Uyu(ştur)ma veya Öz(ün)gürleşme(si): Dinin İki Yüzü (2)

Özgürlük yolu, dinlerin içinde var oluşsal olarak vardır. Fakat bütün iyi insanların başına gelen, peygamberlerin de başına gelmiştir. Her zaman gözünü hırs ve ihtiras bürümüş, kraldan daha kralcı menfaatperestler vardır ve bunlar her iyinin düşmanı, her umudun yok edicileridir. Bunlar, insanın insana dair umudunu yok etmekten memnun olurlar, çünkü kendilerinde insana dair umut söneli çok olmuştur. Başkasına bakıp onun umudundan kendine umut mayalamayı düşünmek yerine, kendi umutsuzluğunu ve insana dair inancını din ile maskeleyerek veya kurduğu Tanrı inancına dayanarak yaygınlaştırır. Bunlar din adına gözünü kırpmadan her şeyi yapar. Yeri gelir Tanrı adına insan öldürür, yeri gelir yapılan bir zulmü görmezden gelir. İçine dair gidecek yolların köprülerini çoktan yıktığı için herkesi kendi cehennemine çağırır ve orada kendi inandıklarına, güce, mülke, paraya ve sisteme tapmaya davet eder. Kendi yarattıklarına taparken bir umut, ya varsa diyerek bir yandan da ibadetler vasıtasıyla «imansız gitmemek” adına, gelenek adına, babasından gördüğü din adına, uyutan din söylemlerini korur ve yaygınlaştırmaya çalışır. «Babasının dinini terk etmeyen bizden değildir” diyen İslam peygamberinin uyarısını göz ardı edip, değişime ve gelişmeye dair yolları tıkar, zulmü ve köhnemiş olanı gelenek adına meşrulaştırılır. Zaman gelir gelenek, ruhsal olanın üstünü o kadar örter ki, geleneksel inanca bağlı olanlar arasından çıkan «bidat” (geleneğin, dini kural olarak kabul edilmesi) ayıklayıcıları tarafından yaşantıyı boğan bazı bağnaz kısımlar, bir kabuk atılır gibi temizlenir. Ancak, özün yansımasına engel olan kabuk, devamlı bir şekilde kalarak, bu kapalılık zamanla yeni kabuk bağlamasına imkân sağlar. Başka bir ifadeyle, geleneğin kendini yeniden kurması çoğu zaman, zamana uygun makyaj yapmaya benzer. Varlığı özgürleştiren bir arayışa ve mücadeleye dönüşmez.

Ey inananlar! Neye inanıyor ve kime tapıyorsunuz? Artık kendinize sorunuz. Dünyada barış sağlayıcı olanlar korkmayınız. Doğru, vicdanlardan bu kadar açık seçik yayılırken, iyi değerlerle insanları süslemeye çalışan peygamberleri, velileri, âlimleri güç ve saltanat sevdalılarının elinden çekip alınız. İncelik, derinlik ve yücelik kavramlarının uygulanmasına göre insanları değerlendiriniz. Bu zaman, her şeyin apaçık göz önünde olduğu bir dönemdir.

Herkes kendisini istediği şeylerle kandırabilme serbestliğine sahiptir. İnsan aynı zamanda vicdanıyla baş başa kalıp, özgür olarak dağılıp yeniden toplandığını ve dağıtıp toplayan bir bütünle birlikte olduğunu hissedebilir. Her şeyi yüzeysel bir biçimde yaşayıp; anlam ve manadan koparak hayatın içine girmeden yaşayabilir veya her yerden anlamın fışkırdığı bir harikalar diyarında sürekli değişerek ve özgürleşerek var olabilirsiniz. Yine peygamberlerin sözlerini asılları ile değiştirip dini zulüm aracına dönüştürenlerin dostları olup şaşalı ve mükellef sofralarda keyif yapabilir veya vererek, paylaşma ile özgürleşerek, ruhsal hallerle ve sade anlayışlarla dillenip; iyilerin halleriyle süslenebilirsiniz.

Karşılaşılan onca bilgi ve anlayıştan sonra artık insanoğlunun «gerçeği, sadece gerçeği” görmekten başka bir yolu kalmamıştır. Dünya alıştığı ayrımlaştırmaları, sınıflandırma çabalarını terk etmek zorundadır. Artık «dağlar toz duman olmuş, denizler kaynamıştır”, başka bir ifade ile aşılmaz sanılan dağlar, dümdüz olmuştur. İnsan, insanlığın ürettiği tüm değerlere, bütünsel olarak bakabilme şansına sahiptir. Kimsenin kimseyi kandırması artık mümkün değildir. Kandırma ve kanma ilişkisinde gizli bir «rıza” ilişkisi vardır. İşte bu durumda, Tanrı’ya inananlar inandıkları Tanrı ve onun beklediği insan anlamında ciddi bir gerçekle yüzleşmek zorundadır. İnsanları uyutan, uyuşturan, köleleştiren bir dinin Tanrısı’na mı inanıyorsunuz, yoksa insanları varlıksal olarak eşitleyen, dengeye ve ancak ona taparak özgürleştiren Tanrı’ya mı inanıyorsunuz? Bu soruya verilen cevap, kişinin hangi safta bulunduğuna dair verdiği cevaptır. Bu noktanın cevabı doğru verilmediği takdirde, her inanca dair yapılan çalışma boşuna bir çalışma olmak durumunda kalacaktır. Çünkü hedefe dair bir derecelik sapma, hedefe varıncaya kadar, ciddi bir uzaklaşmaya karşılık gelecektir. Bu sebeple, nasıl bir Tanrı fikri ve Tanrı’nın «bütün insanları topraktan yarattık” derken nasıl bir eşitlik fikri gündeme getirdiğini göz önüne almamız gerekmektedir. Yoksa her insanlık için umut kaynağının insanlığa bela olması gibi, dinler de insanlığı özgürleştirmek yerine köleleştirerek Tanrısal muradın gerçekleşmesine bir engel oluşturabilecektir ve dünyamızda çoğu yerde de böyle olmaktadır.

İnsan olmak aslında özü gür bir varlık olarak, en sade ve en yüce olanın bir parçası olduğunu hissedebilmektir. İnsan olmak, dünyanın bizim üzerimizde yaptığı baskıyı karşılayabilecek güçte ve anlayışta olup; zorluğa rağmen olumluyu üretebilmektir. İnsan olmak, Tanrısal muradın gerçekleşeceği madde ile ruhsallığın uyum içinde tezahür edebileceği nokta olmaktır.

Ne mutlu ki bize insan olmuşuz

İnsan sevgisini gerçek bilmişiz

İnsanın dalında açan gülmüşüz

Muhabbet insana, cana muhabbet.

Bunları da sevebilirsiniz