Emperyalizmin Kökeni Üzerine Genetik Arayışlar; Emperyal Genler Var Mı?

Emperyalizm, bir başka deyişle uluslararası sömürü, kapitalizmin bir ürünü olarak kabul ediliyor. Batı ülkelerinde yeşeren kapitalizm, salt kendi ülkesindeki artı değere el koymuyor, çevre ülkelerinin ürettiği mal ve hizmetlere, yer altı ve yer üstü kaynaklarına da el koyuyor, bunları denetlemek istiyor.

Emperyalizm Neler Yapıyor?

Başta silah endüstrisini ayakta tutmak için sürekli genel ve yerel savaşlar çıkartıyor, bu amaçla mikro milliyetçilik dahil her şeyi kullanıyor.

  1. Kendisine bağımlı diktacı yönetimleri gözü kapalı kollarken, karşı çıkan devletleri ileri demokrasi söylemleri ile devirmeye çalışıyor.
  2. Gelişen teknolojiyi kullanarak yer altı ve yer üstünde ne varsa sömürüyor, ekonomik tetikleyicilik yapıyor.
  3. Çevreyi, geri dönülmeyecek bir şekilde kirletiyor. Geri kalmış kirletici teknolojileri çoğunlukla üçüncü dünya ülkelerine aktarıyor.
  4. Kültürün de kendilerine benzerlikten geçmesi gerektiğinde dayatıyor, farklı kültürleri ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Ortaya çıkan bu gibi görünümler, kapitalizmin ekonomi-politik yapılanmasının bir sonucu olarak şekilleniyor.

Emperyalizmin kökeninde acaba başka nedenler var mı? Söz gelişi, emperyalizmi yaratan nedenler arasında, insan topluluklarının özelliklerini oluşturan kalıtsal etmenler, kısaca genler de rol oynuyor mu?

Gen Nedir?

İnsan topluluklarında, diğer canlılarda olduğu üzere gözlemlenen her türlü özellikler, topluluklardaki bireylere ait genlerle, içinde yaşadıkları çevre etmenlerinin ortaklaşa etkileri altında oluşurlar. Burada «gen”in kısa tanımı şu: Canlıların hücre çekirdeğinde bulunan kromozomları oluşturan DNA moleküllerinde dış yapı ve fizyolojik özelliklere ilişkin bilgileri kodlayan bağımsız en küçük kalıtım birimi. Üremeyle yavrulara aktarılan birimler, belirli oranlarda bunlardır. Çevre ise, canlının genetik yapısı dışında içinde yaşamakta olduğu ve etkilendiği ortam ve koşullar (bakım, besleme, barınma, eğitim-öğretim, coğrafi ortam ya da iklim gibi) olarak tanımlanabilir.

Kısaca, insan topluluklarında bireyler arasında gözlemlenen farklılığın bir kesimi, onların farklı genetik yapıya sahip olmalarından kaynaklanır. Görünüşümüz dahil, zeka, aptallık, özverili olma, bencillik, sakinlik, aşırılık gibi davranışlarımız ile hastalıklara duyarlılık gibi özelliklerimizin ortaya çıkmasında taşıdığımız genlerin farklı düzeylerde –Genetik Bilimi’nde buna kalıtım derecesi diyoruz- payları vardır.

Günümüzde, moleküller genetik çalışmaların devreye girmesiyle, sözü edilen genlerin varlığı ortaya konulmaya başlanılmıştır. Örneğin, Nisan 2011 tarihli Journal of Human Genetics adlı dergide yayımlanan bir araştırmaya göre, 5-HTT adlı genin uzun versiyonuna sahip kişilerin daha mutlu oldukları bildiriliyor. Bir başka kaynakta da yalakalık ile ilgili bir genin varlığına değiniliyordu. Bilimciler, insanların 5 ila 10 yıl içinde genomlarının okunabileceğini belirtiyorlar.

Emperyal Genler Var Mı?

Şimdi soru şu: Kimi insan toplulukları ya da halklar, kendilerine siyasal ve ekonomik güç sağlayan şeyleri başka halklara göre daha erken geliştirdiler, kimi halklar da bu güç kaynaklarına sahip olamadılar. Güç kaynaklarına egemen olan ülkelerin, genel olarak Batı’nın, başka ülkelerin kaynaklarına da el koydukları biliniyor. Özetle, bu ülkeler emperyal davranış içindeler. Gelinen bu noktada, emperyalizm; salt halklar arasındaki çevresel farklılığın, bir başka deyişle salt üretim biçiminin ve ilişkilerin yarattığı ekonomik düzenin bir sonucu mu, yoksa halklar arasındaki biyolojik farklılıktan daha açıkçası gen farklılığından mı kaynaklanıyor?

Bu soruya ilişkin birden fazla cevap arayışına girmek olasıdır. Kimileri, ortaya çıkan bu durumun çevresel farklılığın önemli bir bileşeni olan coğrafi farklılıktan kaynaklandığını bildiriyorlar. Bunlara göre; «tropik iklimlere yakın yörelerde tarım devrimi daha önce başlamış, ancak bu durum zaman süreci içinde doğanın tahribine de yol açmış, toprak çoraklaşmış ve teknolojik ilerleme durağanlaşmıştır. Buna karşılık, kutuplara daha yakın yerlerdeki ülkelerdeki zor koşullar, onları teknolojik açıdan daha yaratıcı olmaya zorlamıştır (Diamond,J., 2008 Tüfek, Mikrop ve Çelik. Tübitak Popüler Bilim Kitapları). Özetle, sanayi devrimini körükleyen ve emperyalizmin kökenindeki kapitalizmi oluşturan etmenlerin başında, bu coğrafi farklılık yatıyor deniliyor.

Genin temel belirleyici olduğunu savlayanlara göre ise; «nasıl insanlar arasında bencillik bakımından farklılık varsa, bu da gen farklılığından kaynaklanıyorsa, Avrupa devletleri ve onlardan türeyen Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi ülkelerde yaşayan halkların genlerinde bencillik özelliğinin egemen olduğu söylenebilir. Emperyalizmi ortaya çıkaran biyolojik özellik buna dayanabilir. Bunu kanıtlayan birçok örnek verilebilir. Söz gelişi; Haçlı Seferleri, dünya paylaşım savaşları, ırkçılık, atom bombası, günümüzde enerji kaynaklarını ele geçirmek için işgal hareketleri, çocuk ticareti gibi konular, Batılı emperyalist ülkelerin ürünleri değiller mi?”

Belki de sorunun doğru cevabı şu olabilir: Emperyalizm, Batılı halklar ya da ulusların sahip oldukları genlerle, içinde yaşadıkları coğrafya ve sosyo-ekonomik çevrenin ortaklaşa etkileri ile oluşan kapitalizmin bir halkasıdır. Bu oluşumda, Batı topluluklarının içinde yaşadıkları olumsuz çevre koşullarına karşı, binlerce yıldır kendilerini koruma ve soylarını devam ettirme güdüsünü yaratan bencil genlerin payı da vardır denebilir. Bu bağlamda, Batılı halklarda bencil genlerin göreli paylarının, genetik bilimi terimiyle bencilliğin kalıtım derecesinin yüksek olduğu söylenebilir mi? Bu genleri, «emperyal genler” olarak adlandırmak olası mı? Acaba, özellikle 19.asırdan beri emperyalizmi besleyen Avrupa merkezci görüş, bir başka deyişle Oryantalizm temelinde yatan bu genler mi? Bilindiği üzere bu görüşe göre; «Batı gelişmeye açıktır, uygarlığın, teknolojik ilerlemenin yaratıcısı ve sahibidir. Doğu ise durağandır, gelişmeye kapalıdır. Bu nedenle Batı, tarihsel gelişimin muzaffer taşıyıcısı, Doğu da onun edilgen alıcısı olacaktır. Bu iki karşıtlık Avrupa merkezciler tarafından kadın ve erkek kimliğine de indirgenmiştir. Modern Batı erkek, Doğu kadın olarak yapılanmıştır(Hobson, J.M; 2008 Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, Yapı Kredi Yayınları).

Önemli Bir Not:

Bu yazıda dile getirilmeye çalışılan yaklaşım, «genetik determinizm” olarak algılanmamalı. Özellikle davranışlarımızla ilgili ıraların ortaya çıkmasında, içinde yaşadığımız ortamın üretim biçimi ve ilişkileri, eğitim, beslenme-sağlık olanakları gibi, kısaca çevrenin etki payları yadsınamaz. Genetik determinizm bizi, «öjenizm” olarak adlandırılan insan topluluklarında istenilmeyen özellikleri ortadan kaldırmak amacıyla, üremenin denetim altına alınmasıyla, insan ırkının «ıslah edilebileceği”ni savunan öğretiye kadar götürebilir. Öjenizm yandaşları, toplumsal sorunların insanlardaki olumsuz genetik özelliklerden kaynaklandığını ve bunların gelecek kuşaklar açısından oluşturacağı sorunları çözmek için ayıklanabileceğini savunurlar. Bu öğretinin mantıksal sonucu, koyu bir ırkçılık ve gericiliktir.

Ancak ıralarımız üzerine elbette taşıdığımız genlerin de paylarının olduğunu genetik bilimi bize gösteriyor. Aksi durumda genetik determinizm gibi «çevresel determinizm” de bizi açmaza düşürebilir. Böylesi bir yaklaşmın uç noktası, geçmişte Sovyetler Birliği’nde Lisenkoculuk olarak ortaya çıktı. Lisenkoculuk, çevresel etkilerle kalıcı genetik değişiklikler yaratılabilir ve bu değişiklikler dölden döle geçebilir olarak tanımlanabilecek Yeni-Lamarkçılık yaklaşımının bir ifadesiydi. Bu bağlamda Lisenko, genetik bilimininin «burjuva bilimi” olduğunu ilan ederken, Mendel’in görüş ve yaklaşımlarını savunan ve o çizgide yürüyen bütün bilimcileri de birer hedef tahtası durumuna getirmişti.


Bunları da sevebilirsiniz