Gökkuşağı, ülkemiz ile yeryüzü hars ve uygarlıklarının bir yansımasıdır gök kubbemize. Öylesine renkli, öylesine birbirinden ayrılmaz bir bütünüzdür. Sebebi insan soyunun değişik ten renklerine rağmen biyolojik olarak tek bir ırk olmasıdır. Ten renkleri, ırksal bir farklılığın işareti değildir. Yaşanan coğrafi bölgede güneş ışınlarının ne denli dik, eğik ve kutup bölgelerinde oluşuna ve olmayışına göre farklılaşan ve sonradan edinilen bir özelliktir insan ırkında. Nesilden nesile aktarılır. Öyle ki her toplumun geçimini temin ettiği coğrafi bölge, iklim ve toplum koşullarının yarattığı kültüre göre; doğaya, değişerek sağladığı bir uyumdur. Bu da, benim neslimin ilkokul bilgisidir. Pek tabii bu bilgiden yaşam bilim (biyoloji), budun bilim (sosyal antropoloji) ve beden bilim (fizik antropoloji) de bahseder (1).
İnsan Irkı Tektir İnsanlığın tek bir ırk olmasının kanıtı ise farklı ülke bireyleri arasında yapılan evliliklerden doğan çocuklarıdır. Örneğin Afrikalı Sudanlı bir eş ile Avrupalı Norveçli bir eş, Orta Amerika’daki Aztek’lerden bir eş ile Sibirya’daki Yakut’lardan bir eşin evliliğinden ana-babalarına benzeyen “yavrular” doğar. Buna karşın aynı atadan gelme ancak farklı coğrafyalara uyum sağlarken değişen büyük kulaklı Afrika Fili ile küçük kulaklı Asya fili iki ayrı ırktır. Çiftleşmelerinden fil yavrusu yapamazlar. Şimdiye kadar doğan son melez yavru da bir yaşına varmadan çeşitli sakatlıklar nedeniyle 20. Yüzyılda ölmüştür. Ama kökenine bakılmaksızın insanlar bunu gerçekleştirir çünkü insan ırkı tektir. İnsan ırkını, benzeşen ve benzeşmeyen adetler, terbiye ve eğitim yoluyla aktarılan gelenek ve yaşayarak öğrenilen görenekler, yani kültür çeşitlendirir. Toplum ve kültür yapısına geçmeden önce dilimize İngilizceden yanlış olarak yerleşen İngilizceden, anlam/toplum çevirisi yerine, sözlük tercümesi ile birebir çevrilen ve sanki varmışçasına yanlış olarak benimsenip, dilimize ve dünyayı kavrayışımıza varmışçasına siyasal olarak yerleştirilen “insan ırkları” görüşünün nasıl ortaya çıktığını anlayalım.
Irkçılığın ortaya çıkışı
Amerika Birleşik Devletlerinde hastaneye yatarken, bir yüksekokula veya iş yerine başvururken dilekçe doldurulur. İstenen bilgilerin arasında ırk-etnik köken diye bir soru vardır. Geçmişte bir Amerikalı genç, seçeneklerin arasında kendisine hitap edeni bulamaz sosyal medya aracılığıyla yardım ister: “Yarın iş görüşmesine gideceğim. Ben Amerika’da büyüdüm. Esmer bir İran asıllıyım. İş yeri ırkımı ve etnik kökenimi işaretlememi istiyor ama doğru yanıt yazılmamış, doğrusunu bilen var mı?” diye “Anandtech Forum’da” sorar. Çünkü şıklar ve kastettikleri şöyledir: (a) Asyalı (sarı ten, çekik göz). (b) Hawaii yerlisi veya Pasifik Adalarından. (c) Amerikan veya Alaska Yerlisi (Apaçi, Çeroki, Seminole; Eskimo, Aleut, İnyupik vb.).(Bkz. Native American Map) (d) Hispanik veya Latino (İspanyol, Portekiz, İtalyan, Aztek, Aymara, İnka vb.). (e) Beyaz (İngiliz, İskandinav, Alman, vb.) (Yerli olarak bilinen bütün kavimler 30.000 – 12.000 yıl önce Bering Karayoluyla Asya’dan ve Anadolu’dan Amerikalara geçen ve Türkçeyle akraba dil konuşan topluluklardır). ABD’deki bu uygulamanın aslı 1883 yılında İngiliz bilimci ve Charles Darwin’in yeğeni Francis Galton’un sağlam ve sağlıklı İngiliz zenginlerini örnek alarak insan ırkının ıslahı anlamına gelen Yuceniks (Eugenics) adlı araştırmalarına dayanır. Bu fikir; göç alan Amerika’ya, “kötü” vasıflara sahip insanların sokulmaması için kullanılır. Dahası gelmiş olanlardan zenci kadınlar, sakatlar, fakirler, fahişeler, alkolikler, alt tabaka göçmenler ve azınlıklar gibi “uygunsuzlar” kısırlaştırılır. 20.yüzyılın ilk yarısında 33 eyalette tahminen 65.000 kişiye uygulanır (http://knowgenetics.org/history-of-eugenics/) Kadınlara sağlık muayeneleri sırasında habersizce yapılır (Bazı Türk kadınlarının da Almanya’da sessizce kısırlaştırıldığını 1985’te işitmiştim).
Kültürel Zenginlik
Hepimizin; teni, gözü, saçları rengârenk; her boy-bostan, çeşitli giysiler içinde, dünya görüşleri, adetleri ve inançları hem aynı hem farklıdır. Yine hepimiz aynı yaşam döngülerinden geçer; toplum, adet, gelenek-görenek sarmalı içinde yaşarız. Birey olarak hayatta kalmamız için maddeten kimseye muhtaç olmasak bile duygusal, ruhsal, fikirsel ve bedensel olarak başkalarına muhtacızdır. Onlarla var olur, onlarsız hiç bir şey olamayız. Bu insan, toplum ve kültür yumağını anlamak için; onları şöyle sınıflandırabiliriz. (a) Aile, hısım-akrabalık, komşuluk-hemşerilikten meydana gelen en küçük toplumsal birimler. (b) Yerleşim yeri ve iklimsel koşullar. (c) Geçim tarzı, meslek, gelir, eğitim katmanları. (d) Toplumsal ihtiyaçları karşılamak için kurulan kurumlar. (e) Kurum ve kuruluşlardan meydana gelen devletler. (f) Devletlerin kurduğu daha üst birlikler ve (g) Genelde Dünya ve Evren. İşte bu kümelerin bize kazandırdığı kimlik, kişilik ve kültür içinde günlük yaşantımızı sürdürürüz. Toplumsal düzeni, iş bölümünü, toptan ihtiyaçları karşılayacak kurumsal katmanların idari ve siyasal birliği ise ulusal devlettir. Kültürel ortaklıkların sağladığı iletişim ortamının ve üretim ekonomisinin sağladığı toplumsal barış sayesinde; birey, aile ve toplum olarak varlığımızı ve kültürümüzü sürdürürüz. Tarihi geçmişimizi öğrenerek, bilerek kimliğimizi ve vatandaşlığımızı; yaşam ve geçim alanımız olan vatan topraklarını korur ve savunuruz.
Kültürün işlevleri
Sosyolog Ziya Gökalp’e (1876-1924) göre toplumun tutkalı olan “Hisler, değerler, ülküler, gelenekler, töreler, güzel sanatlar, ahlak, sözlü ve yazılı edebiyat, dil, din, hukuk, iktisat ulusun kültürünü oluşturur. Kültürel değerler orijinalliği, sadeliği, doğallığı, derinliği ifade eder ve toplum şuuru altında gelişir. Kültür subjektiftir.” Diğer yandan “Akıl, bilim, bilgi, yöntem ve teknoloji ise uygarlığın bileşenleridir. Öznel nitelik taşıyan unsurlar kültüre, nesnel nitelik taşıyan unsurlar uygarlığa aittir” der. Yine de “kültürü oluşturan bileşenlerin aynı zamanda uygarlığı oluşturduğunu, kültürle uygarlığın ayrıştırılamayacağı gerçeğini de kabul eder” (Kaçmazoğlu, B. 2003, Türk Sosyoloji Tarihi-2, II. Meşrutiyetten Cumhuriyete, Ankara: Anı Yayıncılık). Daha sonra sosyal antropolog Bozkurt Güvenç “Kültür; toplum, insanoğlu, eğitim süreci ve kültürel muhteva gibi değişkenlerin ve bunlar arasındaki karmaşık ilişkilerin bir işlevidir” diyerek daha önceki kuramsal görüşlere katkıda bulunur (1970a, Kültür Kuramında Bütüncüllük Sorunu Üzerine bir Deneme, Ankara: Hacettepe Basımevi). Amerikalı antropologlardan Kültürel/Sosyal Antropolojinin kurucusu E. B. Tylor (1832-1917) ile G.P. Murdock’tan (1897-1985) esinlenen Güvenç; kültür öğrenilir, tarihi ve süreklidir, toplumsaldır, ideal kurallar sistemidir, ihtiyaç karşılar, değişir, bütünleştiricidir, kişilerin zihninde soyut bir kavramdır tespitini yapar (1984, İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi s.102-107). Somut olan yani gözlemlenen ve mülakatlarla incelenen ise insan davranışları ve ilişkileridir. Sonuçta anlaşılacağı gibi, tek bir ırk olan biz insanların, gökkuşağının renkleri gibi bir arada ve sayısız kültürel zenginlik içinde geçen bir yaşantısı vardır.
Kaynaklar:
1- Ergenekon,Begümşen, 01.03.2018, Aydınlık Gazetesi, s. 2
2- https://oneclass.com/blog/university-of-colorado-boulder/40985-5-easiest-human-diversity-classes-at-cu-boulder.en.html