Türkiye ile Rusya’nın çok kutuplu dünyadaki konumu, jeopolitik alanlardaki işbirliği ekseninde değerlendirildiğinde bazı özellikler belirlemek mümkündür. Özellikle her bir ülkenin jeopolitik davranışlarını etkileyen ve dış siyasi paradigmalarında meydana gelen kıpırdamalar, bu ülkelerin kendi iç özellikleri ve gelişme süreçleri ile yakından ilişkilidir.
Her iki ülkede devletinin oluşum analizi bu bakımdan oldukça önemlidir. Yani güncel siyasi ve sosyo-ekonomik süreçlerin anlaşılması için, bu kapsamda yapılacak analizler konuyu aydınlatmaya yardımcı olacaktır.
Özellikle geçmişte çeşitli jeopolitik kesişim alanlarında yer alan ve yine eski dönemlerde kendi bölgelerinde dominant durumunda bulunan devletlerin oluşum süreçleri günümüze uzanan büyük etkiler içermektedir. Bu açıdan Türkiye ve Rusya arasında güçlü bir benzerlik bulunduğu kolayca saptanabilir.
Türkiye, tıpkı Rusya gibi 20.yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan cataclasm sonucunda, devlet teşekkülünü eskiden tabi olduğu imparatorluğun enkazı üzerine kurmuştu. Fakat daha sonra Rusya, ona ait olan mekânı (farklı bir yapılandırma içerisinde) bazı eksikliklerle geri aldı, Türkiye ise neyi koruyabildiyse onunla tatmin oldu.
İki devlet de emperyalizme karşı tavır koydular. Özgürlük için mücadele eden uluslara örnek oldular. İki ülke de dünya çapında ünlenmiş olan liderler tarafından yönetildiler. İlk dönemlerde güçlü siyasi ve ekonomik işbirliği içerisinde oldular.
Genel düşünceye göre kuruluş döneminde Türk-Rus ilişkileri pürüzsüz durumdaydı. Oysa durum gerçekte böyle değildi. Örneğin 1923 yılında, Jozef Stalin yönetiminde Komünist Partisi tarafından düzenlenen bir toplantıda «Kafkasya’da ve Orta Asya’da bizim esas düşmanımız İngiliz Emperyalistler değildir. Onların yerini Kemalistler almıştır” düşüncesi dile getirilmiştir. Diğer yandan 1933 yılında Türkiye Cumhuriyeti Önderi Mustafa Kemal Atatürk de şu mesajı veriyordu: «Er ya da geç Sovyetler Birliği de, tıpkı Osmanlı ve Avusturya Macaristan İmparatorlukları gibi dağılacaktır ve birçok kardeş Türk devleti ortaya çıkacaktır. Biz onlarını kabulüne hazır olmalıyız”.
Farklılıklara gelince vurgulamak gerekir ki, bu iki devlet gelişme stratejileri açısından birbirine zıt bir yol seçmiştir. Türkiye ülke bütünlüğünü sağlamak için laik ve tek uluslu modeli benimserken; Rusya din karşıtlığına ve etnik mozaiğe üstünlük vermiştir. Türkiye idari bakımdan bir üniter devlet modelini seçerken, Rusya yani SSCB kendisini ayakta tutabilmek için federal bir oluşumu benimsemişti. Türkiye, ekonomik model olarak karma ekonomik sistem içinde kalkınmayı hedeflerken; Rusya, üretim araçlarının kamu mülkiyeti modelini uyguluyordu.
Türkiye evrilerek bir ülke ekseninde gelişme trendi göstermesine karşın; Rusya tam tersine, devrimci bir eğilim içinde oldu. Daha ileri gidersek görmekteyiz ki, iki kurucu lider, yani Atatürk ve Lenin, ülkelerinin karşısına farklı amaçlar koymuştur. Atatürk köylü ve kapitalist ilişkileri tam gelişmemiş bir ülkede sosyalizmin kurulmasının imkânsızlığını görerek, batılı medeniyeti örnek alarak ulusal gelişimi sağladı. Lenin ise, Marksizmi geliştirerek, kapitalizm safhasını aşarak, sosyalizme doğru bir bakıma yeni uygulama yaptı. Feodalizmden sosyalizme geçişte ise Merkezi Asya ülkeleri örnek teşkil etti.
Rusya, kendi sınırlarda ve farklı bir sosyo-ekonomik sistemde 74 sene yaşamını sürdürdü, Türkiye ise 87 yıldır ayaktadır ve tüm zorluklara rağmen yoluna devam etmektedir.
Kuşkusuz bu tür gelişme farklılıkları ve benzerlikleri, iki ülkenin jeopolitik davranışlarına etki göstermekte; ortak dış mekânlarda kesişmelerin özelliklerini belirlemektedir.
Bu bakımdan, Türkiye’nin ilgisini çeken jeopolitik alanları şu şekilde belirleyebiliriz:
Balkanlar (tarihi miras-özellikle Bosna-Hersek), Orta Doğu (çıkarların ve ihtilafların geleneksel bölgesi, özellikle Kuzey Irak, Suriye ve Filistin), Kafkasya (komşuluk ve çıkarların tarihsel alanı, özellikle Ermenistan ve Azerbaycan), Karadeniz (jeoekonomik amaçların jeopolitik hedeflerden daha üstün olması, özellikle Rusya) ve Akdeniz havzaları (tarihi – coğrafi faktörler, özellikle Yunanistan ve Kıbrıs), Merkezi Asya (tarihsel kökler, jeopolitik amaçların, jeoekonomik hedeflerden daha üstün olması).
Rusya küresel aktör olarak, çeşitli jeopolitik bölgelere ilgi göstermektedir. Fakat, yukarıda belirtilmiş olan Türkiye’nin çıkar alanları, Rusya’nın da çekici bularak önem verdiği dış alanların arasında yer alır.
Esasen iki ülkenin çok derin temas tarihçesi var. Tarihin tüm dönemlerde, Rusya ve Türkiye farklı cephelerde yer aldılar. Bu bakımdan farklı siyasi geleneklere sahiptirler. Buna bağlı olarak jeopolitik alanlardaki davranışları o kadar da yakın değildir. Her iki ülkede barışın ve istikrarın peşindedir. Her iki ülkede bölgesel güvenliğe önem vermektedir. Fakat geçmişten günümüze uzanan tarihsel etkiler onları rahat bırakmıyor.
Örneğin Balkanlar’da Rus-Türk işbirliği imkânsızdır. Yalnızca bu iki ülke Boşnaklar ile Sırplar arasında arabuluculuk misyonuna sahip olabilir. Fakat bu tür bir talep halen hiçbir taraftan gelememiştir. Türkiye genel olarak mevcut bölgede batının ekseninde hareket etmektedir. Rusya ise bağımsız bir siyaset uygulamaktadır (Kosova örneğinde olduğu gibi). Karadeniz mekânı ise ortak çıkarlar alanıdır. Burada bir entegrasyon yaklaşımı mümkündür. Ancak Türkiye burada esas aktör olarak davranmak istemekte ve diğer NATO üyelerin kendisine rekabetçi olmasına da sıcak bakmamaktadır. Rusya söz konusu bölgede, Türkiye’yi bir partner olarak görmektedir ve karşılığını da almaktadır. Orta Doğu, çeşitli değişimlerin yaşandığı bir bölgedir. Bazı konularda (örn. Filistin sorunu ve ABD müdahalesi) iki ülke açısından ortak noktalar bulunsa da, bazı konularda (örn. Kuzey Irak ve Kürt sorunu) ulusal çıkarlara göre görüş farklılıkları açığa çıkmaktadır. Kuşkusuz en çelişkili bölge Kafkasya’dır. Bu alanda her iki ülkenin davranışlarına iç ve dış faktörler etki etmektedir. Fakat gerginliği yükseltmemek için partnerler bölgede toleranslı davranmaktadırlar. Fakat burada bir diğer aktör, her iki devletin de çıkarlarına aykırı davranmaktadır. ABD, mevcut politikası ile her iki ülkeye de zarar verici olmaktadır. Örneğin Türkiye-Ermenistan konusunda, ABD’nin tavrı Türkiye lehine değildir. Benzer olarak ABD tarafından Gürcistan’a verilen destek de Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu zayıflatmaktadır.
Bir diğer ilginç bölge ise Merkezi Asya’dır. Burası Türkiye için “kutsal” bir alan iken, diğer taraftan Rusya için de “eski bir kardeş”tir. Maalesef Türkiye söz konusu bölgede oldukça pasif kalarak, yalnızca yöresel yatırımcı rolüyle kendisini sınırlamakta; örneğin Şanghay grubunda yer almamaktadır. Global projelerde (sınır aşan petrol ve doğal gaz hatları vb.) ise yalnızca kendi alanını sunan bir ülke olarak görülmektedir. Daha da ötesi Türkiye’nin buradaki ülkeler üzerinde siyasi etki sağlamamasıdır. Kuşkusuz söz konusu jeopolitik alanda Rusya, Türkiye’den daha üstündür. Bununla birlikte bu bölge için bir çekişme söz konusu değildir ve her iki ülke de bölgede bağımsız bir şekilde hareket etmektedir.
Dolayısı ile Rusya ve Türkiye arasında jeopolitik bakımdan belirgin farklılıklar söz konusudur. Rusya daha çok iç konulara kapalı görünen bir ülke iken, dış konularda kendi küresel statüsünü ve ekonomik çıkarlarını korumak için bir takım faaliyetlerde bulunmaktadır. Türkiye ise, çoğu zaman iç siyasi çıkarlarını bozmamak için, dışarıya yönelik davranışlarında çok titiz olmaktadır. Oysa bu durum toplumun farklı siyasi-kültürel eylemlere sahip olmasından dolayı iç gerginliğe yol açmaktadır ve siyasi kutuplaşmayı güçlendirmektedir.