Analiz 16

Geçen ay dünya ekonomisinde enflasyonist eğilimler ve Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin tartışmalar yeniden alevlendi. Bu tartışmaların merkezinde, Avrupa Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 1’den yüzde 1.25’e yükseltmesi ve Portekiz’in kurtarma paketi için AB’ye başvurması yer aldı.

Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımı, gelişmiş ekonomilerin merkez bankaları arasındaki mutabakatı da bozmuş, böylece enflasyon korkusu da AB’nin gündemine oturmuş oldu.

Bu kararla, AB’nin kriz içindeki üyelerinin yüklerinin daha da arttığını, hatta birliğin çözülmesine giden sürecin resmen başladığını söyleyebiliriz.

Geride bıraktığımız yıl içinde emtia piyasalarında ilginç gelişmeler olmuştu. Brent ham petrolünün varil fiyatı bir yıl içinde yüzde 49 oranında yükseldi. Aynı dönemde bakır, altın ve gümüş fiyatları sırasıyla yüzde 25, 28 ve 125 oranında arttı. Gıda ürünlerinde de benzer bir eğilim gözleniyordu. Mısırın yıllık fiyatı yüzde 120 oranında artarken buğday, soya fasulyesi, şeker ve pamuk fiyatlarındaki artış sırasıyla yüzde 70, 35, 63 ve 156 oranında oldu.

Altın ve gümüş piyasalarında bir arz daralması sorunu yaşanmazken, altın ve gümüş fiyatlarının 1474 ve 40 doları aşması, enflasyonda artış dolarda gerileme bekleyen fonların güvenlik arayışından kaynaklanan sermaye hareketleriyle açıklanabilinir.

Bu beklentileri destekleyen diğer bir gelişme de, Japonya’da yaşanan üçlü felaketin (deprem, tsunami, radyasyon) dünya ekonomisine getireceği ek enflasyonist baskılardır.

Birincisi; Japonya’daki yıkım, bu ülkenin gıda, enerji ve ham madde ithalatını artırarak ilgili piyasalardaki fiyatlar üzerine ek baskı getirecektir.

İkincisi; dünya piyasalarında, özellikle gelişmiş ülkelerde, otomotiv ve yedek parça sektöründe, Japonya’daki üretimin aksamasına bağlı olarak yaşanan tedarik sıkıntıları fiyatları yukarıya doğru itebilecektir.

Üçüncüsü; Japonya dünya piyasalarında en önemli kredi kaynaklarından, gelişmiş ülkelerin devlet borçlanma kağıtlarının önde gelen alıcılarından biridir. Şimdi Japonya’nın kaynaklarını ülke içinde kullanma eğilimi güçleneceğinden, bu kağıtlara olan talepte bir daralma olacaktır. Bu daralmanın yaratacağı açığı, merkez bankalarının para basarak kapatma denemeleri sonucunda artacak olan para arzının, ek bir enflasyonist baskı yaratması da söz konusu olabilir.

Tüm bu enflasyonist baskılar, maliyet üzerinden gelen kar oranlarını, birikimi ve nihai olarak ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecektir.

Artırılan her faiz oranı, kredi maliyetlerini de artırarak, sanayi sektörü ve tüketici talebi üzerinde olumsuz etki yapacaktır.

Dahası uzun ve kısa dönemli faiz oranları arasındaki farkın kapanmakta olması, gelecekte bir ekonomik yavaşlamaya işaret etmektedir.

Bu yıl ekonomik büyüme oranlarının, Yunanistan, İspanya ve Portekiz için sırasıyla yüzde -4, 0.5 ve -1.2, Avro bölgesi için de yüzde 1.7 olması beklenmektedir. Buna karşılık geçen yıl, yüzde 3.6 oranında büyüyen Almanya için bu yılki beklenti yüzde 2.7 oranındadır.

Bu bağlamda, Avrupa Merkez Bankası’nın artan yeni faiz oranları, AB üyelerinin değil Almanya’nın gereksinimlerine uygun görünüyor.

Türkiye Cumhuriyeti’ne içeriden ve dışarıdan bu denli fütursuzca yapılan saldırılara rağmen, 2023 yılında Cumhuriyetimizin 100.yılını kutlayacağımıza emin olmakla beraber, aynı tarihte Avrupa Birliği’nin varlığı için oldukça ciddi tereddütlerim mevcut.

Hem ABD hem AB kendi içinde ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ve zaman ABD ve AB için oldukça sıkıntılıdır. Her gücün ve iktidarın tarihte bir sonu olduğu aşikardır.

Aydınlık bir ay dileğiyle…

Bunları da sevebilirsiniz