Şarkılarıyla Geçti Aramızdan: Kazım Koyuncu

25 Nisan 1986 günü bir grup bilim adamı bir araya geldiler. Amaçları bir deney yapmaktı. Başlangıçta her şey yolunda gibi gözükse de yanlış tasarlanan yapılar ve ardarda verilen yanlış kararlar büyük bir felaketi beraberinde getirdi.

Büyük bir patlama…

Yer: Ukrayna Çernobil Nükleer Santrali

Ve ardından yıllar sürecek hastalıklar, acılar…

Aslında dünyanın çok da yabancı olmadığı bir durum söz konusu. Amerika Birleşik Devletleri ikinci dünya savaşını sonlandırmak için üç gün arayla Hiroşima ve Nagasaki’de kullanmıştı nükleer teknolojiyi… Hiç suçu olmayan kadın, erkek, savaş nedir henüz bilmeyen çocuklar birbirinin gözleri önünde öldü. Ardından yıllarca süren nükleer teknoloji rekabetinin yaşandığı, herkesi endişelendiren uzun soğuk savaş yılları geldi.. Her gerilimde acaba nükleer silahlar bu sefer kullanılacak sorusu akıllardan geçti.

İşte bu teknoloji yarışının sonuçlarından biridir nükleer santraller. Aslında nükleer santrallerin, enerji verimi için iyi bir yol olduğu düşünülmektedir. Ama birçok soruyu da kendi içerisinde barındırır. Acaba her an sızıntı, reaktör arızaları ve patlama riski barındıran bu enerji kaynağı insan hayatından daha mı değerlidir?

O dönem hala varlığını sürdürmekte olan Sovyetler Birliğinin patlamayı bir süre dünya kamuoyundan saklaması patlamanın doğurduğu olumsuz etkilerin katlanarak artmasına neden olmuştur.

Hemen yakınında yaşanan bu büyük felaket karşısında Türkiye ne yapmıştır sorusunun cevabı ise ne yazık ki hiç iç açıcı değil..

Türk Tabipler Birliğinin 2006 senesinde yayınladığı «Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser” başlıklı raporda, Çernobik nükleer reaktör kazası ile Karadeniz Bölgesindeki kanser hastalığı vakaları arasındaki ilişkiyi açıklamıştır. Çernıbildeki patlama sonucunda oluşan radyoaktif bulutlar 3 Mayıs 1986’da Marmara’ya, 4-5 Mayıs günleri Batı Karadeniz’e, 6 Mayıs’ta Sivas’a, 7-9 Mayıs tarihlerinde Trabzon- Hopa’ya ulaştığı belirtilmiştir. Rapor’da Hopa’da kanser görülme sıklığı ile kanser nedenli ölümlerin, Türkiye’nin diğer coğrafi alanlarına göre daha fazla olmasının Çernobil ile bağlantılı olduğu belirtilmiştir.

İşte bu radrasyon bulutlarının en çok etkilediği Hopa’da nüfus kağıdına göre 1972 yılında bir çocuk dünyaya geldi. Amcasının doktorunun adını taşıyan Kazım, Koyuncu ailesinin altı çocuğunun beşincisiydi. Kardeşleri ve çevresindenki diğer çocuklardan farklı olduğu kısa sürede fark edildi. En iyi anlaştığı insanlar hep kendinden büyükler oldu. Çocukluğunu «üstadım” diye adlandırdığı kemençeci Yaşar’ın (Yaşar Turna) yanında, onu dinleyerek geçirdi.

1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde okumaya başladı. İlk yıl düzenli olarak okuluna gitti ancak daha sonra müzik yavaş yavaş bedeni ve ruhuna işlemeye başladı. Kendisi ile yapılan bir söyleşi de bu durumu şöyle anlatıyordu : «´Çocukluğumdan beri müzikle ilgiliydim. Üniversite müzikle ilgilenmem için iyi bir bahaneydi. ´Politikacı ya da kaymakam mı olacağım, zaten yapmazlar!´ deyip üniversiteyi son yılında bıraktım ve tamamen müzikle ilgilenmeye başladım. Başarısız olsaydım ki bir külkedisi hikayesi değil bu ve sebepleri de var, ahlayıp vahlanmayacaktım”.

Başarısız olmayı da göze alarak başladığı müzik kariyeri kendisine hep başarı getirdi. Yaptığı albümler, söylediği şarkılar birçok insanın dikkatini çekiyordu. Zaman gelecek ve Taksimdeki bütün albüm satan yerler onun müziğini çalacaktı.

Sadece müziğini yapmakla kalmadı. Doğaya verilen zararlara tepkisini de hep koydu. Viva albümünün girişinde şu sözcükler yer aldı:

« Artvin ve Bergama´da siyanürle altın arama belası, Akkuyu´da nükleer santral, Gökova´da termik santral, Fırtına Vadisi´nde hidrolik santral… derken şimdi de- ki aslında çok zaman önce başlayan – Samsun-Sarp Sahil Yolu Projesi. Bu proje kapsamında yok edilen ve durdurulamazsa tümüyle yok edilecek olan sahillerimiz ve çocukluğumuz ve geleceğimiz ve tarihimiz ve YAŞAM!
İnsan hayatının hiçe sayıldığı, kendinden olmayanın değersiz görüldüğü, barışın ve kardeşliğin önemsiz sözcükler, insanın en değersiz şey olduğu ülkede yok olan sen, yok olan ben, yok olan sevgi, yok olan zaman, yok olan insan, yok olan YAŞAM!”

1986 Çernobil faciasından sonra yetkililer çok ciddiye almayıp tehlike olmadığını iddia etseler de tehlike vardı, gün geçtikçe Karadeniz’de kanser öyküleri çoğalmaya başlamıştı. Kazım Koyuncu bu çevresel felakete karşı harekete geçen Karadenizlilerden bir tanesiydi. Kanser forumlarına, kampanyalara katıldı. Bu forumlardan bir yıl sonra «Benim en büyük fobilerimden biri” dediği kanser pek çok hemşehrisi gibi onun da kapısını çalmıştı. Düne kadar kanserle mücadele ediyordu, bugün kendi trajedisini yaşamaya başlamıştı.

En büyük fobisi onu yakaladıktan sonra da kanserliler için çalışmaya devam etti. Ha kanser ha konser sadece bir harfi farklı diyerek lösemili çocuklar için konserler düzenledi.

Bütün tedavilere ve uğraşlara rağmen 25 Haziran 2005’te hayata veda etti. Bütün sevenleri, sanatçı dostları kırmızı karanfiller ile veda ettiler Kazım’a..

Ondan bize kalanlar ise bu dizeler…

İşte gidiyorum

Birşey demeden

Arkamı dönmeden

Şikayet etmeden

Özellikle Japonya depremiyle tekrar gündemimize giren yeni bir nükleer santral krizinin ardından birçok ülke yavaş yavaş santrallerini kapatma planları yaparken Türkiye’nin gündeminde Sinop ve Akkuyu nükleer santralleri var.

Kazım Koyuncu şikayet etmeden gitti ama nice Kazımlarımızı kansere kurban vermemek için tüm dünya insanlarının, bizim, artık dur deme zamanı(mız) gelmedi mi?

Bunları da sevebilirsiniz