Toplum Mühendisliği

Vikipedi «toplum mühendisliğini” şöyle tanımlamaktadır: «Toplum Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettikleri duygularını yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri içeren iştir.” Genellikle siyasi iktidarların veya liderlerin kendi toplumlarını dönüştürme gayretlerini tanımlamak için kullanılan bu terim, günümüzde uluslararası ilişkiler için önemli ipuçları içermekte. Özellikle, ABD’nin Ortadoğu, Türkiye’nin Suriye politikaları bu tür bir toplum mühendisliğinin izlerini taşımakta. Ancak, ABD ve Türkiye gibi, dönüştürmek istedikleri toplumların dinamiklerine yabancı ülkeler, o toplumları dönüştürmek yerine daha da radikalleştiriyor. Bölgede yaşanan son olaylar, bu tür politikaların ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermekte.

ABD ve Ortadoğu

ABD’nin Orta Doğu’yu dönüştürme söyleminin temelinde, bölgedeki ülkelerin demokratikleştirilmesi fikri yatmaktaydı. Her ne kadar bazı kesimler ABD’nin gerçek amacının bu olmadığını iddia etseler de, en azından George W. Bush dönemine kadar, ABD’de demokratik kaygılarla hareket eden siyasi bir elit grubundan bahsetmek mümkün. ABD’nin demokrasi söyleminin arkasında ise, otoriter rejimler altında bunalan ve her geçen gün ekonomik zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan gençlerin gittikçe radikal gruplara kayacağı endişesi yatmaktaydı. Fakat, Ortadoğu ülkelerinin demokratikleşmesinin, daha vahim sonuçlar doğuracağı ve demokrasiyi araç olarak kullanan radikal dinci grupların bu ülkelerde gücü ele geçireceği kaygısı taşıyanlar, hiçbir demokrasi geleneği olmayan bu ülkelere tepeden inme müdahalelerde bulunulmaması gerektiğini sık sık dile getirmekteydiler. George W. Bush önderliğindeki Neo-con’lar, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için, demokrasi getirme kılıfı altında, Afganistan ve Irak başta olmak üzere bu ülkelerdeki rejimleri birer birer değiştirmeye, ya da iç karışıklıkları kışkırtarak bu rejimlerin iç muhalefet tarafından değiştirilmesine yardımcı olmaya başladılar.

Son gelişmeler, bu tür tepeden inme dönüştürme çabalarının nasıl geri teptiğini çok güzel bir şekilde ortaya koydu. Mısır ve Libya gibi ülkelerde, aşırı dinci grupların yönetim kademelerinde etkili olmaya başlaması, Suriye’de de Esad’a karşı muhalefete dinci grupların önderlik etmesi, Ortadoğu’nun hızla radikalleştiğini ve eskisinden daha tehlikeli rejimlerin ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor. Çünkü Irak’ta görüldüğü gibi, Saddam rejimi, bütün otoriterliğine rağmen, ülkedeki farklı mezhepleri bir denge etrafında bir arada tutabiliyordu. Bu dengenin kaybolması, önce bu ülkede Şii-Sünni çatışmasını körükledi, daha sonra da ülkenin Kürtler ve Araplar arasında fiili olarak bölünmesi sonucunu doğurdu. Hiçbir siyasi, ekonomik ve daha da önemlisi kültürel altyapıya dayanmayan değişimin maliyetini Irak halkı ödedi ve ödemeye devam ediyor. Mısır ve Libya’da ise aşırı dinci grupların, Peygamberin hayatı ile ilgili verdikleri filme verdikleri tepki de, Libya’daki ABD Büyükelçisi’nin linç edilip öldürülmesi ile sonuçlandı.

Türkiye ve Suriye

Aynı senaryo Suriye’de de uygulanmaya konuldu. Ancak pek fazla ekonomik değeri olmayan bu ülkeye müdahalede isteksiz davranan ABD ve Avrupa, bu sefer Türkiye üzerinden burada bir rejim değişikliği gerçekleştirmeye çalışıyor. Tamamen baştaki Alevi yönetimin yerine Sünni bir yönetim getirmeye ve İran’ı bir Sünni çemberi ile sıkıştırmaya çalışanlar, bu ülkenin de radikal dini grupların egemenliğine gireceği gerçeğini göz ardı ediyorlar. Hele, ABD gibi askeri ve ekonomik güce sahip olmayan Türkiye’nin neredeyse tek başına bu rejim değişikliği işini üstlenmeye çalışması ise hayret verici. Esad rejiminin çağdışı, otoriter ve barbar bir rejim olduğunu herkes kabul ediyor, ancak bu toplumun iç dinamikleri, o rejimi bugüne kadar iktidarda tuttu, ve en azından halkın bazı kesimleri hala rejimi desteklemeye devam ediyor. Türkiye’nin daha düne kadar bu rejimle olan dostluğu, PKK terörünü neredeyse bitirme noktasına getirmişti. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki rejimi devirmede aktif bir rol üstlenmesi, Suriye’nin desteklemeyi bıraktığı PKK’ya tekrar destek vermesi sonucunu getirmiştir. Ayrıca, Türkiye bu politika ile İran ve Rusya’yı da karşısına almış ve bölgedeki iki önemli devletle yollarını ayırmıştır. Bu durum en başta, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun «komşularla sıfır problem” ilkesine ters düşmektedir.

Sonuç

Hem ABD hem de Türkiye’nin gözden kaçırdığı gerçek şu: Bu ülkelerdeki ABD ve Batı karşıtı rejimleri devirmek bu ülkelerin kendi dinamikleri dışında, dışarıdan müdahalelerle ortaya çıkmakta. Bu durum, bir yandan o ülkelerde kurulmuş olan toplumsal dengeleri yıkmakta, diğer yandan yeni alternatifler üretememektedir. Sonuçta, ABD ve Batı’ya ve onun bölgedeki temsilcisi konumuna düşen Türkiye’ye hem daha çok düşman hem de daha militan radikal dinci gruplar yönetimde ve halkın gözünde etkin konumlara gelmekte. Bu durum ABD’den çok Türkiye’ye zarar verir.

Bunları da sevebilirsiniz