Viyana bu kuşatmadan kurtulamadı!

Bugünlerde Türklerin dört bir yanlarını sardığını düşünen Avusturyalılar, tarihte iki kez püskürttükleri Türklerin, göç yoluyla Viyana’yı ele geçirdiğine, adeta kendilerine inandırmışlar. Tabi aynı izlenime kapılan başka Avrupa ülkeleri de var.
Son zamanlarda «ben ve öteki”, «biz ve öteki” veya «kendi ve öteki” karşıtlığı gözde kavramlar haline geldi. Bu karşıtlığı hep başkalarında yakalayan insan, kendi içinde yaşadığı aynı karşıtlığı nedense fark etmekte gecikiyor. Hatta kendisinde bu karşıtlığı yok sayıp hoşgörü, saygı ve demokrasi gibi kavramları ilke olarak benimsediğiyle övünüyor. Oysa bilirsiniz ilkeleriyle uyguladıkları arasında uçurumlar görmek insanlığın ironisidir.
Dünyada bununla ilgili sayısız örnek yaşanmış, «ben ve öteki” karşıtlığını konu edinen politik, kültürel ve ekonomik bağlamlarda çok sayıda sosyolojik araştırma yapılmıştır. Bu konuya ilişkin Avusturya’dan çok çarpıcı ve güncel bir örnek vermek isterim. Sözde hoşgörünün ve insan haklarının merkezi olan Avrupa´dan bir örnek, yani bu değerleri başkalarına öğreten ama kendisi bu değerlere sırtını dönen Avrupa’dan.
Avusturya’da 200 binden fazla Türk yaşıyor, bunun 70,000’i Viyana’da. Bu nüfus 1960’larda ilk misafir işçilerin göçüyle başlamış ve şimdi azımsanmayacak bir topluluğa dönüşmüştür. Düşününce, geçmişte farklı etnik gruplardan oluşan bir imparatorluk olan Avusturya’nın ve günümüzde Avrupa´nın kültür merkezlerinden olduğu iddia edilen Viyana’nın, yabancılarla yaşamaya alışmış bir toplum olmasını beklersiniz. Ancak karşımızdaki tablo, bu varsayımı pek desteklemiyor. Geçtiğimiz ay Avusturya’da yerel seçimler yapıldı. Başkentte seçimlerden, iktidardaki Sosyal Demokrat Parti’nin (SPÖ) adayı % 44,13 oyla galip çıktı. Ancak dikkati çeken, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) neredeyse % 30 oranında oy almasıydı.
Bir yıl önce atanan, Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Kadri Ecvet Tezcan, geçtiğimiz Kasım ayında Avusturya’nın Die Presse gazetesine verdiği röportajda, ülkede yaşayan Türklerle ilgili son derece yalın ve cesur açıklamalar yaptı. Gurbetçi vatandaşlarımızın sıkıntılarına tercüman olan bu açıklamalar, yerel basın ve halktan çok büyük tepkiler aldı. Diplomatik teamüllerine aykırı olarak son derece açık, kendi ifadesiyle bir diplomat olarak değil, Viyana’da yaşayan bir Türk vatandaşı olarak konuşan Tezcan, uzunca bir süre gündemi meşgul etti. Halk arasına karışan ve olayları içinden gözlemleyen bir büyükelçi olarak tanınan Tezcan ayrımcılığı iliklerine kadar hissettiği bu memlekette, Türklere yapılan muameleleri ve ülkenin bütünleşme politikasını eleştirirken, «biz ve öteki” karşıtlığını samimi örneklerle dile getirmişti: «Eğer onlarla bu kadar büyük bir entegrasyon sorunu yaşıyorsanız, onları vatandaşlığa nasıl kabul ettiniz? Onlarla konuşmaya mecbursunuz. Türkler mutlu, sizden hiçbir şey istemiyorlar. İstedikleri sadece, kendilerine virüs muamelesi yapılmaması”. Bu demeçte işaret ettiği sıkıntılar ve getirdiği öneriler nedeniyle Tezcan, hükümet yetkililerince ülkenin içişlerine müdahale etmekle suçlandı, aşırı sağcı partilerden biri tarafından büyükelçinin ülkeden gönderilmesi için imza kampanyası başlatıldı. Düşüncelerini «özgürce” açıklayan bir yabancı misyon şefini, bu şekilde susturmaya çalışmak kuşkusuz hiç hoş değil. Hani Avrupa’da istediğini söyleyebilme ve eleştirebilme özgürlüğü vardı? Demokrasi nerede? İşte «bize” gelince hepsi «bizde” vardır da, «ötekine” gelince eksiktir, yarımdır ve azdır.
Böyle düşünen, benzer tepkiler veren ve Avrupa’nın Türkler tarafından sarıldığını düşünen başka ülkeler de elbette mevcut. Nitekim hatırlayacaksınız, aynı ay içerisinde Almanya Başbakanı Angela Merkel de, çoklu kültür anlayışının başarısızlığa uğradığını itiraf ederek, Almanya´nın bir Hıristiyan toplum olduğunu vurgulamıştı.
Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, Ekim ayında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarette, bütünleşme politikalarıyla ilgili olarak Viyana’daki Türklere değinmişti. Bu konuyu görüşmek üzere, 2011 yılı başlarında, Almanya’nın da katılımıyla Viyana’da bir konferans düzenlenecek. Bakalım bu toplantıda, «öteki” olanı içerme, kabul etme çabalarına destek çıkıp; azınlık olanı günah keçisi ilan eden kolaycılıktan vazgeçme yolunda somut adımlar atılabilecek mi? Avrupa çeşitli kültürlere, dillere, dinlere ve etnik kimliklere ev sahipliği yapan bir kıta. Kendilerini Hıristiyan kulübü çatısı altında toplamak yerine, bu inancın asıl değerlerine sahip çıkmayı seçecek mi? Bu soruların cevabını hep birlikte göreceğiz. Aşikardır ki, toplumların birbiriyle uyumlu ve barış içerisinde yaşaması için bir konferans ya da antlaşmayla alınan kararlardan çok somut adımlar ve ülke politikaları, beraberinde birlik politikaları gerekiyor. ‘Ben’imsenen ve ‘Öteki’lerden beklenen ilkeleri uygulamada göstermek gerekiyor. Velhasıl ötekinin uyması gereken ilkeler konusunda ahkâm kesmekle olmuyor!

Bunları da sevebilirsiniz