Ortadoğu Basınında Türkiye

The Jerusalem Post, 26 Kasım 2011
Iran saldırıya uğrarsa Türkiye’deki füze kalkanını vuracağını açıkladı
Tahran yetkilileri İran’a saldırılması halinde NATO savunması, İsrail nükleer tesislerini vuracaklarını bildirdi.
Son aylarda ilişkilerin bozulduğu komşusuna karşı söylemini şiddetlendiren kıdemli bir ordu subayı İran’ın gelecekte çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlıkta Türkiye’de planlanan NATO füze kalkanının herhangi bir parçasını oluşturan tesisleri hedef alabileceğini söyledi.
………
Tahran Türkiye’nin Eylül ayında NATO’nun bir füze erken uyarı sistemi konuşlandırmasını kabul etmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça belli etmişti. Tahran bu sistemi Yahudi devletinin İran’daki nükleer tesisleri hedef alması halinde herhangi bir karşı saldırıdan İsrail’i koruyacak bir Amerikan taktiği olarak görüyor.
Bir zamanlar İran ve Türkiye arasındaki sıcak ilişkiler füze kalkanı yüzünden ve de Ankara’nın Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın halk ayaklanması üzerindeki şiddetli baskısını açıkça eleştirmesinden dolayı bu yıl iyice gerilmiş durumda.
Orta doğu’nun iki büyük Arap olmayan Müslüman ülkesi olarak Türkiye ve İran Arap baharı sonrası bölgede nüfuz sahibi olmak için rekabet ediyorlar ve İran’ın en üst düzey önderi Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı, Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ı dış politikasını Vaşington’u hoşnut edecek biçimde belirlemekle suçladı.
http://www.jpost.com/IranianThreat/News/Article.aspx?id=247062
El Arabiya News, 30 Kasım 2011
Arap Türkiyesi
ELIAS HARFOUSH
Doksan yıl önce Osmanlılar saltanatlarının siyasi ve askeri anlamda çöküşü sonucu bölgemizi terk ettiklerinde o zamanın Arap milliyetçileri «Türkleştirme” karşısında aldıkları zaferden dolayı büyük sevinç içindeydi. Arapların sloganları ister etnik köken, ister dil, ister kültür olsun Türk olan her şeye karşı aslında bir düşmanlık yansıtıyordu.
Ancak Türkler son zamanlarda Arap dünyasında tekrar önemli bir yer ediniyor. Arap isyancılar ve ülkelerindeki yeni rejimler Türkiye’nin devrimleri desteklemedeki ve bu yeni rejimlerin gerektirdiği türden demokratik yönetimi savunmadaki rolünü sıcak karşılıyor. Ne var ki, Türklerin geri gelişi ayrılmalarına sebep olandan farklı bir ritmin ahengiyle gerçekleşiyor. Türkler güya Arap bölgesine de ihraç etmeye çalıştıkları «modelin” Batının geniş çaptaki onayıyla birlikte geri geliyorlar; yani hâkim Batı kültürüne karşı hiçbir kin gütmeyen ve günümüze de çağımıza da ters olmayan bir ılımlı İslam modeli bu. Bu tür İslam, modern kültürel değerleri küçümsemek için dini bir bahane olarak görmüyor. Ancak Batı destekli bu yeni Türk rolü daha öncelerde Arap milli duygularını beslemek için batı tarafından, özellikle de İngiltere tarafından oynanan rolle tamamiyle zıttır; ki Türkler tarihlerini yazarken bunu eski ve uzun soluklu imparatorluğun altındaki Arap «tebaasıyla” kendileri arasındaki yüzyıllık tarihi ilişkiye düşmanlık olarak düşündüler.
Araplar Türk desteğine ihtiyaç duyuyorlar ve Türkiye’yi günümüz ve çağımıza ayak uydurmak üzere takip etmeleri gereken bir model olarak görüyorlar. Aynı zamanda, ülkelerinin bağımsızlığını kazandığı günden bu yana Arap milliyetçiliği adına kendilerini yöneten o rejimlerden duydukları hüsranı ifade ediyorlar. O zamandan bu yana bu rejimler Araplara ekonomi, eğitim, idare, hizmetler ve alt yapı düzeyinde zeminde çöküşe yol açan şaşalı sloganlar ve gösterişli vaatlerden başka bir şey getirmedi. Sistemin bütününe yayılmış olan baskı da bunun cabası ki bu baskılar bazı ülkelerde vatandaşlara karşı devlet terörü boyutuna ulaşmıştı. Olaylar öyle bir düzeye geldi ki bu halklar özgürlük, bağımsızlık ve milliyetçi sloganlar zamanındaki durumlarını sömürge ve manda altında oldukları durumla kıyaslamaya başladılar. Açıkçası tüm açılardan bu kıyaslama genellikle söz konusu rejimlerin lehine sonuç vermedi.
Tüm bunlara ek olarak, Filistin’deki çatışmanın başlamasından beri bütün bir yüzyıl geçmesine ve İsrail devletinin kurulmasının üstünden 65 yıl geçmesine rağmen İsrail’le karşı kaşıya gelindiğinde ve Filistinlilerin haklarını geri verme konusu söz konusu olduğunda gösterilen bariz başarısızlık var. Arap orduları sözde «özgürleşme” mücadelesini desteklerken, kuvvet sadece iç muhaliflere gösterildiğinden bu cephelerde ağır yenilgiler ve kayıplar veriyordu.
Arapların Türk Adalet ve Kalkınma partisinin modelini ve modelin hamisi Recep Tayyip Erdoğan’ı izleme çabaları ancak bu tarihsel değerlendirme çerçevesinde anlaşılabilir. Arap tarihi tam döngüyü tamamladı ve artık pusula İstanbul’u gösteriyor. Bu Türkiye açısından bir bakıma başkasının acısına sevinmeyle karışık bir zafer gibi olsa da, Arapların bir kez daha Türk himayesine doğru yöneldikleri hissini veren kültürel ve siyasi bir yenilgidir aynı zamanda.
Bu siyasi, askeri ve ekonomik düzeylerde güçlü Türkiye, İsrail’e başkaldırabilen, NATO’ya koşullarını dikte ettirebilen, Avrupa Birliği’ne başarılı bir ticari ortak olabilen Türkiye. Aynı zamanda eşit bir konumda Batılı taraflarla ve Hıristiyan bloklarıyla başa çıkan İslami bir parti tarafından yönetiliyor.
Bu model Mısır ve Suriye’deki Müslüman kardeşler, Tunus’taki Nahda hareketinin destekçileri ve Fas ile Libya’daki İslamcılar tarafından izlenen bir model. Bu Türkiye’yi Osmanlı padişahlarının saltanatında bile görülmediği kadar «Arap’a” döndüren bir model.
Bu arada, bu model İran için bir kaygı kaynağı oluşturuyor ki İran’ın Arap bölgesine «ihraç” ettiği şeyler bölge ülkelerinin ilişkilerine karışmak, üzerlerine vesayet dayatmak ve de kendi halkalarınca reddedilmiş rejimleri ve partileri desteklemekten ibaret kalıyor. Bunun da Filistin halkı için hiç bir şey elde etmeden Filistin davasını kendi çıkarına kullanan yerel ortaklar listesine bir ortak daha eklediğini söylemeye de gerek bile yok.

The Jerusalem Post, 26 Kasım 2011

Iran saldırıya uğrarsa Türkiye’deki füze kalkanını vuracağını açıkladı

Tahran yetkilileri İran’a saldırılması halinde NATO savunması, İsrail nükleer tesislerini vuracaklarını bildirdi.

Son aylarda ilişkilerin bozulduğu komşusuna karşı söylemini şiddetlendiren kıdemli bir ordu subayı İran’ın gelecekte çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlıkta Türkiye’de planlanan NATO füze kalkanının herhangi bir parçasını oluşturan tesisleri hedef alabileceğini söyledi.

………

Tahran Türkiye’nin Eylül ayında NATO’nun bir füze erken uyarı sistemi konuşlandırmasını kabul etmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça belli etmişti. Tahran bu sistemi Yahudi devletinin İran’daki nükleer tesisleri hedef alması halinde herhangi bir karşı saldırıdan İsrail’i koruyacak bir Amerikan taktiği olarak görüyor.

Bir zamanlar İran ve Türkiye arasındaki sıcak ilişkiler füze kalkanı yüzünden ve de Ankara’nın Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın halk ayaklanması üzerindeki şiddetli baskısını açıkça eleştirmesinden dolayı bu yıl iyice gerilmiş durumda.

Orta doğu’nun iki büyük Arap olmayan Müslüman ülkesi olarak Türkiye ve İran Arap baharı sonrası bölgede nüfuz sahibi olmak için rekabet ediyorlar ve İran’ın en üst düzey önderi Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı, Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ı dış politikasını Vaşington’u hoşnut edecek biçimde belirlemekle suçladı.

http://www.jpost.com/IranianThreat/News/Article.aspx?id=247062


El Arabiya News, 30 Kasım 2011

Arap Türkiyesi

ELIAS HARFOUSH

Doksan yıl önce Osmanlılar saltanatlarının siyasi ve askeri anlamda çöküşü sonucu bölgemizi terk ettiklerinde o zamanın Arap milliyetçileri «Türkleştirme” karşısında aldıkları zaferden dolayı büyük sevinç içindeydi. Arapların sloganları ister etnik köken, ister dil, ister kültür olsun Türk olan her şeye karşı aslında bir düşmanlık yansıtıyordu.

Ancak Türkler son zamanlarda Arap dünyasında tekrar önemli bir yer ediniyor. Arap isyancılar ve ülkelerindeki yeni rejimler Türkiye’nin devrimleri desteklemedeki ve bu yeni rejimlerin gerektirdiği türden demokratik yönetimi savunmadaki rolünü sıcak karşılıyor. Ne var ki, Türklerin geri gelişi ayrılmalarına sebep olandan farklı bir ritmin ahengiyle gerçekleşiyor. Türkler güya Arap bölgesine de ihraç etmeye çalıştıkları «modelin” Batının geniş çaptaki onayıyla birlikte geri geliyorlar; yani hâkim Batı kültürüne karşı hiçbir kin gütmeyen ve günümüze de çağımıza da ters olmayan bir ılımlı İslam modeli bu. Bu tür İslam, modern kültürel değerleri küçümsemek için dini bir bahane olarak görmüyor. Ancak Batı destekli bu yeni Türk rolü daha öncelerde Arap milli duygularını beslemek için batı tarafından, özellikle de İngiltere tarafından oynanan rolle tamamiyle zıttır; ki Türkler tarihlerini yazarken bunu eski ve uzun soluklu imparatorluğun altındaki Arap «tebaasıyla” kendileri arasındaki yüzyıllık tarihi ilişkiye düşmanlık olarak düşündüler.

Araplar Türk desteğine ihtiyaç duyuyorlar ve Türkiye’yi günümüz ve çağımıza ayak uydurmak üzere takip etmeleri gereken bir model olarak görüyorlar. Aynı zamanda, ülkelerinin bağımsızlığını kazandığı günden bu yana Arap milliyetçiliği adına kendilerini yöneten o rejimlerden duydukları hüsranı ifade ediyorlar. O zamandan bu yana bu rejimler Araplara ekonomi, eğitim, idare, hizmetler ve alt yapı düzeyinde zeminde çöküşe yol açan şaşalı sloganlar ve gösterişli vaatlerden başka bir şey getirmedi. Sistemin bütününe yayılmış olan baskı da bunun cabası ki bu baskılar bazı ülkelerde vatandaşlara karşı devlet terörü boyutuna ulaşmıştı. Olaylar öyle bir düzeye geldi ki bu halklar özgürlük, bağımsızlık ve milliyetçi sloganlar zamanındaki durumlarını sömürge ve manda altında oldukları durumla kıyaslamaya başladılar. Açıkçası tüm açılardan bu kıyaslama genellikle söz konusu rejimlerin lehine sonuç vermedi.

Tüm bunlara ek olarak, Filistin’deki çatışmanın başlamasından beri bütün bir yüzyıl geçmesine ve İsrail devletinin kurulmasının üstünden 65 yıl geçmesine rağmen İsrail’le karşı kaşıya gelindiğinde ve Filistinlilerin haklarını geri verme konusu söz konusu olduğunda gösterilen bariz başarısızlık var. Arap orduları sözde «özgürleşme” mücadelesini desteklerken, kuvvet sadece iç muhaliflere gösterildiğinden bu cephelerde ağır yenilgiler ve kayıplar veriyordu.

Arapların Türk Adalet ve Kalkınma partisinin modelini ve modelin hamisi Recep Tayyip Erdoğan’ı izleme çabaları ancak bu tarihsel değerlendirme çerçevesinde anlaşılabilir. Arap tarihi tam döngüyü tamamladı ve artık pusula İstanbul’u gösteriyor. Bu Türkiye açısından bir bakıma başkasının acısına sevinmeyle karışık bir zafer gibi olsa da, Arapların bir kez daha Türk himayesine doğru yöneldikleri hissini veren kültürel ve siyasi bir yenilgidir aynı zamanda.

Bu siyasi, askeri ve ekonomik düzeylerde güçlü Türkiye, İsrail’e başkaldırabilen, NATO’ya koşullarını dikte ettirebilen, Avrupa Birliği’ne başarılı bir ticari ortak olabilen Türkiye. Aynı zamanda eşit bir konumda Batılı taraflarla ve Hıristiyan bloklarıyla başa çıkan İslami bir parti tarafından yönetiliyor.

Bu model Mısır ve Suriye’deki Müslüman kardeşler, Tunus’taki Nahda hareketinin destekçileri ve Fas ile Libya’daki İslamcılar tarafından izlenen bir model. Bu Türkiye’yi Osmanlı padişahlarının saltanatında bile görülmediği kadar «Arap’a” döndüren bir model.

Bu arada, bu model İran için bir kaygı kaynağı oluşturuyor ki İran’ın Arap bölgesine «ihraç” ettiği şeyler bölge ülkelerinin ilişkilerine karışmak, üzerlerine vesayet dayatmak ve de kendi halkalarınca reddedilmiş rejimleri ve partileri desteklemekten ibaret kalıyor. Bunun da Filistin halkı için hiç bir şey elde etmeden Filistin davasını kendi çıkarına kullanan yerel ortaklar listesine bir ortak daha eklediğini söylemeye de gerek bile yok.

Bunları da sevebilirsiniz