“I have a dream” demişti Martin Luther King. Yapılan haksızlıklara, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı gelmenin hayal etmekten geçtiğini vurgularcasına. Martin Luther King, Jr bir Afrikalı-Amerikalı Baptistpapaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderiydi. Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır ve 1964 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır. En önemli konuşması 1963 yılında “İş ve Özgürlük İçin Washington’a Yürüyüş” sırasında Lincoln Anıtı önünde yaptığı “I have a dream” yani “Bir hayalim var” konuşmasıdır.
Bir Hayalim Var
‘Bugün size diyorum ki, dostlarım, şu ânın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir rüyam var benim. Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir rüyadır bu.
Bir rüyam var. Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak. “Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.”’
Sözleriyle başlıyor konuşmasına ve gelecekte çocuklarıyla birlikte, her insanın eşit yaşadığı bir toplumun gerçekleşmesi umuduyla kurduğu hayalleri sıralıyor.
Her ne kadar Martin Luther King bu hayalleri kurarken kendi sonunu da hazırlamış olsa da ırkçılığa karşı atılan adımlar da büyük payı vardır. Hala o ayrımcılık kimileri tarafından devam ettirilse de onun hayallerine sahip çıkanlarda vardır şüphesiz.
King’in kurduğu hayali bugünlerde yaşananlara bakınca bizim ülkemiz içinde kurulacak bir hayal olarak görebiliriz. Seçim atmosferinde geçen şu günlerde kullanılan ayrıştırıcı dile baktığımızda yaşanan kutuplaşmaya tanık olabiliriz. Belli bir bölgede oturanların çeşitli sıfatlarla yaftalanması, dünyaca ünlü müzisyenleri dinlemenin ve tavsiye etmenin tehlikeli bulunması ve daha birçok örnek seçim günü yaklaştıkça toplumdaki kutuplaştırmanında gitgide keskinleştirilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Herkes uzlaşmacı yanını ve iyi niyetini bir yerlerde unutmuşa benziyor. Ya da gerçekten var mıydı diye sormak gerek belki de. Her şeyden önce koltuk ve makam sevdası peşinde koşan belediye başkan adaylarından ziyade çıkar ilişkisi olmadan samimiyetle, farklı düşünenlerin rahatlıkla eleştirildiği ve herkesin farklı olan fikirlerine saygı gösterildiği bir topluma ihtiyaç var. Sonrasında bunu sağlayacak yöneticilere. İşin özü bu aslında. Fakat acaba bunu önceleyen kaç siyasi var?
Gerçek olan şu ki ülkenin her anlamda reforma ihtiyacı var. İnsanların fikirlerini beyan etmekten korkmadığı, özgürlükçü ve demokratik bir ortam, her alanda rüşvet ve torpil yerine liyakatın esas alınması, tarımda ithalatçı zihniyetten üretim odaklı bir tarım anlayışına geçilmesine (hele de şu günlerde Venezüela örneği varken önümüzde) ve daha birçok kurumda akılcı zihniyetin ön planda olduğu reformlara olan ihtiyaç, gözle görülür bir hal almıştır.
Kutuplaşmanın zirve yaptığı bugünlerde siyasetçilerin söylemlerine baktığımızda birbirleriyle hakaret ve laf ebeliği yarıştırmaktan öteye gidemediklerini görmekteyiz. Bu ise toplumu kendi ile baş başa bırakmaktan başka bir işe yaramıyor. Ama onlar kendi makam hırslarından bunu görecek durumda bile değiller.
Irkçılığın ve ayrımcılığın etkili bir şekilde anlatıldığı American History X filmi: “Öfke bir yüktür… Hayat sürekli kızgın yaşanmayacak kadar kısa, buna kesinlikle değmez” sözleriyle biter. Belki birileri bu filmi izleyerek bazı anlamlar çıkarabilir, kim bilir…