Polonya devlet başkanı ile birlikte çok sayıda üst düzey yöneticiyi taşıyan uçağın düşmesi, her ne kadar pilotaj hatasından kaynaklansa, bunun bir suikast olduğunu iddia eden komplo teorileri de bir hayli fazla. Suikast iddiasında bulunanların temel dayanağını, Rusya ve ABD’nin Polonya üzerindeki rekabetleri oluşturmakta. Polonya Devlet Başkanı Lech Kacinski’nin Amerikan yanlısı olması ve Rusya karşıtı politikalarıyla tanınması, kazada Rusya parmağının olduğu teorilerini de güçlendirmiştir. Ayrıca 2006 seçimleriyle başbakan olan Donald Tusk’ın, Kacinski’nin aksine Rusya ile ilişkileri düzeltme çabaları ve bu konuda Kacinski ile sık sık çatışması, işin daha da karmaşık bir hale bürünmesine sebep olmakta.
Bu yazının amacı, Polonya üst düzey yöneticilerinin içinde bulunduğu uçağın düşmesinden sonra ortaya atılan pek çok komplo teorisi çerçevesinde Amerikan hegemonyasını ve uluslararası sistemde hala geçerli olan güç mücadelelerinin bir analizini yapmak. Komplo teorileri, çoğu zaman gerçek dışı olsalar da, küresel güç mücadelesinin boyutlarını göstermeleri açısından hala önemlerini korumaktalar.
Hegemonya ve Uluslararası Politika
Uluslararası ilişkiler disiplininde hegemonya kavramının iki anlamı vardır: Klasik anlamda hegemonya fiziki güce dayalı üstünlüğü ifade etmektedir. İkinci olarak hegemonya ünlü İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin tanımlamasıyla «fikirlerin gücünü” ifade etmektedir. Yani fiziki güçten çok, hegemon devletin hegemonyasını güç kullanmadan, diğerlerine fikirlerini kabul ettirerek devam ettirmesidir. Bu fiziki güce ihtiyaç kalmadığı anlamına gelmemektedir. Hegemon, gerektiğinde kullanmak üzere önemli miktarda güç bulundurmak zorundadır. Hegemon, barışçıl yollardan ikna edemediği devletlere karşı her zaman güç kullanabilir.
Hegemonun en önemli amacı, kurmuş olduğu hegemonyayı devam ettirmektir. Bunu gerçekleştirmenin bir çok yolu bulunmakla beraber, ittifaklar ve potansiyel rakipleri sindirmek yada yok etmek en önemli stratejileri oluşturmaktadır. İttifaklar, daha küçük devletleri kontrol altında tutma amacıyla kurulabileceği gibi, potansiyel rakipleri çevreleme amacıyla da kurulabilirler.
Soğuk Savaşın Sonu ve Küresel Güç Mücadelesi
Soğuk Savaş, Sovyetler Birliği ve Amerika arasındaki güç mücadelesinin en yoğun yaşandığı bir dönemdir. Sovyetlerin 1991 yılında çöküşü, bu savaşın galibinin Amerika olduğunu tescil etmiştir, ancak bu güç mücadelesinin bittiği anlamına gelmemelidir. Rusya Federasyonu’nun 2000’lerin başından itibaren yeniden bu küresel oyuna girme çabaları ve Çin’in Uzakdoğu’daki hızlı yükselişi, günümüzde ve gelecekte bu mücadelenin çok daha şiddetli olacağının da işaretlerini vermektedir.
Aslında, bu çatışmanın boyutlarını şimdiden tahmin etmek için gerekli veriler elimizde mevcuttur. Afganistan ve Irak’ın işgali, Bağımsız Devletler Topluluğu içindeki pek çok devlette, Amerikan ve Rusya yanlıları arasında bitmek bilmeyen siyasi gerginlikler, Kafkas ve Orta Asya enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji yollarının seçimi konusundaki çatışmalar, ve Çin de dahil pek çok bölge ülkesinde zaman zaman hortlayan iç isyanlar, daha büyük bir küresel güç mücadelesinin küçük parçalarını oluşturmakta. Polonya açısından bakıldığında ise ortaya çıkan durum diğerlerinden farklı değil. 2008 yılında Amerika’nın Polonya’ya füze savunma sistemi yerleştireceği açıklaması, ABD-Rusya gerginliğini artırmış ve Rusya’nın da kendi füzelerini Polonya’ya çevireceğini belirtmesi ile kriz en üst seviyeye tırmanmıştır.
Bu küresel güç mücadelesinde tek örnek Polonya değil. Mücadelenin asıl kurbanları Afganistan ve Irak. Bu ülkelerin, jeopolitik teorilerde, dünya hegemonyası kurmada «kilit ülkeler” olarak bahsedildikleri göz önüne alınırsa, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılabilir. Özellikle Afganistan ve Irak’ın, «Mainland” olarak adlandırılan bölgeyi ele geçirmede sahip oldukları coğrafi konum stratejik açıdan çok önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, Irak ve Afganistan’ın işgalinin arkasında sadece enerji kaynaklarını ele geçirme amacının olmadığını, Amerika’nın, Rusya ve muhtemelen Çin’i kontrol etmede stratejik bir üstünlük sağlama gayretinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Amerika’nın nükleer araştırma konusunda İran’a baskı uygularken, Çin’in komşusu Hindistan’a nükleer enerji yardımında bulunması, bu çevreleme politikasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, gelecekte yaşanacak olan güç mücadelelerinin geçmişte ve günümüzde yaşanlardan çok daha sert ve karmaşık olacağını söylemek mümkündür. Çünkü, hem mücadeleye taraf olabilecek devletlerin hem de mücadeleyi yürütmede kullanılan araçların sayısı ve çeşidi artmaktadır. Suikastlar da bu araçlardan biridir.