Toplumsal Belleğimizden Pusulası Bozulmuş İktidar Manzaraları

Mondros Mütarekesi henüz imzalanmış.
İsmi «mütareke” ama gerçekte Türkiye’yi ve Türkleri darağacına çıkaran, prematüre bir barış antlaşması. Uzatmayalım, takvimler 6 Kasım 1918’i gösteriyor.
İzmir Limanı’na yanaşan bir İngiliz gemisine Rumların ilgisi, bir grup Türkü rencide ediyor. Örgütlenmeye karar veriyorlar. Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti böyle kuruluyor.
Bu cemiyet, Anadolu üzerindeki Yunan emellerine dikkat çekmek için İzmir’de bir halk kongresi topluyor (17 Mart 1919). Yunanlıların iddia ettiğinin aksine, İzmir’de Türklerin çoğunluk olduğunu gösteren bazı Fransızca broşürler bastırıp dağıtıyor.
Aynı günlerde hükümet, «kambur” lakaplı Ahmet İzzet Bey’i İzmir’e vali olarak gönderiyor. Türkiye ve Türklüğün haklarını savunmayı amaç edinen Cemiyet’i (Esas Tüzük/Md. 2), Ahmet İzzet Bey nasıl değerlendiriyor biliyor musunuz? «Siz (diyor Cemiyet üyelerine) hükümet darbesi için çalışır bir kuruluşsunuz. Memleket hukukunu savunma, elinizde bir kalkandır. İttihatçılık ve Bolşeviklikle suçlanmaktasınız”.
Kanıt? Yok. Bilmem tanıdık geldi mi?
Tarihçi olmanın, tarih bilmenin sıkıcı ama öğretici olan yönü, tanık olmasanız da ara sıra bugünü, zaten yaşamış gibi hissetmenizdir. İnsanı, yeterince ilerleme olmadığı düşüncesine gark eden bir ruh hali.
Mustafa Kemal’e İzmir’de yapılmak istenen bir suikastın (1926) deşifre olmasından sonra İttihatçılar, Ankara İstiklâl Mahkemesi marifetiyle tasfiye edildiler. Eski bir ittihatçı olan (esasen ölünceye kadar) Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildiğinde (daha önce bakanlık ve başbakanlık da yapmıştı), ittihatçılık zaten suç olmaktan (!) çıkmış durumdaydı.
Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanlığı döneminde, genel olarak dostane seyreden Türk-Sovyet ilişkileri, Bolşevikliği suç olmaktan (!) çıkarmıştı. Soğuk Savaş döneminde Türkiye Batı yanında saf tutunca, bir süredir «Bolşevik” yerine kullanılan «Komünist” sıfatı, farklı düşüneni karalamanın en kestirme yolu olmuştu. Türkiye’nin komünistlerine, ancak Doğu Bloğu dağıldıktan sonra tahammül edilebilmişti. Tabii bahçenin asli unsurları olarak değil, nadide çiçekleri olarak.
Artık hükümet darbesi yapacak ittihatçı ve komünistimiz yok.
Bu kez, onlarca yıldır varlığını kutladığımız Cumhuriyet ve cumhuriyetçiler, günah keçisi yapılıyor.
Ne tesadüf! Hürriyet ve İtilaf Partisi, mütareke döneminde Cemiyeti, «cumhuriyet kurmak istiyor” diyerek hükümete jurnallemişti. Demem o ki, 90 yıl sonra bu ülkede yeniden cumhuriyet, dolayısıyla cumhuriyetçiler suçlanıyor.
Çünkü cumhuriyeti savunarak, memleketi ileri demokrasiden (!) mahrum bıraktılar. Cumhuriyet mitinglerinde Türk bayraklarıyla yürüyüp, «Yaşasın Cumhuriyet” diye bağırdılar. Çağdaş yaşamı desteklediler. Kültürel yozlaşma ve değerlerimizin yitip gitmesine seyirci kalmadılar. Yargı ve üniversitenin, yürütme sultası altına konulmasına direndiler. KİT’nin küresel ve/veya yandaş yerli sermayeye peşkeş çekilmesine göz yummadılar. Tarım ve hayvancılığımızın kendine yetmez hale getirilmesi ve dışa bağımlı kılınmasına razı olmadılar. Türkiye’nin çıkarlarını önceleyen, onurlu bir dış politikadan yana oldular.
En kötüsü üniversite hocaları, gazeteciler ve çoğu emekli subaylardan oluşan bir terör örgütü kurdular (!). Hükümeti devirmek için bu örgüt, Tokat’ta devriye gezen Mehmetçikleri kurşun yağmuruna tutmaktan bile geri durmadı (!).
Dağarcık Türkiye’nin değerli okurları,
Bekirağa Bölüğü’nü duydunuz mu? Duymadınız ise, lütfen öğrenin. Silivri’de mahkeme edilenlerle Bekirağa Bölüğü’nün mahkûmları arasındaki benzerliği hemen göreceksiniz.
Peki, Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin tutuklanıp Sinop Kalesi’ne sürülecekleri içeren bir defter hazırladığını?
Tanıdık gelmedi ise hatırlatayım. «Eskiden onlar bizi fişliyordu, simdi biz onları fişliyoruz” diyen vekilin ne yaptığını zannediyorsunuz?
O günlerde bu ülkenin başbakanı (Damat Ferit) Paris’ten kovulmuştu. Bugünlerde bir diplomatı alçak koltuğa oturtuluyor, askerlerinin ise başına çuval geçiriliyor.
Emperyalizme hayır! diyebilmeli. Eşbaşkanlık ile olmaz. Neden mi? «One minute” ile başlayıp esip gürledikten sonra, «tavrım moderatöre” demek zorunda kalırsın da ondan. Hatta mayından temizlenecek arazilerini topraksız köylüne değil, esip gürlediğin ülkenin falanca şirketine kiralamaya bile kalkarsın.
Bizden söylemesi…

Bunları da sevebilirsiniz