Atatürk ve Galiyev

Mustafa Kemal Atatürk, içinden çıktığı toplumu dönüştüren, dönüştürürken eşitlikçi bir toplum düzeni yaratmak için ilkeler koyan ve eylemler yapan, aynı zamanda emperyalizme karşı verdiği başarılı bir savaşla sömürge ve yarı sömürge ülkelere örnek olan tarihi bir kişiliktir. Mirseyit Sultan Galiyev ise, Rus egemenliğinde uzun süre kalmış Türk dilli halklarda ulusal bilinç yeterince oluşmadığı için öngördüğü Turan sosyalizmini gerçekleştirememiş bir önder olarak biliniyor. Uzunca bir süre unutulmuş ve unutturulmuştur.

Atatürk ve Galiyev, benzer ideolojik görüşleri paylaşan iki Türk önderi olarak bugün de yolumuza ışık tutuyorlar. Ancak her ikisini Türk Dünyası’nın sınırları içinde tutmak, dünya halkları açısından da haksızlıktır. Galiyev unutturulmuş olsa bile, emperyalizme mücadele eden mazlum uluslar, Mustafa Kemal hareketini örnek almışlardır.

Atatürk ve Galiyev, arasındaki bağlantı, salt Türk Dünyası’nın güney kanadının sağlamlaştırılması yaklaşımıyla sınırlı olmamıştır. Galiyev’in Çarlık Rusyası’ndaki Türk toplumlarının sınıfsal yapılarının çözümlenmesi ile Turan için önerdiği ekonomik programla, Mustafa Kemal’in halkçılık ve devletçilik ilkelerinin son derece yakın olduğu gözlemlenmektedir. O da halkçılık ve devletçiliğin başat olduğu bir ekonomik programla sınıflaşmanın engellenebileceğini savunuyordu. Doğu’da sınıflaşmanın yapay ve dış müdahalelerle artırıldığını belirtiyordu. Her iki önder de, yirminci yüzyılın başlarında, feodal kalıntılar bir kenara bırakılırsa, Batılı anlamda sınıfların olmadığını biliyorlardı. Bu nedenle, sanayinin, tarımın, ulaştırmanın ve bankaların planlı bir ekonomi ile geliştirilebileceğini öngördüler. Mustafa Kemal’in «İmtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış bir millet yapısı tanımlaması bu yaklaşımın bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Galiyev, yakın zamanlara değin Türk Okumuşları tarafından bilinen bir kişilik değildi. Bu geç kalmışlık, özünde Türk Okumuşları’nın en azından bir kesiminin dünyayı kavramasındaki zaafından kaynaklanıyor. Kavramada, araç olarak kullandıkları Batılı görüşler ve ölçütler, onlar üzerinde Tanzimat’tan bu yana egemen olmuş durumda. Bir başka deyişle Galiyev’i tanımasında geç kalmışlığın ana nedeni, Türk Okumuşu üzerinde «Avrupa merkezli görüşlerin egemen olması” olarak açıklanabilir.

Yazım,«Mustafa Kemal ve Galiyev çizgisini hayata nasıl aktarabiliriz?konusunda önermeleri tartışmak amacıyla kaleme alındı. Ancak bu amaçla öncelikle Galiyev’i tanıtmakta, daha doğrusu dünya görüşünün özetlenmesinde yarar gördüm.

Galiyev, «Asya ve Avrupa halklarının sosyo-politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin esaslarına ilişkin kimi görüşlerimiz” adlı yazısında, yaklaşımlarını açıklar.

O’na göre;

*Artı değerin özünde, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkiden daha çok, ezen uluslar ile ezilen uluslar arasındaki çelişki vardır. Bir başka deyişle, kapitalizmin temel çelişkisi,«proleter uluslar” ile «metropoller (Batı)” arasındaki çelişkidir. Kapitalizmi ortadan kaldıracak çelişki de budur.

*Batı kültürü, kapitalist sömürünün yarattığı birikim üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda Batı kültürü, bir yandan sömürünün devamını meşrulaştırır, bir yandan da mazlum ulusların bu sömürüyü ortadan kaldıracak özgün bir kültürün inşasını engeller. Dünyada, Batılı ve kapitalist tek bir kültürün egemen olmasını dayatır.

*Batı’da şekillenen burjuva ya da proleter kültürü, asalak, gerici ve yoz bir özellik taşır, çünkü talan temelleri üzerine kurulmuştur. Galiyev, Batı kültürü yerine, sömürgecilik öncesi doğuda mülkiyetsizlik ve eşitlik temelinde var olan Doğu kültürünün yeniden yeşertilmesini savunur. Galiyev’e göre, Türk, Moğol, Arap, Hint ve Çin uygarlıkları ve kültürü, tarihte eylem ve düşünce olarak Batı’ya göre daha üstün olmuştur.

*Batı ülkelerindeki sınıf mücadeleleri reformist temeldedir ve devrimci dönüşümü gerçekleştirmekten uzak kalmıştır. Çünkü Batı emekçileri, kapitalist ülkelerin dünya sömürüsünde aktardıkları kaynakların bir kesimini paylaşmıştır. Bu nedenle, metropol ülke emekçilerinin durumu, sömürgelerdeki emekçilere göre çok daha iyidir. Bu anlamda işbirlikçidirler.

*Batı işçi sınıfı, sınıfsal çıkarının kalıcı ve köklü bir şekilde korunmasını, emperyalizmin sürekliliğine bağlar. Batı işçi sınıfının bu niteliğinden dolayı, dünyadaki bütün emekçileri, bir cephede görmek ve örgütlemek başlangıçta olası değildir.

*Emperyalizme karşı dünya devrimi, mazlum ulusların emperyal devletlere karşı vereceği mücadele ile gerçekleşebilir. Mücadelenin başarısında, sömürge ulusların emperyalizme karşı verdikleri ulusal kurtuluş savaşları belirleyicidirler.

*Kapitalist dünya sömürüsüne karşı verilecek mücadelede, son çözümlemede «Proleter Uluslar Enternasyonalizmi” oluşturulmalıdır

Galiyevçilik ve Turan Sosyalizmi

Galiyev önderliğinde Türk dilli devrimcilerin ana hedefi, Çarlık Rusyası’nın ortadan kaldırdığı Türk Devletleri’nin yeniden eşitlikçilik temelinde kurmaktı. Bu nedenle Bolşevik İhtilali’ni antikapitalist ve sömürgecilik karşıtı bir komünist hareket olarak yorumlamışlardı. Bir başka deyişle; Türk dilli halklar, kurtuluş savaşları ile komünizm ülküsünün iç içe geçmesi doğrultusunda Bolşevik İhtilali’ne omuz verdiler. Bolşeviklerin vaatleri de bunları içeriyordu. Bu durum ihtilalin kaderini de belirledi. Çünkü Kızıl Ordu’nun yarısından çoğunu oluşturanlar, Türk Köylüleri idi. Anılan bileşime sahip Kızıl Ordu olmasaydı, Beyaz Ordu ve emperyalist birlikler Sovyet topraklarından kovulamazdı.

Galiyev, ihtilalin tamamlanmasından sonra, Sosyalist Rusya ile eşit haklara sahip Turan Sosyalist Federasyonu’nun kurulması doğrultusunda görüşler ileri sürdü ve kimi etkinliklerde bulundu. Federasyon üç devletten oluşacaktı. Bu üç devlet; Müslüman Kafkasya Federasyonu, Tatar-Başkurt Sosyalist Cumhuriyeti ve Türkistan Sovyet Cumhuriyeti olacaktı.

Kurulacak Turan Sosyalist Federasyonu, Türkiye, İran, Afganistan, Çin ve Hindistan’da Ulusal Kurtuluş Savaşlarını tetikleyecek ve destekleyecekti. Ulusal kurtuluş savaşları ile İngiliz emperyalizmi yıkılacak ve dünya devrim süreci başlayacaktı.

Bununla birlikte, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in egemen olduğu Sovyet İktidarı, Rus kültürünün egemenliğini öngören bir yaklaşımı hayata geçirdi. Sosyalizm adı altında Rus sömürgeciliği, Türk dilli halklarda egemen kılındı. Örneğin dili, kültürü ve ekonomisi bir olan Türkistan boy boy parçalandı, Türk dilli halklar arasında farklılaştırmaya yönelik olağanüstü politikalar uygulandı. Emperyalizmin klasik böl, parçala ve yönet stratejisi Türkler üzerinde gerçekleştirildi. Bugün yaşamakta olduğumuz süreçte, Orta Asya’daki Türk Devletleri’nin yöneticilerinin Rus dili dışında anlaşamıyorlar olmasının nedeni bu değil mi?

Sonuçta, Sovyetler Birliği’nde tek belirleyici olan Stalin egemenliğindeki parti, Galiyev ve diğer Türk devrimcilerini tasfiyesini gerçekleştirdiler ve ölüme mahkûm ettiler. Ruslar, bu kapsamda Türk dilli devletlerdeki Türk aydınlarını sürgüne gönderdiler, çoğunu da öldürdüler. Bu halkları aydınsız bıraktılar. Ünlü Kırgız Türkü yazarı Cengiz. Aytmatov anılarında, babası ve arkadaşlarının nasıl yok edildiğini anlatır.

Galiyev’in Öngörüsü

Galiyev, ezilen uluslar devrimin öncüsü durumuna gelmezlerse Sovyetler Birliği’nin yıkılmaya mahkûm olacağını öngörmüştü. Galiyev’e göre, Sovyet Devrimi, mazlum uluslar devrimci hareket içinde yer aldığı için başarıya ulaşmıştı. Belirtildiği üzere; Kızıl Ordu’nun yarısından fazlası Türk köylülerinden oluşmasaydı, Beyaz Ordu ve emperyalistlerin yenilmesi söz konusu olamazdı. Sovyetler Birliği, mazlum ulusların uyanışını örgütleyerek yaşamını sürdürebilirdi. Aksi durumda uzun ömürlü olamayacaktı. Tek ülkede proleterya diktatörlüğü adı altında sürdürülen bürokratik iktidar, bir yandan egemenliği altında yaşayan milletler arasında eşitsizliği yarattı, bir yandan da emekçilerin yabancılaşmasına neden oldu.

Sonuçta, Rus kapitalizmi yeniden hortladı, Sovyetler Birliği dağıldı. Ancak daha kötüsü ortaya çıkan bu durum, sosyalizmin iflası ve kapitalizmin başarısı olarak algılandı. Bu bağlamda Tarihin Sonu’nun geldiği konusunda kuramlar üretildi. İşin açı bir yönü de, sosyalizmi bir inanç olarak algılayanlarda belirdi. Türkiye gibi kimi ülkelerde döneklik ortaya çıktı, geçmişte Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kayıtsız koşulsuz biat edenler yeni kapitalist Kâbeler edindiler.

Galiyev, kültürel temelde de Sovyetler Birliği’nde Ruslaştırmanın (Pan-Rusist) egemen kılındığını gözlemledi. Tasfiye edilme sürecini yaşarken bu konudaki görüşlerini şöyle açıkladı: «Ya Rusya kendi ulusal parçalarına ayrılarak birkaç yeni ve ulusal devlet oluşacak ya da Rusya’daki Rus egemenliği yerine ulusların ortak egemenliği gelecektir. Diğer bir deyişle, Rus halkının başka halklar üzerindeki diktatöryası yerine, bu halkların Rus halkı üzerindeki diktatöryası gerçekleşecektir. Bu ikilem, koşulların oluşturduğu tarihsel bir zorunluluktur. Olasıdır ki, birinci şık gerçekleşecektir. İkincinin gerçekleşmesi durumunda ise, bu şık birinciye geçiş için yalnız bir basamak oluşturacaktır.

Bugün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında yeniden kurulmuş olan eski Rusya, uzun ömürlü değildir. Geçici ve muvakkat bir şeydir. Bu durum, ölmekte olan birisinin son nefesidir, son çırpınışlarıdır.”

Benzer görüş, Mustafa Kemal Atatürk tarafından da ifade edilecekti; «Bugün, Sovyetler Birliği, dostumuz, komşumuz ve müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarının ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi ufalanabilir”.

Galiyev ve Kemalist Türkiye

Galiyev, Türkiye’de Mustafa Kemal’in emperyalistlere karşı verdiği mücadeleyi benimsemiş ve desteklemişti. Galiyev’e göre; «Güneyli Türkler’in yani Türkiye’nin ilerici Türk aydınlarının önderliği altında işçi ve köylülerin süngüleriyle başarıya ulaşması, Türk Dünyası’nın güney kanadını yeniden sağlamlaştırmıştır… Türkleri zayıflatmak, Balkanlar’ı, Mısır’ı, Arabistan’ı, Mezopotamya’yı Türklerin elinden almak için Avrupa yüzyıllar boyunca mücadele etti. Avrupalı hükümdarlara buraları sömürmek nasip olmadı. Olmayacaktır da. Türkiye, yaşıyor ve yaşayacaktır. Türkiye, yalnızca kendisi için yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kapatılmış olan eski parçalarına ve geri kalan bütün Orta Doğu’ya hayat verecektir”.

Özce, yukarıda da değinildiği gibi Galiyev ile Mustafa Kemal arasındaki bağlantı, salt Türk Dünyası’nın güney kanadının sağlamlaştırılması yaklaşımıyla sınırlı olmamıştır. Ekonomik programlarının, halkçılık ve devletçilik ilkelerinin son derece yakın olduğu gözlemlenmektedir.

Doğunun Güneşleri

Mustafa Kemal ve Galiyev, her ikisi de doğunun, daha doğrusu mazlumların güneşi olmuşlardır. Her ikisi şunu görmüşlerdi; «Bir ülkenin bağımsızlığı ya da sosyalistliğini dünya ölçeğinde sürdürmek olası değildir. Tek başına sistemden kopan bir ülke, emperyalist sistem yaşadığı sürece, sisteme yeniden bağlanma tehlikesini taşımaya devam edecektir. Bu nedenle, ezilen ülkeler için tek kurtuluş yolu, emperyalist sistemin tamamen ortadan kaldırılmasıyla söz konusudur. Bu da ancak emperyalizme karşı mücadele ile gerçekleşir.”

Atatürk, bu görüşü 1933’de şöyle ifade ediyor: «Doğudan doğan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu devletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum… Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı egemen olacaktır.”

Bu iki önderden Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni emperyal devletlere ve yerli iş birlikçilere karşı verdikleri savaşımla kurmuştur. Cumhuriyet, aradan geçen yıllar içinde, ağır saldırılara karşı yaşamasını sürdürdü ve sürdürecek. Buna karşılık Galiyev, Rus egemenliğinde uzun süre kalmış Türk dilli halklarda ulusal bilinç yeterince oluşmadığı için öngördüğü Turan Sosyalizmi’ni gerçekleştiremedi. Uzunca bir süre unutuldu ve unutturuldu. Burada daha öncede belirtildiği gibi, Avrupa merkezli görüşlerin Doğulu okumuşlar üzerindeki egemenliği de rol oynadı.

Mustafa Kemal ve Galiyev Çizgisini Hayata Nasıl Aktarabiliriz?

Öncelikle Türk okumuşlarının Avrupa merkezli görüşlerin egemenliğinden, oryantalizmden kurtulmaları gerekiyor. Bir başka deyişle, bunun Batı’nın Doğu’yu dikkate almayan bilim dışı bir hurafesi olduğunu fark etmelidirler. Sümer, Babil, Asur, Mısır, Hint, Çin, Türk, Arap gibi kültürlerin uygarlığa katkılarını bilmelidirler. Batı’da yeşeren teknolojik gelişmelerin Doğu kaynaklı olduğunu, günümüzde Batlılar bile kabul etmiş bulunuyor (Bakınız; Hobson, J.M,2008. Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenler, Yapı Kredi Yayınları).

Kısaca; Türk okumuşunun da atalarının yarattığı değerleri öğrenme zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir. İki örnek verelim: Dünyanın en güzel yapıtlarından biri olarak kabul edilen Taç Mahal’in mimarlarının Mimar Sinan’ın çırakları olduğu biliniyor mu? Uluğ Bey adlı Türk bilimcisini kaç kişi tanıyor? Uluğ Bey’in hazırladığı dünya haritası Yeni Dünya’nın keşfinde yol göstericilik yapmadı mı?

Bu bağlamda Mustafa Kemal ve Galiyev çizgilerini; başta Türkiye, Türk dilli devletler ve dünya ölçeğinde, eskisinden daha güçlü bir şekilde sahiplenmeli, araştırmalı ve temel çizgilerinden ödün vermeksizin güncelleştirmelidir. Temel nedeni şu; dünyada uluslararası ve buna bağlı olarak sınıfsal sömürü, en az eskisi kadar, hatta daha ileri düzeyde varlığını sürdürmeye devem ediyor. Emperyalizm savaş sanayisi ile ayakta kalabiliyor. Bu nedenle her yerde savaş çıkartıyor, uygarlıkları ortadan kaldırıyor. Uygar geçinen Batı’nın başka çaresi kalmadı. Ancak, Batı’nın emekçileri de, Galiyev’in söylediği gibi emperyalistlerin işlediği bu suçları dünya sömürüsünden pay aldıkları için görmezlikten geliyorlar, açıkça suçu paylaşıyorlar.

Mustafa Kemal ve Galiyev çizgisini hayata aktarmak nasıl olası olabilir?

Bu amaçla öncelikle Mustafa Kemal ve Galiyev çizgisini sentezleyecek mazlum uluslar araştırma enstitüleri, vakıflar veya düşünce merkezleri kurulmalıdır. Ancak son çözümlemede iş siyasetten geçmektedir. Bu bağlamda;

*Her mazlum ülkede, devletçilik ve halkçılık politikalarını uygulayacak siyasi partilerin iktidar olmasını sağlayacak çalışmalar yapılmalıdır.

*Türk dilli devletlerarasında başlangıçta kültürel, daha sonraları ekonomik ve siyasal birliktelikler kurulmalıdır.

*Bütün mazlum milletleri kapsayacak dayanışma ve güç birliği örgütleri oluşturulmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu örgütlenmenin başını çekmede tarihsel bir sorumluluğu vardır.

Mazlum milletlerde devletçilik ve halkçılık temelinde siyasi partilerin iktidar olması durumunda, uluslararası sömürü giderek azalacaktır. Bu durumda metropol devletlerde emekçilerin burjuvazi ile çelişkileri de hızlanacaktır.

*Sondan bir önceki aşamada, mazlum milletlerin dayanışma ve güç birliği örgütü ile sömürgeci milletlerin emek örgütleri arasında kurulacak iş birliği, emperyalizme karşı harekete geçecektir. Eşitlikçi bir dünya düzeni anılan bu birliktelik ile gerçekleşebilir.


İşte o zaman Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi «Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı egemen olacaktır”.




Bunları da sevebilirsiniz