veridir. Bu kulağa bir hayli saçma gelmiş olabilir. Hele hele inançla karşılaştırıldığında verinin daha öznel olabileceği söylendiğinde genel geçer kabullerimize hiç de uygun olmayan bir şeyi dile getirmiş oluyoruz. Ancak bu konuda netleşebilmek için öncelikle özne-nesne ikiliği, öznellik ve farklı öznellik türleri arasında bir ayrım yapmamız gerekmektedir.

Öznelliğin İki Türü

Tek bir kişi olarak özne

Batı felsefesi geleneğinde Descartes’ın olabildiğince yalın bir dille ortaya koyduğu zihin-beden karşıtlığı bir yönüyle de özne-nesne karşıtlığıdır. Descartes’a göre, ben, kesinkes düşünen bir varlığımdır ve bu niteliğimdem emin olabilirim. Ancak dışsal gerçeklikten ve ona ilişkin bilgimden emin olabilmek için Tanrı’ya ihtiyaç duyarım. Descartes’ın beninin bu öznelliği, Tanrı olmaksızın düşünüldüğünde, felsefe tarihinde solipsizm denilen bir duruma varır: Tek emin olduğum şey düşündüğüm, duyumsadığım ve algıladığımdır ancak düşündüklerimin, algıladıklarımın ve duyumsadıklarımın benim dışımda da var olduklarından emin olamam. İşte bu durum öznelliğin bir türüdür. Özne tek bir kişi olarak düşünülür, şu veya bu kişi böylesi bir özne olarak alındığında öznellik, keyfilik, kişiye görelilik ve dahası bireysellikle birlikte anılır.

Bir bütün olarak insan aklı haline gelen özne

Descartes’ın ortaya attığı tartışmanın önce John Locke, sonrasında David Hume, Spinoza, Leibniz ve nihayet Kant tarafından ele alınmasıyla bu ilk naif özne-nesne karşıtlığı bambaşka bir düzleme kavuşur. Bu kez daha nesne merkezli bir noktadan hareket edilerek önce nesne-llik tanımlanır. Özne, bu nesnellik’e göre konumlanır, öte yandan aynı ilişki şöyle de ortaya konabilir: Önce tüm insan öznelerin ortak olduğu bazı temeller vardır ki bunlara genel olarak özneden kaynaklı temeller diyebiliriz, nesne ise bu ortak özneye uyarak belirir. Descartes’tan Kant’a bu geçişi, ontolojiden fenomenolojiye ya da varlıktan görünüşe (ya da belirişe) geçiş olarak betimleyebiliriz. Dolayısıyla önceden söz konusu olan Tanrı’nın tahtından dünyaya bakmaya çalışan ve aslında böylelikle Tanrı’yı anlamaya çalışan filozof, sonrasında dünyaya yeryüzünden ve insandan bakmaya çalışır ve böylelikle dünyayı ve içindeki insanı anlamaya çalışır. Aydınlanmanın getirdiği paradigma değişimi, kabaca söylersek, budur.

Bütün bunların konumuzla ilgisi nedir? Burada özetlenenler tartışmamızla iki koldan ilgilidir. Öncelikle Kant’ın felsefesine geçerken (Aydınlanma sonrası felsefede) ulaştığımız nesnellik ve evrensellik anlayışları öncekilerden büsbütün farklıdır. Nesnellik sözcük olarak nesneden hareket etmeyi imlerken, Kant’ın ortaya koyduğu felsefenin sonucu olarak bundan böyle, tüm öznelerin ortak oldukları temel kategorilere ve formlara uyarak beliren nesnelerin kendilerini uydurdukları kavramsal çerçevede ele alınması anlamına gelmektedir. Böylelikle de önceki dönemin düşüncesi terk edilmektedir. Aydınlanma’yla birlikte, Kitab-ı Mukaddes’te de söylenen ’’Taşı kaldırsan beni bulacaksın’’ anlayışının yerini ’’taşı analiz ederken bile düşüncemizin temel kategorilerini dikkate alacaksın’’ anlayışı almıştır.

İkinci kol ise insan öznenin gerçeklikle ilişkisi açısından önemlidir. Önceki dönemin öznesi, gerçekliğe kendini uydurmaya çalışan, hatta böyle bir çabası olmadan bile halihazırda gerçekliğe (daha doğrusu Tanrı’nın kendini göstermesine) tabi olan bir varlıktır. Aydınlanma sonrasında ise gerçeklik özneye (daha doğrusu tüm insan öznelere) uymaktadır. Ancak bu uyumun kaynağında maddi olarak özne yoktur. Özne (yani insan aklı) kurucu ve düzenleyici olarak etkindir. Bu etkinliği sayesinde algılarken bile etkindir, algısına konu olan nesnelerin kendisi öznenin bu etkinliğinin sonucu olmasa bile.

Öznelliğin Üçüncü Türü

Yukarıda sıralanan özne türleri, özne kavramının kendisine dairdir. Oysa halk dilinde ve siyaset biliminin terminolojisinde üçüncü bir öznellik türü vardır. Bu üçüncü öznellik türü yukarıda anılan iki türle yakından ilişkilidir:

– Birincisiyle olan ilişkiye yakından bakarsak, özne tek bir kişidir. Dolayısıyla, şu veya bu kişinin kendine has özellikleri, değer yargıları, amaçları, bilgi birikimi vb. öznelliğe etki eder.

– İkincisiyle ilgisi ise, öznenin tek bir kişi olma zorunluluğu olmamasıdır. İşçi sınıfı, Türk Milleti, TSK, Borsa gibi sözcükleri kullanırken bu ikinci türden özneyi kullanıyor gibi görünürüz.

Oysa, ikinci tür öznenin belirgin bir özelliği vardır: Bu özne bütün insanlarda ortak olduğu iddia edilen insan aklıdır. Yoksa şu veya bu cemaatin, cemiyetin değer yargıları, arzuları, amaçları değildir. O nedenle yukarıdaki örneklerde örtük olarak kullanılan özne, Kant’ın kullandığı özneyle ilişkili olsa da onunla özdeş değildir. Özne sözcüğünün buradaki kullanımı nesne sözcüğüyle karşıtlık içindedir, bu doğru. Ancak bu karşıtlık bilgi açısından olmaktan ziyade, eylem açısındandır. ’’Özne nesneye etkide bulunur.’’ türünden bir tümcede kullandığımız anlamda bir özneliktir söz konusu olan.

Elbette, söz konusu bilgi edinme ya da veriyi işleme olunca kişilerin bu üçüncü tür bir özne olmamaları mümkün değildir. Ancak eleştirel düşünme ve bilimsel yöntem yoluyla bu özneliğin etkisi giderilebilir. Burada felsefi açıdan tartışmalı olan öznellik meselesinin konusu olan öznellikler yazının başlarında andığımız iki türdür.

Tarafsız bilgi ya da nesnel bilgi meselesi bu tartışmanın gidişatına bağlıdır.

Bunları da sevebilirsiniz