Ters Köşe 3

Türkiye’nin 1980 sonrası yaşadığı hızlı değişim süreci futbolu da etkiledi ve futbolun toplumsal hayatımız içerisinde işgal ettiği yer her geçen yıl biraz daha arttı. Özerk futbol federasyonunun göreve başladığı 1988 yılından bu yana gelirleri hızla artan ve sponsor sayısı çoğalan bir federasyonla karşı karşıya kaldık. Özellikle son yıllarda futbol federasyonu marka değeri adı altında bir takım uygulamalara ve düzenlemelere girişmeye başladı. Ancak her ne hikmetse bütün bu gelişim ve değişime rağmen ülkemizdeki stadyumların neredeyse tamamına yakını çağdaş anlamda futbol oynama ve izleme koşullarına sahip değiller. Bu durum sadece alt ligler için değil tüm lig kategorileri için geçerli. Galatasaray’ın Eskişehirspor ile Eskişehir’de oynadığı karşılaşmadaki buz tutan zeminin benzerini hatta çok daha kötüsünü Pazar günü Elazığ’da Elazığspor ile Karşıyaka arasında oynanan karşılaşmada gördük. Yürümenin zor olduğu bir zemin üzerinde futbol balesi oynamak zorunda bırakılan iki takımın oyuncularına da bravo.
Durum sadece zeminin kötülüğünden ibaret değil elbette işin bir de tribün boyutu var ki, orada vaziyet ne yazık ki çok daha feci. Söz konusu olan son derece ilkel koşullar içerisinde maç seyretmek zorunda bırakılan ve adeta hapishane gibi inşa edilen yapıların içerisine saatler önce tıkılan taraftarlar/insanlar. Futbolumuz değişti, Avrupa ile başa baş mücadele edebilecek hale geldi! Ancak ne yazık ki bu oyunun en önemli aktörü olan taraftarlara olan bakışımız bir türlü değişmedi/geliş(e)medi. İzmir kentinin iki emektar stadyumunu incelediğimizde durumun ne kadar içler acısı olduğu daha net anlaşılacaktır. Alsancak stadyumunun giriş çıkışlarının hapishane benzeri bir demir parmaklıkla kapalı tutulma uygulaması halen sürüyor. İnsanlar 45(Kırk beş) santimlik bir alan içerisinden içeriye sokulmak zorunda bırakılıyorlar. Kapalı olmayan kapalı bir tribünde, eğer balkonda rakip takım seyircisi var ise hemen her karşılaşmada başınıza bir şeyler gelme ihtimali yüksektir. Akdeniz oyunları için inşa edilen Atatürk stadyumunda kış aylarında maç seyretmek cesaret ister. Üşümeyi hatta hastalanmayı göze alıyorsanız maça gidersiniz ancak oturacağınız koltuklar kirden gözükmez bir haldedir. Taraftarların sesleri ve sahaya olan etkileri minimum düzeyde olduğu için rakip takımlar açısından bu stadyum biçilmiş kaftandır. İçerideki koşulların ne kadar insani olduğu da ayrı bir yazı konusudur.
Marka değerini yüceltenler önce insan anlayışını devreye sokmalı ve stadyumlarımızı bir an önce insani bir atmosferde maç seyredebilecek mekanlara dönüştürmelidirler.

Türkiye’nin 1980 sonrası yaşadığı hızlı değişim süreci futbolu da etkiledi ve futbolun toplumsal hayatımız içerisinde işgal ettiği yer her geçen yıl biraz daha arttı. Özerk futbol federasyonunun göreve başladığı 1988 yılından bu yana gelirleri hızla artan ve sponsor sayısı çoğalan bir federasyonla karşı karşıya kaldık. Özellikle son yıllarda futbol federasyonu marka değeri adı altında bir takım uygulamalara ve düzenlemelere girişmeye başladı. Ancak her ne hikmetse bütün bu gelişim ve değişime rağmen ülkemizdeki stadyumların neredeyse tamamına yakını çağdaş anlamda futbol oynama ve izleme koşullarına sahip değiller. Bu durum sadece alt ligler için değil tüm lig kategorileri için geçerli. Galatasaray’ın Eskişehirspor ile Eskişehir’de oynadığı karşılaşmadaki buz tutan zeminin benzerini hatta çok daha kötüsünü Pazar günü Elazığ’da Elazığspor ile Karşıyaka arasında oynanan karşılaşmada gördük. Yürümenin zor olduğu bir zemin üzerinde futbol balesi oynamak zorunda bırakılan iki takımın oyuncularına da bravo.

Durum sadece zeminin kötülüğünden ibaret değil elbette işin bir de tribün boyutu var ki, orada vaziyet ne yazık ki çok daha feci. Söz konusu olan son derece ilkel koşullar içerisinde maç seyretmek zorunda bırakılan ve adeta hapishane gibi inşa edilen yapıların içerisine saatler önce tıkılan taraftarlar/insanlar. Futbolumuz değişti, Avrupa ile başa baş mücadele edebilecek hale geldi! Ancak ne yazık ki bu oyunun en önemli aktörü olan taraftarlara olan bakışımız bir türlü değişmedi/geliş(e)medi. İzmir kentinin iki emektar stadyumunu incelediğimizde durumun ne kadar içler acısı olduğu daha net anlaşılacaktır. Alsancak stadyumunun giriş çıkışlarının hapishane benzeri bir demir parmaklıkla kapalı tutulma uygulaması halen sürüyor. İnsanlar 45(Kırk beş) santimlik bir alan içerisinden içeriye sokulmak zorunda bırakılıyorlar. Kapalı olmayan kapalı bir tribünde, eğer balkonda rakip takım seyircisi var ise hemen her karşılaşmada başınıza bir şeyler gelme ihtimali yüksektir. Akdeniz oyunları için inşa edilen Atatürk stadyumunda kış aylarında maç seyretmek cesaret ister. Üşümeyi hatta hastalanmayı göze alıyorsanız maça gidersiniz ancak oturacağınız koltuklar kirden gözükmez bir haldedir. Taraftarların sesleri ve sahaya olan etkileri minimum düzeyde olduğu için rakip takımlar açısından bu stadyum biçilmiş kaftandır. İçerideki koşulların ne kadar insani olduğu da ayrı bir yazı konusudur.

Marka değerini yüceltenler önce insan anlayışını devreye sokmalı ve stadyumlarımızı bir an önce insani bir atmosferde maç seyredebilecek mekanlara dönüştürmelidirler.

Bunları da sevebilirsiniz