Kavramlarla Politik Dünya 3

Uluslararası Politikada «Meşru Güç Kullanımı”

Geçtiğimiz sene Libya’ya yapılan müdahale ve son zamanlarda uluslararası gündemi en çok meşgul eden konuların başında gelen: Suriye’ye müdahale edilip edilmeyeceği sorunsalı, uluslararası politikada «meşru güç kullanımı” koşullarının ne olduğu tartışmasının yeniden başlamasına neden olmuştur. Burada temel tartışma konusu, yapılan ya da yapılması planlanan müdahalelerin uluslararası hukuka uygun olup olmadığı etrafında şekillenirken, «uluslararası hukukun meşruluğu” elbette ve ne yazık ki, tartışma konularının dışında kalmaktadır. Öte yandan, dünyanın istikrarsız coğrafyalarında yapılan müdahalelerin bir şekilde uluslararası hukuka dayandırılmaya çalışılması ve hatta bazen buna gerek bile görülmemesi, yapılan müdahalelerin meşruluğu kadar uluslararası hukukun meşruluğunun da sorgulanması için dayanak noktası oluşturmaktadır. O halde, uluslararası politikanın şekillendirilmesinde etkin bir araç olarak kullanılan müdahalelerin meşruluğunun sorgulanması, devletlerarası sistemin ve gündemin anlaşılması açısından yararlı olacaktır.

UN: Birleşmiş Milletler / Aid: Yardım

Birleşmiş Milletler Şartı’nda Güç Kullanımı ve Egemenlik

Uluslararası hukukun temel kaynaklarından birisi olan Birleşmiş Milletler (BM) Şartı, eşit ve egemen devletlerin birbirlerine karşı güç kullanımını -meşru müdafa hakkı saklı kalmak koşuluyla- yasaklamıştır. BM Şartı’nın 2. maddesinin 4. fıkrası gereğince, «tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar”. Görüldüğü gibi, devletlerarası sistemde «egemen” olduğu kabul edilen ve BM üyesi olan devletlerin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı devletler üstü bir organizyon olarak kabul edilen BM tarafından güvence altına alınmıştır. Aynı zamanda, 2. maddenin 7. fıkrasına göre, BM Şartı’nın hiçbir hükmü, «Birleşmiş Milletlere herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale yetkisi vermediği gibi, üyeleri de bu türden konuları işbu antlaşma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlayamaz; ancak, bu ilke, VII. Bölüm´de öngörülmüş olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir biçimde engellemez”. VII. bölümde bahsedilen «zorlayıcı önlemlerin” neler olduğunun, başka bir deyişle güç kullanma yasağına istisna oluşturan durumların neler olduğunun açıklanmasından önce, BM Şartı’nın 2. maddesinin ne anlama geldiği, üzerinde durulmaya değer bir konudur.

2. maddenin 4. ve 7. fıkralarında geçen kavramlar, modern devletlerarası sistemin işleyişini belirlemek açısından hayati öneme sahiptir. Çünkü, «toprak bütünlüğü”, «siyasi bağımsızlık” ve «iç yetki alanı” gibi kavramlar devletlerin egemenlikleri ile doğrudan ilişkili kavramlardır. Egemenlik bir devletin hem sınırlarının içine hem de dışına yönelik bir hak iddiasının ifadesidir. Buna göre, dış egemenlik hiçbir devletin diğer devletlerin sınırları içinde otorite uygulama hakkına sahip olmaması; iç egemenlik ise devletin, içindeki hiçbir birey ya da grubun, sınırlar dahilinde uygulanan politikalara uymayı reddetme hakkı tanımaması şeklinde açıklanabilir (1). O halde, egemenlik kavramı sınırların içi ve dışı ayrımını içerdiğine göre, «toprak bütünlüğü”, devlete belirli bir coğrafyada yegâne otorite olma özelliğini verdiğine göre, «siyasi bağımsızlık” ve «iç yetki alanı” egemenliğin olmazsa olmaz unsurlarını oluşturmaktadır. Sonuç olarak, BM Şartı, devletlerin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve iç otoritesine yönelik güç kullanımını yasakladığına göre, uluslararası hukuk, devlet egemenliğini güvence altına almaktadır değerlendirmesini yapmak yerinde olacaktır.

Uluslararası Politikada Güç Kullanımı

Ancak, devletlerarası politikanın işleyişine bakıldığında, hepsi de BM üyesi olan, başka bir deyişle uluslararası olarak tanınmış birçok devlete yönelik güç kullanıldığı hatta kullanılan gücün devletlerin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği, devletlerin parçalanmasına sebep olduğu görülmektedir. Bu durumun en çarpıcı örnekleri olarak, Afganistan, Irak, Libya ya da dağılma sürecinde Yugoslavya gibi devletler gösterilebilir. Ve ne yazık ki, örnekleri çoğaltmak mümkündür. Uluslararası hukukun devletlerin egemenlik hakkını tanımasının yanı sıra, milletlerin «kendi kaderini tayin hakkını” tanıması ve insan hakları savunuculuğu yaptığını iddia etmesi ise, «meşru güç kullanımı” meselesini içinden çıkılmaz bir sorun haline getirmektedir. Bu bağlamda, BM Şartı’nın VII. bölümündeki bazı maddelerin incelenmesi, devletlerarası sistemde «eşit” olduğu iddia edilen egemenlerin birbirine karşı güç kullanımının meşruluğunun sorgulanması açısından yararlı olacaktır. BM Şartı’nın 39. maddesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) uluslararası barışı bozan, tehdit eden durumların ya da saldırgan politikaların neler olduğunu belirleme hakkı verirken; 42. maddesi de BMGK’ya uluslararası barışın kurulması ve korunması için hava, deniz ve kara kuvvetlerinin kullanılması da dahil olmak üzere, alınacak her türlü önleme karar verme yetkisi tanımaktadır.

Yeni kavramlar olmasalar da: « Barış Operasyonu”, « İnsani Müdahale” gibi kavramlar, Soğuk Savaş sonrası dönemde, öncesine nazaran oldukça sık uluslararası gündemi meşgul etmeye başlamıştır. Bunun yanında, özellikle 11 Eylül sonrasında gündeme getirilen ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisi bağlamında «uluslararası terörizmle mücadele”, «önleyici müdahale” ve «haklı savaş” gibi kavramlar tartışılmaya başlanmıştır. Soğuk Savaş Sonrası dönemde, BM güçleri, uluslararası koalisyonlar ya da NATO çerçevesinde müdahale edilen devletlerden bazıları, Somali, Ruanda, Darfur, Yugoslavya (Bosna-Hersek ve Kosova), Afganistan, Irak, ve Libya’dır. Müdahaleler, insan hakları ihlallerini, iç savaşı ve soykırımı durdurmak, «milletlerin kendi kaderini tayin etmesi” hakkının savunulması, uluslararası terörizmle mücadele etmek, devletlerin kendi halkına karşı güç kullanmasını ve uluslararası normları ihlal etmesini önlemek gibi amaçlarla yapıldıkları iddia edilerek, BM’nin ya doğrudan dahil olmasıyla ya da onay vermesiyle meşrulaştırılmış ya da Irak örneğinde olduğu gibi, BM onayı alınmaksızın yani meşrulaştırılma şartı aramadan yapılmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında, insani suçların ya da uluslararası normların ihlal edilmesinin önlenmesinin, uluslararası hukukun devletlerin egemenliklerinin korunması ilkesine istisna oluşturduğu değerlendirilmesi yapılabilir. Ancak öncelikle «hangi insanların hakları” ve «hangi devletlerin egemenliği” sorusuna yanıt aramak gerekmektedir.

Hangi İnsan Hakları?

Örneğin ABD’ye Guantanomo kamplarında, insanlara işkence edildiği gerekçesiyle «insani müdahale” yapılması gündeme gelmiş midir ya da uluslararası normların başında gelen «demokrasiyi kurma” göreviyle uluslararası normları hiç umursamadan yerleştiği Irak’ta kendi halkı bile olmayan Iraklı sivillere yaptığı eziyetler nedeniyle uluslararası bir koalisyon ABD’yi durdurmak için Irak’a «insani müdahale” yapmış mıdır? Benzer şekilde, NATO’nun Kosova’ya müdahalesinde, onayının olmaması karşısında BM, NATO operasyonunu kınamış mıdır? Bu soruların hepsine verilecek yanıt «hayır”dır. O halde, yapılan müdahalelerin meşrulaştırılması açısından «kimin insan hakkının ihlal edildiği” ve hangi uluslararası normun söz konusu olduğu önemlidir. Bu bakış açısıyla, «insan hakları” devletlerin emperyalist amaçlarına hizmet ettiği oranda korunmaya değerdir çıkarımı yapılabilir. Çünkü NATO gibi askeri baskı örgütleri ya da uluslararası askeri koalisyonlar, müdahale ettikleri topraklarda askeri egemenlik kurabilmekte, müdahale sonrasında siyasi yönlendirme fırsatı elde edebilmekte ve coğrafyanın yeniden yapılandırılması çalışmalarında ekonomik rant elde edebilmektedirler. Hatta müdahale edilen toprakların bölünmesine neden olarak, kendilerine bağımlı kukla devletçikler oluşmasını sağlayabilmektedirler.

Intervention: Müdahale/ Oil: Petrol

Hangi Egemenlik?

«Hangi devletlerin egemenliği” sorusu ise, yanıtlanması gereken diğer bir önemli sorudur. Dış müdahaleye maruz kalan devletlerin, örneğin ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Çin, Rusya olmaması tesadüf değildir ve bu devletlerde insan haklarına, uluslararası normlara uygun olmayan tutum ve davranışların olmadığı, bu devletlerin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmadığı anlamına da gelmez. Öte yandan, örneğin müdahale ya da işgal edilen Somali, Afganistan, Irak, Libya gibi devletler uluslararası hukukun kural koyucuları tarafından «zayıf devlet”, «yarı devlet” ya da «haydut devlet” olarak adlandırılan ve zaten bu bağlamda egemenlikleri sorgulanan devletlerdir. Elbette, buradan bu bölgelerin istikrarlı oldukları, bu ülkelerin vatandaşlarının refah ve huzur içinde yaşadığı, bölgelerin sorunsuz olduğu sonucu da çıkarılamaz. Burada dikkat çekilmeye çalışılan konu, BM Şartı bağlamında uluslararası hukuk açısından önemli olan egemenlik ilkesinin ihlal edilmemesi kuralına istisna oluşturan koşullarının meşrulaştırılmasında, «zayıf devlet”, «yarı devlet”, «haydut devlet” ve «başarısız devlet” gibi politik kavramsallaştırmalarının önemidir.

Yazımızı bitirmeden önce bir yanlış anlaşılmayı da önleyelim. Devletlerin egemenliklerini korumak uğruna insan haklarının ihlal edilebileceği, tüm insanların barış, huzur ve refah içerisinde yaşaması ülküsünün yok sayılabileceği çıkarımını yapmak, elbette mantıklı ve etik değildir. Ancak, insan haklarının gerçekten herkes için sağlanması ve korunması yalnızca sömürü ilişkileri üzerine kurulu olmayan, eşitlikçi ve adil bir devletlerarası sistemde gerçekleşebilir. Sömürü ilişkileri üzerinden belirlenen bir devletlerarası sistemde, insan hakları ve insani değerler gibi, uluslararası kamuoyunun vicdanını etkilemekte çok önemli olan unsurlar, suiistimal edilebilmekte ve böylelikle sömürü ilişkilerinin yeniden yaratılmasında pay sahibi olabilmektedir. Yalnızca uluslararası politikada meşru güç kullanımı bağlamında, BM’nin tutumu, uluslararası hukukun işleyişindeki çifte standartlar ve emperyal amaçların gerçekleştirilmesi için hukukun ve insani değerlerin alet edilmesi bile «uluslararası hukuk kimin hukukudur” sorusuna yanıt aranmasını gerektirir. Bu sorunun yanıtını vermeyi ise bir başka yazıya bırakıyoruz.

(1) Immanuel, Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl için Sosyal Bilim, Çev. Tuncay Birkan, 3. Baskı, (İstanbul: Metis Yayınları, 2009), s.72.

BM Şartı için bkz. http://www.belgenet.com/arsiv/sozlesme/bmsarti.html, (Erişim Tarihi: 25 Mart 2012)

Bunları da sevebilirsiniz