Türkiye’nin Yeni Dış Politika Stratejisi Ve İsrail’le İlişkiler

Türkiye ve İsrail arasında Mavi Marmara gemisi baskınıyla doruğa ulaşan gerginlik hiç hız kesmeden devam ediyor. Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın İsrail’den ısrarla özür dilemesini istemesi ve tazminat talebi ve Filistin konusundaki söylemleri iki ülke arasındaki gerilimi daha da arttırmakta. Türkiye İsrail arasındaki gerginliği sadece Mavi Marmara ve Filistin konularıyla açıklamaya çalışmak olayı basite indirgemek olur. Türkiye ve İsrail arasındaki sorunların asıl kaynağı, Türkiye’nin değişen dış politika stratejisi ile yakından ilgili. Türkiye’nin bölgede oynamaya çalıştığı yeni rol, İsrail’in çıkarları ile çelişmekte ve İsrail’i Türkiye’ye karşı daha saldırgan bir politika izlemeye zorlamakta.

DIŞ POLİTİKADA ROL VE ÇATIŞMA

Devletlerin dış politikadaki temel hedefleri ulusal çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktır. Fakat, özellikle dış politika literatüründe, «ulusal çıkar” kavramının tanımı ve nasıl belirlendiği konusunda çok derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Dış politikada kararların, işbaşında bulunan karar vericiler tarafından alındığı göz önünde tutulursa, bu kararların onların tercihlerini yansıttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Karar vericiler de ideolojileri, yetiştikleri ortam ve sahip oldukları kültür doğrultusunda, devletleri için bir kimlik ve rol belirler ve bu rol doğrultusunda da ulusal çıkar tanımı yaparlar. Sonuç olarak bir devletin ulusal çıkarı, işbaşındaki karar vericilerin kendi devletlerine biçtikleri rol ile doğru orantılı olmaktadır.

Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya koyduğu dış politika stratejisi, AKP ve onun dış politikadan sorumlu Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Türkiye’ye biçtiği rol ile yakından ilişkilidir. Batı’da «eksen kayması” olarak tanımlanan bu strateji, Türkiye’yi bir çevre ülke değil, bölgede merkez bir güç yapmayı amaçlamakta. Bu yeni role uygun olarak Türkiye ulusal çıkar kavramını tekrar tanımlamakta ve bölgede etkin bir güç haline gelmeyi planlamaktadır. Türkiye’nin Yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılabilecek olan bu yeni politikası doğal olarak, bölgedeki diğer ülkelerin kendilerine biçtikleri rollerle her an çatışabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu devletlerin başında zaten bölgede diken üstünde oturan İsrail gelmektedir. Tüm dış politika stratejisini güvenlik temeline oturtan İsrail’in, Filistin konusunda hamilik rolüne soyunan ve bu konuda radikal bir söylem benimseyen Türkiye ile çatışma içine girmesi kaçınılmazdır. Bu konuda rahatsızlığı olabilecek ikinci ülke ise İran’dır. Şimdilerde pek sesi soluğu çıkmayan İran da bölgesel bir güç olma amacı gütmektedir ve fırsatını yakaladığı anda Türkiye ile rekabete girişmekten kaçınmayacaktır.

Türkiye’nin yeni dış politika stratejisi, yukarıda da belirtildiği gibi AKP hükümetinin Türkiye’ye uluslararası ve bölgesel anlamda biçtiği rolle yakından ilişkilidir. Ancak bu stratejinin yürütülmesi iki önemli faktöre dayanmaktadır. Bu faktörlerden birincisi ve en önemlisi sahip olunan güçtür. Türkiye orta büyüklükte bir devlet olarak, bölgede belli dereceye kadar bağımsız hareket etmesine olanak sağlayacak ekonomik ve askeri güce sahiptir, ancak bu gücün de sınırları vardır. Bu sınırların başında, süper güçlerin, özelikle de Amerika’nın bölgeye ilişkin politikaları gelmektedir. Her ne kadar Obama hükümeti kendi ekonomik sorunları ile boğuşmaktan bölgeye gereken önemi vermiyorsa da, çıkarları tehlikeye girer girmez müdahale etmekten kaçınmayacaktır.

Diğer önemli bir faktör ise, Türkiye’nin kendine biçtiği rolün, bölgedeki diğer devletler tarafından benimsenmesidir. Bu durum sahip olunan güçle ilişkili olduğu kadar, bazı psikolojik etmenlere de bağlıdır. Türkiye’nin bölgesel liderlik rolü ancak bölge ülkelerinin bu rolü ve kimliği benimsemesi halinde etkili olacaktır. Ancak, bölgedeki çoğu Arap ülkesinin, Türkiye-İsrail gerginliği karşısındaki tepkilerine bakarsak bunun gerçekleştiğini söylemek pek mümkün gözükmüyor. Sokaktaki vatandaşın Türkiye ve Türk politikacılarına olan sevgisi ve ilgisi ise çoğu demokrasiden yoksun bu devletlerin başındakiler için pek bir anlam ifade etmiyor. Başbakan Erdoğan’ın BM’deki konuşmasına Arapların ve hatta Filistinlilerin ilgisizliği buna örnek gösterilebilir. Başbakan’ın Filistin’in haklarını savunduğu ve İsrail’i sert bir dille eleştirdiği konuşmayı, Filistin sıralarındaki sadece bir kadın temsilcinin takip etmesi ve onun da çoğu zaman cep telefonuyla ilgilenmesi, Türkiye’nin bölgesel liderliğinin bu ülkeler tarafından pek ciddiye alınmadığını gösteriyor.

SONUÇ

Türkiye bölgesel anlamda hızla gelişen bir ülke ve gelecekte bölgede liderlik rolünü oynayabilecek bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi sadece Türkiye’nin kendi dinamiklerine bağlı bir durum değil. Bölgedeki ülkelerin ve süper güçlerin de Türkiye’nin kendine biçtiği bu rolü tanımaları en az kendi iç dinamiklerimiz kadar önemli. Aksi takdirde yeni dış politika stratejimiz ideolojik bir ütopyadan öteye gidemez.

Bunları da sevebilirsiniz