Hadi gelin sizinle bir sorunu konuşalım. Bu sorun saçma sapan bir sorun olsun. Örneğin sevgilinizden ayrılmış olun dert yanın herkese, kimsenin sizi anlamadığına karar vereceksiniz en sounda. Çünkü karşıdaki kişiyi deli gibi seviyorsunuzdur ve o sizi terketmiştir. Önce inkar edersiniz, sonra kabullenmeme evresi başlayacak güzel günlere sığınacaksınız o güzel günlerin hatrına hala sizi sevdiğini düşünecek ve olmasını istediğiniz şeye inanacaksını. Daha sonra zaman geçecek sizi aramayacak ama hep siz bir umut arayacak diye bekleyceksiniz içiniz acıyacak, kalbiniz ağrıyacak, gizli köşelerde ağlayacaksınız, çalan her şarkı onu hatırlatacak, gülen her gözde onu arayacaksınız. Sonra mı sonrası kabullenme evresi gitmiş olacak, bitmiş olacak, hayat devam edecek ve siz o sirkülasyonun içinde yok olup gideceksiniz. Başkası ya da başkaları gelcek ve siz unutacaksınız ve sorun ortadan kalkacak.
Yazıya niçin mi böyle bir giriş yaptım? Çünkü yazıyı yazdığımda (benim için içinde yaşadığım gerçek zaman) arka fonda muhteşem bir parça çalmakta (Beni Güzel Hatırla-Hande Menah) ve ben oldukça duygusal bir ruh haliyle başladım yazıya. Bunda yaşadığım olayların elbette payı var yoksa bu kadar trajik bir konuya sanırım böyle bir giriş yapmazdım.
Biz atanamayan öğretmenler, yıllarca dirsek çürütürüz okul sıralarında. Geçen bu süre zarfında tek bir amacımız, tek bir hayalimiz vardır; bize ait olan geleceği şekillendirecek genç zihinlere bişeyler öğretemek ve öğrenmek. Yani aslında hem eğitim hem de öğretimdir gayemiz. Yaklaşık on altı yıl eğitim (kimimiz daha fazla) aldıktan sonra bize bir diploma verdiler. Onunla artık öğretmenlik ehliyetimizi almış oluyorduk. Büyük hayaller ile üniversiteyi okuduğumuz şehire veda edip ailemizin yanına doğru yola çıktık. Elbette mezun olur olmaz Türkiye gibi bir yerde hemen atanmayı ya da iş bulmayı biz de beklemiyorduk (hayal dünyamız o kadar da gelişmiş değil). Ama en azından biraz zaman geçtikten sonra bizimde bir işimiz öğrencimiz olacaktı bu umut filizini içimizde yeşertmiştik. Zaman geçti atanamadık, zaman geçti önce özel okulların kapısını çaldık onca yıl okuduğumuz yetmezmiş gibi bir de onlar eğitim vermeyi şart koştular bu esnada ücrette yok dediler üstelik senin kuruma ücret ödemen gerekecekti çünkü yol ve yemek sana aittir diye bir de şart koydular önümüze ( ilk etapta şaka yaptıklarını düşünen tek kişi olmadığımı düşünüyorum). Henüz yeni mezun olan zavallı bizler kabul ettik yemedik, içmedik, toplu taşıma aracı kullanmadık, yürüdük ama eğitimi tamamladık. Nihayet mutluyduk ne de olsa işe başlamak için artık hiç bir engelimiz yoktu. Isim duyurmuş birkaç “eğitim” kurumundan biri olan bir yerde işe başlıyorduk elbette ona göre emeğimizin karşılığını alacaktık. Belki üç ay tatilimiz olmayacaktı ama “öğret”menlik yapacaktık yani kendi mesleğimizi icra etme fırsatımız olacaktı. Kuruma ilk adımı heyecanla attık ( o ilk heyecan mis gibi kitap kokusu, öğrenci sesleri vs.) öğretmenler odasını arıyorken yolumuzu sevgili kurum müdürümüz kesti:
– Müdür: Hocam hoşgeldiniz.
– Ben: Hoşbulduk hocam. Nasılsınız?
– Müdür: İyiyim hocam sağol (“Kısa kes çok işim var” diyordu iç sesi sanırım).
– Ben: Hocam öğretmenler odası ne tarafta?
– Müdür: Hocama öğretmenler odasına gitmeden önce birşeyler konuşmalıyız siznle.
– Ben: (İç sesim “nihayet dersi nasıl işleyeceğimi, hangi sınıflara ders vereceğimi konuşacağız belki bu esnada devlet sırrı gibi saklanan ücretimi de konuşma fırsatımız olur”). Tabii hocam konuşalım.
– Müdür: Hocam öncelikler sizin ikna yeteneğinizi görmemiz gerekiyor netice de burası ticari bir yer müşteri yoksa ekmekte yok (bir yerden tanıdık bir replik “Hababam Sınıfı” Nurlar içinde yat Rıfat Ilgaz). Elimde bulunan bu kağıtta kayıtlı olan numaraları arayacaksınız bunun için bir haftanız var. Öğrenci isimleri, veli bilgileri mevcuttur. Ne kadar çok kayıt alırsanız o kadar çok ücret alacaksınız. Haftada altı saat dersiniz var bunun dışında kalan her anınız aramalar ve ek derslerle geçecek. Bunun yanı sıra öğrencilere rehberlik edeceksiniz, İngilizce derslerine de girmek zorundasınız (branşım Tarih). Ek olarak çayları da siz yapıyorsunuz, öğretmen için görevli hizmetli tutmadık yani eliniz var çayınızı, kahvenizi de ister evden getirin isterseniz dışardan satın alın tercihinize saygı duyarım. Yanlız kurum ilkesi gereği bazı markaların okula alınması kesinlikle yasaktır işten çıkarılmanıza neden olabilir. Hocam unuttuğum bir şey daha var öğrenciye kesinllikle bağırmaycaksınız, ne deseler tamam diyeceksiniz ödev yapmayabilir çocuktur bişey olmaz, burası özel bir kurum notları yüksek gireceksiniz, çocuk sınıfta kalmayacak. Ve son olarak yaz aylarında öğrenci olmadığı için size herhangi bir ücret ödenmeycek ve sigortanızda yatırılmaycaktır. Şimdiden kolay gelsin.
Ve benim hayallerim ve benim umutlarım küfemde taşıdığım gururum hepsini sanırım müdürümüz alıp girmişti. “Eğitim” adı altında açılan bir kurumda çalışacaktım bundan sonra. Sorgulamalarım başlamıştı ben bir eğitimci olduğumu sorgulamaya başlamıştım. Sistem çarkının içinde artık bende (bizde) vardık. “Öğretmen”lik yapmak için geldiğim kurumda yeni şeyler öğreniyordum.
Biz, yıllarca okuduk, belki de çoğumuz defalarca pes etmeyi düşündü sonra annemiz geldi gözümüzün önüne durduk ha gayret dedik bitecek elbette. Bitmedi. Sonuna geldik derken yeniden başladık zorluklarla mücadeleye.
Atanmayı beklerken mevsimlik işçi olduk. Işçileri hor görmüyoruz kesinlikle sonsuz saygımız var her türlü emeğe. Lakin çalıştığımız koşullar önümüze konan şartlar emeğimizin karşılığı değil. Devlette “ücretli” tanımı altında çalışabiliyoruz. Kenid branşımız dışınada her türlü branş derslerine girerek. Üstelik akıbetimiz tamamen sevgili müdürlerimizin iki dudağı arasında. Itiraz hakkımız yok aldığımız ücreti öğrencilerimiz hep merak eder durur. Dersin ortasında aniden biri çıkıp “hocam beş bin TL alıyorsunuz” diyebiliyor. Hayır öyle değil diyemiyoruz çoğu defa. Aldığımız ücret değil aslında umrumuzda olan bu kadar çabanın, emeğin, gayrettin, yokluğun sonucu bu olmamalı. Asgari ücretin altında çalışıyoruz çoğumuz şu durumda dahi iş bulamayıp farklı sektörlere dağılıyoruz. Uzmanlık alanımız olan “eğitim-öğretimi” gerçekleştiremiyoruz. Kimimiz garson, kimimiz aşçı, kimimiz kasiyer…. olup çıkıyoruz. Bir ihtimal öğretmen olan sevgili arkadaşlarım sadece kış aylarında çalışabiliyorlar, yaz ayları geldiğinde öğrenci olmadığı için üç ay boşta geziyorlar.
Biz bir türlü atanamayan, kadro verilmeyen öğretmenler bekliyoruz. Kasiyer, satış danışmanı, garson …( hepsinin emeğine sonsuz saygı duyarak) olarak. Birgün hakkımız olan öğrencilerimizi, kitaplarımızı, sözlülerimizi, öğretmeyi, öğrenmeyi en çok da “öğretmen” olmayı bekliyoruz.