Gavur Mümin’in Sır Perdesini Aralıyoruz…

Vatanım Sensin” dizisindeki Albay Cevdet rolü ile benzeştirilen İstiklal Savaşının 1 numaralı casusu Gavur Mümin gerçekte kimdi? Bu konunun biricik şahidi ve 40 yıllık araştırmacısı Yaşar Aksoy, sır perdesi ile örtülü bu konuyu anlattı.

…………………………………………

Her şeyden önce Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Asya’ya kadar 50 ülkeye satılan “Vatanım Sensin” dizisindeki gariplikleri, Sözcü gazetesi internet sitesinde 27 Aralık 2016 tarihinde kamuoyu ile paylaştığım “Vatanım Sensin dizisi kurgu mu, gerçek mi?” başlıklı Gazeteci Gökmen Ulu ile yaptığımız söyleşiden bir bölümü buraya almak isterim.

Söyleşinin başında Gökmen Ulu bana şu soruları yöneltmişti:

– “Vatanım Sensin” dizisi hakkındaki görüşleriniz?

Her şeyden önce bir roman, tarihi film veya televizyon dizisi asla tarih değildir; öyle olduğu takdirde klasik tarih dersi olur. Oysa bir sanat eseri olan roman veya film-tv dizisi “tarihi”, zemin kabul ederse temel gerçekleri değiştirmeden akış şemasına kurgusal gerçekleri ustaca ve estetik düzlemde eklemek zorundadır, işte o zaman “sanat” yapmış olur. Yani İstanbul’um işgali ile ilgili bir tv dizisi yaratıyorsanız Padişah Vahdettin’i sarayda çay-kahve dağıtan bir kahveci başı yapamazsınız. Enver Paşayı bir gazeteci gibi Bakü Halklar Kurultayı’na gönderip Lenin ile buluşturamazsınız. Orada Enver Paşa bir Osmanlı paşası olarak yer almaktadır çünkü.

“Vatanım Sensin” dizisi ile ilgili tarafımıza gelen yoğun şikayetler üzerine bu tarihi dizi hakkında şunları belirtmek durumundayım. Her şeyden önce emeğe saygılı bir emekçi araştırmacı-yazar olarak, diziye emek veren, rollerini mükemmel yapan sanatçı, kameraman, ışıkçı, kostümcü, tüm çalışanlara ancak saygılarımı sunarım. İşlerini başarıyla yapıyorlar.

10 Kasım’da Gazi Paşa ile ilgili göz yaşartıcı bölüm için ayrıca kutlarım. O akşam izleyiciyi ekrana kitlediler. Şu anda Reytingi çok yüksek olan diziye yeni reytingler kaygısı ile Mustafa Kemal Paşa’yı tekrar eklemek istiyorlarmış. Bu da garip, Mustafa Kemal’i reyting ile ölçüp taltif etmek, ne kadar yüz kızartıcı. Dediğim gibi oyunlarını büyük emekle mükemmel gerçekleştiren yapımcı, yönetmen ve oyunculara saygım sonsuz. Ama senarist hakkında aynı şeyleri söyleyemem. Vatanın hikayesi anlatılıyorsa bu namus borcumuzdur, azami özen gösterilmeli.

Örneğin dizideki Hasan Basri kimdir?

15 Mayıs 1919’da Emperyalizmin güdümünde İzmir’i işgal eden Yunan Ordusu’na Konak Meydanı’nda ilk kurşunu atarak şehit olan kişi, müphem bir Hasan Basri değil, sosyalist yurtsever gazeteci Hasan Tahsin’dir. Hasan Tahsin ismini çarpıtmak başlı başına skandaldır. Mustafa Kemal’i, dizide “Abdülmuttalip Süleymangazi” ismiyle canlandırabilir misiniz?.. Yapamazsınız.. Aynı şeydir bunlar.

– Peki Cevdet karakteri?

Dizideki Cevdet, gerçekte Yunan Ordusu içindeki Mustafa Kemal’in 1 numaralı casusu Osmanlı Jandarma Yüzbaşı’sı Gavur Mümin’in (Aksoy) berbat bir kopyasıdır. Mümin Bey, kurtuluş savaşı esnasında İzmir’de değil Atina’da Yunan Genel Karmayı içinde faaliyet halindedir, son anda yakalandığı içi kurtuluş savaşı sonrasında esir Yunan Kumandanı Trikopis ile takas edilmiş ve yurda dönünce rütbesi Albaylığa yükseltilmiştir. İzmir Balçova’daki mezarının üzerinde “Kurtluluş Savaşının 1 numaralı Casusu” ibaresi vardır. Cevdet rolü, gerçek Mümin Efendi’nin şahsiyetini de incitmekte.

Tarih Magazinleşirse Bayağılaşır

Sözcü gazetesindeki bu söyleşimin üzerinden iki ay geçti. Tarihe gönderme yapan yoğun emek ürünü bu dizi insanımızı ekrana kilitlemekte, sanatçılar canla başla görevlerini yerine getirmekte ama magazinleşme tehlikesi giderek büyümektedir.

Ama en sonunda yine çamlar devrildi. Bunda bu kez dizinin değil, basının baskın rolü oldu. Yukarıdaki ilk söyleşimin okunmasından sonra Albay Cevdet karakterinin, Gavur Mümin isimli İstiklal Savaşı’nın 1 numaralı casusu ile benzeştiği benim sözlerimle fark edilmesi üzerine magazinci bakış Gavur Mümin üzerine dikkatini topladı. Tarihin derinliklerinde ustaca gizlenmiş olan Gavur Mümin hoyratça araştırılmaya ve kurcalanmaya başlandı. Anında bana yönelen ucuzcu, kolaycı ve magazinci tavır, hatta kısa yoldan belgelere ulaşmak isteyen akademik acelecilik, benden bu konuda ısrarla bilgi edinmeye çalıştı.

Söz konusu çevreler asla güvenmediğim için bilgi, belge ve demeç vermekten kesinlikle kaçındım, ama olanlar oldu. Gavur Mümin’in İzmir Balçova kabristanındaki mezar yerini belki beş konuşmadan sonra bir gazeteye tarif ettim. Ama sonuç felaketti… Tam 30 yıldır her gün ısrarla aradığım ve aldığım gazete, “Albay Cevdet’in mezarını bulduk… Albay Cevdet burada yatıyor…” başlığı ile Gavur Mümin’in İzmir Balçova kabristanındaki 1946’dan beri tam 70 yıldır orada duran kabir taşını tam bir magazin ağzıyla 17 Şubat 2016 tarihinde manşete çekti. Habere emek veren muhabir kız arkadaşımıza sözüm yok, emeğine saygım var. Ama, ya masa başında oturup haber yapan ve manşete çekenlerin, bir milli kahramanın kabrini, magazin basının gözdesi dizi oyuncusu hayali “Albay Cevdet’in mezarı” diye vermesine ne demeli?… Pes demeli pes..

Hemen ardından 18 Şubat 2016 günü bir çam daha devrildi. Yine Hayati Özcan – Nurcan Akkul (İzmir) imzası ile yayınlanan haber, “Heyeti Temsiliye’nin İzmirli Çocuğu” başlıklı bir haber iç sayfada manşetteydi. Efendim hemşehrim değerli insan Erdoğan Baysal’ın büyük emek ürünü “Yüzbaşı Gavur Mümin” romanını bulmuşlar, oradan Erdoğan Beyefendi ile yan yana fotoğraflar çektirmişler ve Gavur Mümin’in hayatından kesitler ibaresi ile kitaptan bir çok alıntılar yapmışlar kolaycacık. Ancak Erdoğan Beyefendi kitabının önsüzünde “Kitapta anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla ilgisi yoktur. Onları ben bir alaca şafak düşünde gördüm” diye etik bir ibreyi özellikle koymuş.

Yani Uşak’tan hemşehrim Erdoğan Baysal beyefendinin uykudan uyanmadan önce bir alaca şafak rüyasında görüp kaleme aldığı gerçek dışı olay ve kişileri, bizim gazete yaşanmış gerçek olaylar diye halkımıza sunmakta.

Üstelik, her iki yayında söz konusu Gavur Mümin’in vesikalık dahi olsa tek kare fotoğrafı yok. Bol bol dizideki Albay Cevdet ile sevgilisi oyuncu hanımefendinin öpüşmeye ramak kala fotoğrafları sunulmakta.

Yazıktır bu halka çok yazık…

Ayıptır tarihe çok ayıp…

Bu yüzden bu noktadan konuya girip “Gavur Mümin kimdir?”, onu biraz anlatmak istiyorum. Tüm hatıra defterlerinin, fotoğraf albümlerinin ve ailesinin yıllar önce topladığım hatıralarının, madalyalarının, tabancasının bende saklı olduğunu önemle sözlerime ekleyip, şimdilik kültür ve tarih hırsızlarına aman vermeden konu ile ilgili kitabımın yakında çıkacağını da müjdeleyerek muazzam bir vatanseverlik hikayesi olan Gavur Mümin olayına çok az ışık tutacağım. Arşivimin tüm sırlarını, onlarca Gavur Mümin fotoğrafını, merhumun bizzat el yazısı hatıralarını, madalyalarını, tabancasını, kalpağını hele hele kurtuluş savaşından sonraki Cumhuriyet döneminde inanılmaz gizli vatani hizmetlerini buraya taşımayacağım. Kitabımın çıkmasını bekleyeceğim, çünkü sevgili dostlar bu ülkede her konuda olduğu gibi tarih ve kültür alanında o kadar çok gerçek bilgiye beleş konmak isteyen açıkgözler var ki.. Hem basında, hem de özellikle akademik alanda.

Genel hatlarıyla Gavur Mümin’i vereceğim.

Ama, taa en başta Samim Kocagöz, Attila İlhan ve Naci Sadullah anılarımdan başlayarak…

Osmanzade Ailesi Hatıraları

Şimdi adım adım gidelim.

“Gavur Mümin” lakabı ile eskilerin İzmir’inde halkın içinde bir efsane haline gelmiş olan Osmanlı Ordusu Jandarma Yüzbaşısı Osmanzade Mümin (Aksoy) Efendi, İzmir’in ünlü ve ekabir ailesi Osmanzadeler’e mensuptu.

İzmir’i en eski ailelerinden biri olan” Osmanzadeler”, Padişah Musahibi olan köklü bir sülaledir. Yüzyıllar önce Padişah tarafından İzmir’e gönderilen bu aile kısa zamanda soylulukları ve zenginlikleriyle şehre damgalarını bastı. İstanbul Ortaköy’de bu aile ile ilişkili Osmanzade sokağı olduğu gibi, İzmir Tilkilik semtinde Hatuniye Camii’nden antik Agora kalıntılarına çıkan yol da “Osmanzade Yokuşu” ismini taşır. Yolun başındaki ünlü Osmanlı çeşmesi Dönertaş’ı da bu aile yaptırmıştır. Karşıyaka’da KSK Kulübünden Girne Caddesi’ne kadar olan sahil mahallesi Osmanzade ismini taşır. Girne Caddesi’ne gelmeden önceki sokak Osmanzade Sokağı’dır. Aile, cumhuriyet döneminde “Aksoy” soyadını aldı. Osmanzade Sokağı civarını kapsayan Karşıyaka’nın Aksoy semti, bu yüzden bu ismi taşır.

Bu ailenin Osmanlı’nı son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk döneminde en ünlü üyesi, Kuvayı Milliye Meclisi’nin ilk İzmir Milletvekili, Celal Bayar’ın yakın dostu Osmanzade Hamdi Aksoy idi. Gavur Mümin’in öz amcasıdır… Adnan Menderes’in çocukluğu da bu semtte geçtiği için, bu aileden birini veya Osmanzade Hamdi Aksoy’u gördüğü zaman, Karşıyakalılığını belirtmek için “Bizimköylü” derdi.

Ailenin bir diğer ünlü siması Hacı Hasan Paşa’dır.

Yunan işgalinde İzmir Belediye Başkanlığına Yunanlılar tarafından getirilen bu kişi, çok tartışmalı bir portre çizer.

Gavur Mümin’in öz dayısı, eşkıya Çakıcı Efe’yi ikna ederek düze indirmekle ünlenmiş olan Hacı Hasan Paşa’dır ki, bu kişi Yunan işgali döneminde “işbirlikçi görünür hüviyetiyle” İzmir Belediye Başkanlığı yapmış, daha sonra bir körfez vapuruyla kentin kurtulduğu 9 Eylül günü Güzelyalı iskelesinden Midilli adasına kaçarak Yunanistan’ı sığınmıştır. Osmanzade ailesinin yaşlı üyeleriyle 1970’li yıllarda yaptığım nice sohbetlerde bu aile üyeleri ısrarla Hacı Hasan Paşa’nın hain olmadığını, Belediye Başkanlığı görevine bir Rum’un gelmemesi için bu görevi kabul ettiğini ve görevi esnasında zaman zaman Müslümanları koruduğunu hatta bir Türk casusu olan yeğeni Mümin Bey’i de koruması altına aldığını ileri sürmüşlerdir. Yunanistan’a kaçmasını ise, kendisine hınç duyan bazı Türklerin hışmından ve öldürülmekten korkmasına bağlamışlardır. Hacı Hasan Paşa’nın hain olup olmaması veya yeğeni Mümin Bey ile işgal yıllarındaki ilişkisi, ortada ailesel anılar dışında hiçbir belge olmaması sebebiyle karanlıklar içindedir (Hayran olduğum Tarih profesörü Zeki Arıkan bu konuda çok hassasiyet gösterip araştırma yapmasına rağmen gerçeklere ulaşamamıştır). Bu konuyu geçelim.

Yani şu anda, öz dayısı Yunan işbirlikçisi belediye başkanı, öz amcası ise kurtuluş meclisinin milletvekili olan bir kişiyi konuşmaktayız.

Tam burada Karşıyaka’daki “Osmanzade Durağı” isimli çok ilginç bir sahil noktasından söz açmamız gerek.

Levanten, Rum, Musevi ve az da olsa Ermenilerin ve de beldenin iç kısımlarında Müslüman Türklerin yaşadığı “Kordelio” ismiyle de anılan İzmir’in Karşıyakası Osmanlının son dönemlerinde çok etnik yapılı, çok kültürlü ve çok dinli bir sahil kasabasıydı ve Attila İlhan’ın deyimiyle tam bir Avrupa-Akdeniz sahil beldesi hüviyetini taşımaktaydı.

Bu kasabada vapur iskelesinden çarşıyı geçerek Soğukkuyu semtine ve Alaybey semtine uzanan iki tramvay hattının, üçüncüsü ise zengin köşklerle süslü sahili boydan boya geçerek Papaz balıkçı semtine (şimdiki Bostanlı) uzanırdı. İşte bu hattın Reşadiye semtini geçtikten sonra Papaz’a az yakın bir noktasında tramvaylar için Osmanzade Durağı bulunurdu (Şimdiki Girne Caddesi girişi civarı). Durağın çevresinde de Osmanzade ailesine mensup ekabir ve çok kaliteli bir Osmanlı ailesinin evleri sıralanırdı.

Cumhuriyet döneminin ünlü romancısı Samim Kocagöz’ün evi de Osmanzade durağına yakındı. Samim Bey, onurla anlattığı gibi, tam bir Osmanzade idi. Anne tarafından köküne bakalım… Lale Devri Şairi Azamı, 4.Murat Musahibi Osmanzade Tayyip Efendi’nin torunlarından Osmanzade Vahide (Kocagöz) Hanımefendinin oğlu idi.

Benim Gavur Mümin hikayem de, Samim Kocagöz’ün evinde başlamıştır.

Samim Kocagöz’ün Dizi Dibindeki Fotoğraf…

Biz Samim Kocagöz’ün edebiyat tutumuna ve istiklal özlemine aşık bir kuşaktan geliriz. Onun “Kalpaklılar ve Doludizgin” romanları hiç yerini şaşırmamacasına baş köşemizde durur.

1970’li yılların başında, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Girne Caddesi olacak yolun girişine yakın bahçeli tek katlı bir mütevazi evde Samim Kocagöz oturur ve çalakalem romanlarını ve gazete yazılarını yazardı. Gazete makaleleri benim de yazarlık yaptığım Demokrat İzmir’de veya Cumhuriyet’te yayınlanırdı. Üstelik bizim ev aynı hat üzerinde, yaklaşık bir kilometre kadar daha iç kısımdaydı. Yani Samim Kocagöz sahilin dibinde ben ise tıfıl bir yazar olarak tarlalar içinde bir evde otururdum. Ama gazete sonrası veya iş dönüşü hava kararınca yolum yayan olarak Samim Kocagöz’ün evinin önünden geçerdi ki, bu benim için gerçekten bir övünç vesilesi idi. Yazarımızın çalışma odasında ışık gördüğüm zaman içimi ılık bir keyif kaplardı.

Bir gün telefon ederek randevu aldım ve ünlü yazarı ziyaret ettim. Daha kapıdan girer girmez eşi Sevinç Hanım o bembeyaz ruhani yüzünde gülücükler açarak, “Ben Kız Muallim Mektebi’nden anneniz Zehra Hanımın öğrencisiyim” demez mi?”…

O buluşmadan sonra artık randevusuz Samim Bey ile Sevinç Hanımı sürekli ziyaret etmeye başladım. Konularımız daima kurtuluş savaşı hikayeleri üzerinde düğümlenirdi. Samim Bey, benim şehit gazeteci Hasan Tahsin ve İzmir’in kurtuluşu araştırmalarımı destekler, daima kibarca Emperyalizm analizleri yapardı.

Nihayet bir gün sohbetimiz Sevinç Hanımın kibar ve içten çaylarının eşliğinde, her zaman oturduğumuz salondan Samim Bey’in pek kimseyi içeri almadığı ağzına kadar kitapla dolu çalışma odasına geçti.

İşte o gün, Gavur Mümin’i orada gördüm…

Samim Bey’in sırtını dayadığı kitap raflarının bana göre solunda biraz yere yakın bir kitap tomarı sırasında kitapların önünde dik olarak duran bir askeri okul öğrencisinin fotoğrafıydı.

Laf lafı açarken gözüm hep o fotoğrafa kaydı.

Biraz sonra Samim Bey, benim ısrarla o fotoğrafa baktığımı fark etti. Ve sordu:

“-Yaşar Beyciğim, kim o kişi bilir misin?

Başımla, hayır dedim.

“- O, İstiklal Savaşımızın ve Gazi Paşamızın 1 numaralı casusu Gavur Mümin’dir. Benim yakın akrabamdır. Bizim Osmanzadeler’e mensuptur. Hikayesi şimdilik tamamen sır perdesi içindedir. Savaştan sonra Yunan Başkumandanı Trikopis ile takas edilerek özgürlüğüne kavuştu. Askeriyemiz bu kişinin hayatının araştırılmasına izin vermez. Dosyaları gizlidir. Kimse inceleyemez. Kapalı bir konudur. Ama biz onun Gazi Paşa’nın en has adamı olduğunu ailece biliriz. Bu adamı ilerde sakın es geçme, iyi mi arkadaşım…”

Kurtuluş savaşımızın bu ünlü romancısının sözleriyle titremiştim. Gözlerimi fotoğraftan ayıramıyordum.

Büyük insan Samim Kocagöz az sonra şöyle demez mi, hafifçe ve kibarca gülümseyerek:

“- O fotoğraf hep orada durur. Yıllardır orada… Çok beğendiysen, al senin olsun dostum. İlerde yazarsın!…”

İnanılmaz bir armağandı… Hemen aldım.

İyi ki aldım. Çünkü 1995’teki bizim evin birinci katının da yerle yeksan olduğu büyük Karşıyaka sel baskınında Girne Caddesinin altından geçen sel yatağı kabarıp patlayınca 65 kişi ölürken, Samim Kocagöz’ün tek katlı evini de su bastı ve kütüphanesi çoğunlukla yok oldu. Bana armağan edilmeseydi, yere biraz yakın duran o fotoğraf sele kapılıp yok olacaktı. Şimdi benim en değerli hazinem olarak kütüphanemde başköşede duruyor.

Böylece ben tecrübesiz ve körpe araştırmacı, Gavur Mümin’i araştırmaya ve sorgulamaya başladım. Samim Kocagöz’ün daha sonra anlattığı konu ile ilgili bilgileri hep çalakalem not aldım veya arada sırada duraklayan eski teybime kayıt ettim. Çalıştığım Demokrat İzmir’de ve daha sonraki Gazete İzmir’de daha çok kulaktan dolma bilgilere dayalı Gavur Mümin yazılarım yayınlandı. 70’li yıllar böyle geçti.

Bu arada es geçmeyelim. Yazılarımın yayınlandığı ve günlerimin büyük bölümünü geçirdiğim Demokrat İzmir gazetemizin genel yayın yönetmeni Attila İlhan’ın, Gavur Mümin üzerine o gazetede yayınlanan hamasi yönü ağır basan Gavur Mümin yazılarımın art arda çıkması üzerine beni odasına davet edip Gavur Mümin üzerine bir kaç kez sohbet ettiğimizi ekleyelim. Attila İlhan bana bu konuda pek dişe dokunur şey söylemez ama daha çok benim Samim Kocagöz’den ne öğrendiğimi merak eder ve ısrarla soruştururdu. Aralarında centilmen bir ilişki ama sıcak bir dostluk olmadığını hissetmiştim.

Daha sonra Attila İlhan, “Dersaadet’te Sabah Ezanları” romanını yazarken bu konuya daha çok eğildi ve kitabının araştırma asistanı olduğum için bu konuyu bana yönelik olarak çok sorguladı.

NACİ SADULLAH: BİR GAVUR MÜMİN AŞIĞI

Bu arada yine Samim Kocagöz’ün yönlendirmesiyle, akrabası tam bir Osmanzade olan ünlü yazar Naci Sadullah Danış ile yazıştım ve tanıştım. Üstelik Naci Sadullah bizim gazetenin, yani yazılarımın yayınlandığı Demokrat İzmir’in İstanbul’da yaşayan pek ünlü bir yazarı olduğu için, bana yardım etmeyi seve seve kabul etti.

Çünkü Gavur Mümin ile ilgili kapsamlı bir arşiv ve hatıratı vardı.

Bu gün, o genç yaşlarımda güvenip bu arşivini bana teslim ettiği için ne kadar mutluyum tarif edemem. Osmanzade Sadullah Efendi’nin oğlu, amcası Halit Ziya Uşaklıgil, halası Atatürk’ün eşi Latife Hanımın annesi Adviye Hanım olan Naci Sadullah, sevdalı bir Gavur Mümin aşığı idi, zaten Türk Basını’nda ve tarih dergilerinde 1960’lı yıllarda Gavur Mümin üzerine ilk yazılar Naci Sadullah imzası ile yayınlanmıştır.

Naci Sadullah ile çok yazıştık ve buluştuk. Teybimde hala onun uzun konuşmaları durur. Ama benim için çok önemli 30 Mart 1974 tarihli mektubu manevi açıdan çok önemlidir ve Gavur Mümin hakkında bazı sırları ihtiva eder. Devlet sırrı olan ilgili yerleri sansür ederek aynen buraya alıyorum.

“Azizim Yaşar Aksoy… Gavur Mümin üzerine yazıp bana göndermiş olduğunuz makalenizi evvelce ve zevkle okumuş olduğum için, belki evvelki yazılarınızdan da aklımda kalmış olacak isminizi hemen hatırladım.

Gavur Mümin, yani yakın akrabam olan bu kahramanın gerçek romanı benim kafamda yatıyor. Ama yazılması pek talihsiz bir hikaye olmuştur. Yazmaya kaç defa başladımsa tamamını bitirebilmek yayınlayabilmek çeşitli nedenlerle maalesef kısmet olmadı. Çünkü Yunan dostluğuna hale getirir diye yayınevleri çekindiler.

Mümin’in hayatı dediğim gibi bir gerçek kahramanlıklar romanıdır. Doğduğu İzmir’de Yüzbaşı olmuş iken Mustafa Kemal’in şahsi emri ile onun istihbaratı emrinde görev almıştır. Hikayenin ötesi çok uzun.. Müspet ve büyük pek çok hizmetleri başardıktan sonra bizim milli istihbaratın Ankara’daki merkezine sızmış Alaşehirli bir melunun (bir Girit muhacirinin) ihbarı üzerine yakalanıp Yunanistan’a hapse gönderilmiştir.

Yunan ordusu içinde hain yaftası ile çalışırken bir Yunan generalinin kızı ile resmi ilişkisi (Bundan sonraki satırlar halen Yunanistan’da yaşayan bir aileyi ilgilendirdiği için ben Yaşar Aksoy tarafından burada zikredilmemiştir) biz aile fertlerince bilinir bir hadisedir. Ancak Türk istihbaratına hizmet için kullandığı Sporting Kulüp’te varyete yapan Afrodit (Afro) isimli bir Levanten kabare artisti ile olan ilişkisi, vatani görevin yanında izleri yüreğinde yanan eski bir aşk sızısı olarak daima hatırlanmıştır. Çünkü Afrodit, şehir Yunanlılardan kurtarıldıktan sonraki büyük yangında yanmıştır veya kaos ortamında bizimkiler tarafından linç edilerek yok edilmiştir.

Yunanistan’da idama mahkum edilmiş ama idamını Mustafa Kemal’in şahsi müdahaleleri önlemiştir ve soyadınızı taşıyan Mümin Aksoy, Yunan kumandanı esir Trikopis ile mübadele edilerek yurda dönmüştür. Sonra Yarbay olarak yine silahlı kuvvetler istihbaratında (Bu bölümler devlet ve millet sırrı olduğu için ben Yaşar Aksoy tarafından burada zikredilmeyecektir) ve Albay olarak (Bu bölümler de devlet ve millet sırrı olduğu için ben Yaşar Aksoy tarafından burada zikredilmeyecektir) bu vatana karşılıksız hizmet etmiş ve 1948’de İzmir’de vefat etmiştir.

Size şimdilik arşivimden iki resmini sunuyorum. Sivil olanı son resmidir. İlerleyen tarihlerde diğer resimleri de size verebilirim. Kardeşi İhsan Hanım sağdır. İzmir’dedir. Karşıyaka iskelenin tam karşısındaki apartmanda oturur. İskele civarında kimlere sorsanız gösterirler. Daha fazla bilgi almak için giderseniz, benden de çok selam söyleyiniz. Bu kadar uzun mektup yazmak hiç adetim değildir, ama ilginizle çok naif taraflarıma basmış oldunuz.

Başınızı ağrıttımsa özür diler, saygılarımı sunarak, yazı hayatınızda tekrar başarılar dilerim efendim… Naci Sadullah Danış…”

Naci Sadullah bahsi benim için bu kadar. Ama Attila İlhan da bu konuya önemle eğilecektir.

Attila İlhan Konuyu Hayret Verici Buluyor

Attila İlhan’dan satırlar:

“Ben o zamanlar İzmir’de gazetecilik yapıyor, Demokrat İzmir Gazetesini yönetiyordum. Bir yazarımız vardı. Adı Danış. Asıl ismi bu değildi ama bütün İzmir onu Danış adıyla tanırdı. Asıl adı Naci Sadullah Beydir ve Türk Basının çok önemli yazarlarından biridir. Aslen İzmirli’ydi. Gazetede fıkralarının dışında dedi ki ‘bir tefrika var, onu koyar mısın?’ Tefrika nedir? dedim.


‘İstirdattan önce, Yunan işgali sırasındaki bir Türk zabitinin hikâyesi’ dedi.

Nasıl bir hikâye bu deyip okuduğumda dehşete düştüm. Olayın ismi ‘Gâvur Mümin’di. Gâvur Mümin kim?

Bildiğiniz gibi 15 Mayıs’ta limana çıkan Yunan güçleri önce o zaman Konak İskelesi civarında olan Sarıkışla’ya girmişler. Oradaki bütün zabitleri çıkarıp dipçikle, tekmeyle Kordon boyunca ‘Yaşa Venizelos’ diye bağırtmaya çalışmışlardır. Hatta bağırmamakta direnen Miralay Süleyman Fethi Bey öldürülmüştü. İşte onların arasında da bir genç zabit var. Adı Mümin. Mümin bir müddet sonra kapatıldığı yerden kaçmayı başarıyor. Ve onun Ankara’ya iltihakını bekliyorsunuz.

Hayır, Ankara’ya iltihak etmiyor.

Kime iltihak ediyor? Yunanlılara iltihak ediyor.

Yunanlılara iltihak edip ne yapıyor?

İlk önce bir kere fesi çıkarıp şapkayı giyiyor. Arkasından çok iyi Rumca bildiği için Rum çevreleri ile düşüp kalkmaya başlıyor. Ona çok itibar ediyorlar. Sosyeteye katılıyor. Rumlarla o kadar yakınlaşıyor ki, neticede o zamanki Yunanistan’ın İyonya Valisi (yani bu tarafların valisi) İstriyadis onu yanına alıp bir görev öneriyor.

Önerdiği görev, bir Türk için dehşet verici bir görev.

Yunan istihbaratında çalışmasını istiyor. Gavur Mümin bunu gözünü kırpmadan kabul ediyor. Kabul ettiği bu esas üzerine, Yunan istihbaratının kimliği verilmiş hatta numarası konmuştur. Ve o da bu sayede bütün Ege bölgesinde dolaşıp Efelerin köylülerin örgütlemeye çalıştıkları hareketleri Yunan istihbaratına bildirmiştir.

Bu da kaderin bir görüntüsüdür demeyin. Çünkü Yunan istihbaratı Gâvur Mümin Bey’i sokağın ortasında tutukluyor.

Gâvur Mümin Bey’in tutuklanma sebebi, Ankara hesabına çalışmasıdır.

Meğerse Gâvur Mümin Bey kendisini onların adamı, iyi Rumca bilen, Yunan işgalinden yana bir Türk gibi tanıtarak bir Türk Zabitinin yapacağını yapmış, etraftaki dolaşmaları sırasında elde ettiği bütün bilgileri Ankara’ya İstihbarat teşkilatına bildirmiş.

Tabii bunun üzerine derhal Yunan Divanı Harbine verilip ömür boyu hapse mahkûm edilmiş ve adalardan birine sürülmüştür.

O zaman bir soru. Peki, Yunanlılar bunu nasıl öğrenmişlerdir?

O zaman utanç verici bir cevap.

Çünkü Türk Mim teşkilatı içinde çalışan bir Giritli Türk Yunan İstihbaratının ajanıdır ve onlara durumu o bildirmiştir. Tabii o daha sonra kurşuna dizilmiştir. O ayrı bir hikâye.

Gâvur Mümin Bey bir Türk Zabitinin neler yapabileceğini gösterir. Öteki hikâye ki, benim ailemin iftihar ettiği bir olaydır, sıradan bir Türk ailesinin böyle bir durum karşısında nasıl direnmek istediğini ve direndiğini gösterir.”

Osmanzade Büyükleri Beni Kuşatıyor…

Benim, Attila İlhan’ın, Samim Kocagöz’ün, Naci Sadullah’ın keyifle ve cesaretle kalem oynattığı sol muhalif Demokrat İzmir gazetesi, 1979 yılı Nisan ayında kapandı.

80’li yılların başında artık Yeni Asır gazetesindeydim.

Hatırı sayılır bir kariyerim oluşmaya ve çok okunan tarihi dizi yazılar yayınlamaya başladım. O yıllar müthiş yıllardı. 30 gün süren “Ah Karşıyaka” dizi yazım gazeteme 50 bin tiraj kazandırmıştı, “Canım İzmir” dizim yayınlanınca gazete bayilerde yok satıyordu. Beni yolda yürütmüyorlar kent kültürü üzerine yazılarımı sürekli teşvik ediyorlardı.

Bir gün gazete kapısına saçları bembeyaz üç yaşlı adam dayandı.

Beni merak etmişler, benimle görüşmek istiyorlarmış…

Kapıdaki bekçi yazı işlerindeki hep çalıştığım büyük muhabir masasına bunları getirdi. Üçü birden biraz kızgın bana siteme başladılar:

Yahu bizlere sormadan Gavur Mümin yazılır mı?”…

Kalktım önce ellerini öptüm…

Meğerse benim bir edebiyat dergisinde yayınlanan naçizane bir şiirime kafayı takmışlar, iyi de etmişler. Bu şiiri, bu üç adamın birisinin oğlu, diğer ikisinin yeğeni olan bizim gazetede grafiker olarak çalışan Orhan Aksoy isimli bir kardeşimiz onlara haber vermiş. Orhan Aksoy, bir genç Osmanzade… Üç adam ise yaşlı Osmanzadeler…

İlki emekli Tarih öğretmeni Saruhan Aksoy . Babası Osmanzade, eşi Ayhan Hanım da bir Osmanzade. Ayhan Hanım, Gavur Mümin’in kardeşi İhsan Adalı Hanımefendi’nin evladı. Kardeşleri ise, Ferhunde ve Lütfü. Gavur Mümin, ablasının kızı Ayhan Hanımı isteyen akrabası genç öğretmen Saruhan’a şöyle bir bakıp ablasına dönmüş ve “Hanımabla verdim gitti kızı” demiş…Saruhan Aksoy, önemli adam, baba tarafından Manisa’nın ünlü sülalesi Karaosmanoğulları’na mensup. Karaosmanoğlu Vakfı’nın mütevellisi.

Gelelim ikinci önemli kişiye.. LütfüAksoy , Milli takımın ve Galatasaray’ın dillere destan bir eski futbolcusu. 1930 ile 1940 arasında top koşturmuş. Karşıyaka Spor Kulübü’nden Galatasaray’a transfer olmuş. Babacan, çok şık bir beyefendi. Çocuk iken İzmir Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa’nın emri ile Konak’taki Yunan Hapishanesi’nde mahpus olan dayısı Gavur Mümin’e evden yemek ve özellikle pilav götüren çocuk. Pilav kabının içindeki bazı pişmemiş pirinçler üzerine yazılı bilgilerin Türk istihbaratının Gavur Mümin’e gönderdiği haberler olduğunda ısrarcı. Dinlediğim zaman abartılı bulmuştum. Birkaç yıl öne Çeşme meydanında pirinç taneleri üzerine şiir yazan ve satan Cumhur isimli bir sanatkarı görünce kafama dank etti, meğerse gerçekmiş anlattıkları. Yine bir konuşmamızda Lütfü Aksoy, dayısının kendisine “Türk Lavrensi” denmesine çok kızdığını belirtti. Gavur Mümin kendisine kelimesi kelimesin şöyle demişti: “Ben bir Lavrens sayılmayı şeref değil zül addederim. Zira Lavrens sömürgecilik için, yani İngiliz kapitalistleri için çalıştı, bu yönde casus olarak ayrılıkçılık yaptı. Bense casusluğumu kendi memleketimin milli kurtuluş kavgası hesabına yaptım. Lavrens o adi hizmeti yaparken altınlarla oynuyordu. Bense bütün kavgalarıma tek sermaye olarak kendi başımı koydum. Beni Lavrens’e benzetmeyiniz, bu bana vatan hizmeti görürken kazandığım nefret kadar haksız hakaret olur”…

Beni gazetede ziyarete gelen guruptan üçüncü kişi ise, meşhur Çuval Osman idi… Kemeraltı’nda diş doktoru Osman Nail… İzmir’in ünlü ekabir simalarındandı. Anne tarafından tam bir Osmanzade.. Bir tarih küpü.. Osmanlının son döneminde şehirde yaşanan her şeyden haberli ve ağzından bal damlarken, bol da küfür etmekte.

Önce, bu üç yaşlı adamın dikkatle okuduktan sonra, üşenmeyip gazeteye kadar gelip beni sorguladıkları şiirimi okuyalım:

S İYAH LALE (AFRO)

ne zaman teknemiz s ıyrılsa punta’dan

sanırım yanan körfez ağlar öykümüze

uzak ufukları kızartan hüznüdür eski şarkıların


vapurlar ın güvertesinde hülyalı laterna çığlıkları

körfezi ağır ağır okşayan nazlı yelkenliler

sen afro, frenk mahallesinin işveli dilbeli

sporting klüp’ün aşk çiçeği, siyah lale

benim sevgilim sanki yanıbaşımdasın


kahpece soyunmu ştu o akşam izmir’in billur avizeleri

sırmalı işgalciler kudurunca efzon sirtakisinde

levanten dilberleri hellen kollarında inliyordu

papazoğlu general trikopis sevişip

haykırırken aşkını afro’ya, görkemli yatında

son yunan taarruzu istihbar ediliyordu

“9 ocak 1921… kemalciler’in işi bitecek..”


gavur m ümin okşadı gözleri ile afro’yu, mesajı almıştı

o akşam sarı paşa hiç uyumadı

loş duvarlarında genel karargahın

meşalelerini söndürmüş kervanlar geçiyordu

raks ediyordu önünde tuzlu leblebisi ile rakısı


ne zaman teknemiz yana şsa güzelyalı’ya

sanırım o eski sakız yalılar ağlar öykümüze

bir hayal dolaşır kıyılarda

bu benim aşkım, hayat kadını afro

bulamadım cesedini yangın sonrası küller altında

kav­ruldu dediler, çıldırdım, kimisi linç oldu dedi


seninle dolu rıhtımlarda sporting kulüp’ü ararım

anası rum, babası italyan çocukları okşarım

ferhane sokağı’nda seni sayıklarım

şimde artık eski bir resmi kaldı yadigar

ondokuz yaşı ve artemis bakışı

dibinde “souvenir de smyrne” yazar


Bu şiirimde İzmir’in kurtarılışında çıkan kargaşada linç edilen veya yangından kurtulamayan Gavur Mümin’in gizli örgütünde görev almış Afro isimli bir kabare kızını anlatmıştım. Naci Sadullah’ın anlatımına göre böyle bir kız vardı ve Gavur Mümin onu sevmişti. Şiirde geçen Sporting Kulüp, o zamanlarda İzmir’in en ünlü müzikholüydü. Trikopis ise, Yunan başkumandanıydı ve cephedeki saldırı gününü Afro’ya ağzından kaçırmıştı. Ferhane sokağı ise o zamanki Frenk mahallesinde (şimdiki Alsancak’ta 1449 numaralı) daracık gizemli sokaktı… Punta ise, malum Frenk mahallesinin denize uzanan burnudur.


Efendim, ben böyle bir şiiri nasıl yazarmışım?… Bu kadar gizemli bilgiyi nereden öğrenmişim?… Hakikaten beni epeyce soruya çekti bu üç sevimli adam. Gazeteden sonra kahveye sonra vapur yolculuğuna… Daha sonra iki günde bir yeniden buluşmaya. Benimle buluşmanın tiryakisi oldular. Artık pasaport sahil kahvelerinde veya Karşıyaka sahilinde yayan bir şekilde saatlerce konuşuyorduk.


Tek konumuz vardı: Gavur Mümin…

Önümde açık duran deftere kalemim hızla söylenenleri aktarıyor ve bir yandan teybim çalışıyordu. Bana çok yardım ettiler, ufkumu açtılar.

İnanılmaz bilgiler edindim, bu üç anıt adamdan.

Şimdi üçü de toprağın altında…

Ve benden Gavur Mümin’i ve gerçeklerini anlatmamı yıllardır bekliyorlar.

Onlara rahmet diliyorum.

Böylece yıllar geçti.

2000’li yıllara geldik…


YEĞEN MÜMİN, TÜM HATIRATI ARMAĞAN EDİYOR…

Nihayet bir gün, Gavur Mümin’in tüm yaşam öyküsüne kavuştum.

Hem de kendi el yazısıyla hatıralarına, fotoğraf albümlerine, tüm askeri yazışma ve belgelerine…

Osmanzade ailesinin küçük evladı, göbek adı da Mümin Aksoy’u hatırlatması için ailece “Mümin” ismini taşımasına karar verilen Yeni Asır gazetesi grafikeri merhum sevgili dostum kardeşim Orhan Aksoy, bir gün elinde koca bir plastik poşetle çıktı geldi ve babası Osmanzade Saruhan Aksoy’dan ona intikal eden (Çünkü Orhan kardeşim bekar olduğu için, babasının ölümüne kadar Bostanlı’daki aile evlerinde babasıyla yaşadı) tüm paha biçilmez belgeleri bana armağan etti. O an kalbim duracak gibi olmuştu. Ve bana vasiyet ederek, “Bu hikayeyi gerçek olarak ancak sen yazacaksın, böylece dayımın ruhu aziz olur” dedi.

Şimdi bu olayı anlatayım.

Orhan Abi, benden küçük olmasına rağmen, herkes gibi ona “Abi” derdim… Çünkü onda gizli bir doğal abilik, koruyucu bir meleksi yapı, yiğit bir yürek vardı. Ama tüm bu baba görüntünün derinliğinde Orhan Abi, çok ıstıraplı bir hüzün hastalığı içinde yaşar giderdi… Müzmin mahzundu. Hep hüzünlüydü, hep mahzundu, hep birilerini, bir şeyi özler gibiydi… Belki anasını, belki babası Tarih öğretmeni Saruhan Hocamızı, belki hiç görmediği dayısı Gavur Mümin’i, belki el bebek gül bebek çocukluğunu, kim bilir olmayan saçları örgülü kızları… Attila İlhan’in dediği gibi “Ne kadınlar sevmiştik, zaten yoktular!”.

Bizim gazetenin grafikeriydi … Küçük masasında koca gazetenin grafik, reklam resimleri ile uğraşır durur, sonra akşamüstü doğru meyhaneye, iki parça peynir bir şişe rakıya, sonra gece yarısından sonra uzak evinde epey biralamaya… Her gün böyleydi.

Orhan Abi (Orhan Aksoy) usta bir karikatürcü idi… Ama ön plana çıkmayı hiç sevmez, karikatürlerini yayınlamazdı. Bizim gazetenin karikatür dergisi Gıcık’a bile karikatür verdiği görülmemişti.

Ama bir gün karikatür sergisi açtı… Hem de bir meyhanede… Sergi, rakılı karikatürlerden oluşuyordu… Her kişiyi, her kavramı rakı-şarap eskizleri içine hapsetmişti. Sanki dünya alkollü bir derya içinde yüzüyordu. Ya, aşk kavramı olan kıpkırmızı bir kalp rakı şişesinin etiketi olarak parlamaktaydı, ya da balıklar Yeni Rakı etiketli şişenin içinde yüzüyordu, buna benzer onlarca nefis karikatür İzmir Kemeraltı’nda Şükran Meyhanesinin duvarlarını süslemişti. Beni de çağırdı. Kalktık gittik. Kalabalık daha sergi açılmadan içmeye başlamışlardı. Herkes rakılı karikatürlere bakıyor, dolanıyor, bu arada ellerindeki rakı kadehlerini kafalarına dikiyordu.

Orhan Abi koluma girdi, beni yaptığı karikatürün önüne getirdi. Beni, Rakı şişesi biçiminde bir İzmir Saat Kulesi şeklinde yapmıştı. Üstüne de “Pardayyanlar Hiç Ölmeyecek” diye yazmış. Orhan Abi, bana “Pardayyan Gibi Adam” derdi. Beni, haksızlıklara karşı kılıç sallayan cesur Fransız Şövalyesi Pardayyan’a benzetirdi. Çünkü o yıllar sert ve yürekli yazılar yazardım. Hatta Yazı İşleri Müdürümüz sevgili kardeşim Yılmaz Özdil (şimdilerin Sözcü gazetesi yazarı meşhur Yılmaz Özdil) gazetenin patron vekilini bile eleştiren sert yazılarım karşısında beni kibarca ikaz eder, biraz dizginlemek isterdi, kulakları çınlasın.

Orhan abi, sergi gecesi kulağıma eğilerek, “Abi, yarın sana bir sürprizim var” demez mi?..

Orhan abi, ertesi günü gazetede yanıma gelerek Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki 1 numaralı casusu Mümin Aksoy’un tüm belge, fotoğraf ve evraklarını bana armağan etti.

Ne yazık ki, bir kaç yıl sonra, merhum Osmanzade Saruhan Aksoy ve merhume Ayhan Aksoy’un oğulları, Tufan Aksoy ve Mükafat Hanımefendinin kardeşi, Gül Ersoy ve Süreyya Karakaplan’ın kayınbiraderi, Kerem ve Cem’in amcası, Efe ve Hakan’ın dayısı, herkesin sevgilisi Orhan abi, 21 Mayıs 2002 günü vefat edince vefat edince onu Tepecik morgundan alıp Bostanlı Beşikçioğlu Camiine ben götürdüm… Gözyaşları içinde Balçova Kabristanı’nda aile bölümünde Gavur Mümin’in yanına gömdük… Ondan bana “Rakılı Saat Kulesi” karikatürü ve Gavur Mümin’in mirası kaldı.

Daha sonra da Orhan Aksoy’un ağabeyi Osmanzade Tufan Aksoy’u, yani Türk basınının simgelerinde Yeni Asır, Hürriyet, Yenigün gazetelerinin eşsiz Yazı İşleri müdürlerinden ve yazarlarından bir büyük gazeteciyi de kaybettik. Çok güzel bir insandı. O da Gavur Mümin’in gökkubbeye imzasını atabilmiş bir öz yeğeniydi.

Gavur Mümin’in Gerçek Yaşam Öyküsü

Osmanzade Orhan Aksoy’dan edindiğim gerçek belgelerin ışığında, daha ileriki aşamalarda Gavur Mümin’i devlet katında araştırmak çok uzun yıllarımı aldı…

Yakında yayınlanacak olan 700 sayfalık “Gavur Mümin’in Gerçek Yaşam Öyküsü” kitabımdan hareketle artık bu büyük kahramanın hayatının kısa bir dökümünü verelim. Bu dökümde Gavur Mümin’in Türk İstiklal Savaşı ile sınırladığım yaşamını sunacağım. Cumhuriyet döneminde yaptığı büyük vatan hizmetlerinden asla söz etmeyeceğim. Kurtuluş Savaşındaki hizmetlerinden kat kat önemli ve değerli Cumhuriyet dönemi hizmetleri “devlet ve millet sırrı” olarak sonsuza kadar gizli kalacaktır. Çünkü hem kendisi hem de devlet vicdanı, milli sır olarak kalmasını uygun görmüştür. Bu bakımdan magazinci basın ve kolaycı akademik araştırmacılar “Bu kahraman kişinin niçin askeri arşivlerde kaydı yok” diye şikayet etmektedirler. Evet ciddi anlamda kaydı yoktur ve varsa da asla açıklanmayacaktır; çünkü bu adam, gavur isimli inanılmaz kişi, hem Osmanlı rütbesiyle, hem kurtuluş savaşı rütbesi, hem de cumhuriyet dönemi rütbesi ile muhteşem gizli görevler üstlenmiştir. İsmi, magazin haberleri, hayali sinema ve tv dizileri ve kolaycı akademik tezlerle piyasaya sürülemez.

Çünkü vatan hizmeti, reklama ihtiyaç duymaz. Benim bu konudaki son sözüm budur!…

Bu arada Gavur Mümin’i eldeki bilgilerle defalarca topluma tanıtmak için yazılar yazmış olan benim gibi alaylı tarihçi olan gazeteci yazar Ergun Hiçyılmaz ağabeyime ve Gavur Mümin romanını yazmış olan hemşehrim Erdoğan Baysal’a sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Gavur Mümin konusunda, yıllar süren araştırmalarımda bana yardım eden, gizli kozmik bilgilere ulaşmamı sağlayan Genel Kurmay, Kara Kuvvetleri personeli olarak, “Mustafa Kemal’in askerleri” olan tüm muvazzaf ve emekli asker dostlarıma da şükranım sonsuzdur. Şeref sözü verdiğim üzere isimlerini kalbime gömdüm.

Ancak şu kitaplar okunup incelenmeden Gavur Mümin konusuna girilemez:

Teşkilatı Mahsusa – Samih Nafiz Tansu – Nokta Kitap, 2012, İstanbul.

Silahım ve Namusun Üzerine Yemin Ederim ki – Ergun Hiçyılmaz – Destek Yayınları, 2012, İstanbul.

Türk Devriminde Bir Gizli Örgüt Karakol – Ergun Hiçyılmaz – Destek Yayınları, 2012, İstanbul.

Mustafa Kemal’in Gizli Teşkilatı – Sami Karaören – Destek Yayınları, 2010, İstanbul.

Esir Şehrin Fedaileri Taylan Sorgun – Destek Yayınları, 2011, İstanbul.

Hatırlarım – General Trikopis, (Çeviren Ahmet Angın) – Akşam Kitap Kulübü, 1967, İstanbul.

Yüzbaşı Gavur Mümin (Roman), Erdoğan Baysal, Göl kitap Yayıncılık, 2011, İstanbul.

Fırtınalı Bir Yaşam Öyküsü

Gelelim Gavur Mümin’e…

Osmanzade İbrahim Bey’in oğlu olan Mustafa Mümin (Aksoy), 1892 yılında İzmir’de doğdu.

1911 yılında Beylerbeyi Yedek Subay Okulu’nu bitirip, meslek olarak asker ocağını seçti. Trablusgarp Savaşı’nda 6.Tümen, 16.Piyade Alayı, 1.Bölük Takım Komutanlığında bulundu. Balkan Savaşı’nda Çatalca Savunma Hattı’nda görev yaptı, Edirne’nin geri alınmasında bulundu.

Cemal Paşa Komutasındaki 4.Kolordu’nun Süveyş Kanalı’na yaptığı harekata katıldı. Çanakkale Savaşı’nda Seddülbahir muharebelerinde görev aldı. Çanakkale savaşında üsteğmendi. 1917 yılında 17.Kolordu Komutanlığı emrine atandı, sonra 1 Mart 1919 tarihli emirle İzmir Jandarma Alay Komutanlığı emrine verildi. Böylece jandarma sınıfına geçmiş oldu. Bu görevi Mart 1920 tarihine kadar sürdü. Yer altı faaliyetlerine geçeceği için disiplinsizlikler yaptı ve jandarma subaylığından kaydı silindi.

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’de Yunan işgali başlayınca Jandarma Yüzbaşısı Mümin, Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti’ne bağlı bir eski subay görünümünde Yunan işgal komutanlığı ile yakın ilişkiye girdi. İşbirlikçi bir Osmanlı olarak ünlendi. Kendi halkı ona “Gavur Mümin” şeklinde küçültücü bir lakabı uygun buldu. Yunan makamlarıyla yakın ilişki içinde olan dayısı İzmir Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa’nın varlığı, Mümin Bey’in Yunan çevrelerine sızmasına imkan tanıdı. Oysa, Ankara’daki Milli Mücadele cephesinin, hatta bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın özel istihbarat elemanıydı.

Mümin Bey, çok uzun bir süre akıl almaz bir faaliyet içinde kendine bağlı küçük ama etkisi güçlü bir istihbarat ağını da yöneterek çok önemli görevler üstlendi. Kurtuluş Savaşının son döneminde Konya Delibaş İsyanı asilerinden Bozkırlı Hacı Mustafa’nın oğlu Hacı Halil Fuat’ın ihbarı üzerine Yunan istihbaratı tarafından fark edilen Mümin Bey, tevkif edilerek idam istemi ile Yunan Askeri Mahkemesi’ne çıkarıldı. İdama mahkum edildi.

Ancak Türk makamlarının elinde bulunan Yunanlı esirlerin akıbeti gündeme gelince ölünceye kadar cezaevinde kalması kararlaştırıldı. Atina’ya götürüldü. Mora yarımadasının güney doğusunda bulunan Palamadis Zındanı’na, sonra Atina yakınında Palis Strataus Hapishanesi’ne atıldı.

Türk-Yunan esir değişimi sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile bir yıldır esir tutulan Yunan Orduları Başkumandanı Trikopis ile değiştirildi.

5 Nisan 1923’de özgürlüğüne kavuşan ve doğduğu şehir olan İzmir’e geri dönen Mümin Bey, yetkili makamlarca resmen sorgulandı ve istihbarat elemanı olduğunu hukuken ispatladı. Rütbesi ve jandarma subaylığı görevi iade edildi. 30 Eylül-Ocak 1926 arasında İzmir İl Jandarma Komutanlığı’nda görev yaptı. 1 Mart 1921’den itibaren yüzbaşılığa, 30 Ağustos 1923’te binbaşılığa, 30 Ağustos 1942’de yarbaylığa, 30 Ağustos 1946’da Albaylık rütbesine yükseltildi. Uzun süre Doğu illerinde görev yaptı.

4.dereceden Mecidiye Nişanı, Çanakkale Harp Madalyası, Kafkas Cephesi Kılıçlı Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası sahibiydi.

Gizli faaliyetleri dilden dile anlatıldığı için bir şehir efsanesi olarak “Gavur Mümin” ismi ile ünlendi. Ama gerçek yaşamı hep sır perdesinin arkasına gizlendi. Yeğeni ünlü yazar Naci Sadullah Danış, ünlü romancı Samim Kocagöz, ünlü yazar Attila İlhan, gazeteci Yaşar Aksoy, uzun yıllar boyunca Gavur Mümin’den bir efsanevi şahsiyet olarak söz ettiler, ya da yazılarında değindiler.

Cumhuriyetin erken döneminde özellikle doğu isyanlarında çok önemli görevler üstlendi, ancak bu çalışmaları da daima bilinmezlikler içinde kapalı kaldı. Hiç evlenmedi. 24 Ocak 1948’de öldü. Mirasçısı yoktu. Kızkardeşi İhsan Hanıma 3500 lira ödendi ama maaş bağlanmadı. Madalya ve takdirname beratları, askerlik belgeleri, tüm yayınlanmamış hatıraları, ismini taşıdığı ikinci kuşak yeğeni basın grafikeri rahmetli Mümin Orhan Aksoy tarafından, araştırmacı-yazar Yaşar Aksoy’a teslim edildi. Yaşar Aksoy, Gavur Mümin’i çok yakından tanıyan birinci kuşak yeğenleri olan rahmetli Saruhan Aksoy, rahmetli Ferhunde Aksoy ve Milli Futbolcu rahmetli Lütfü Aksoy ile günler süren sözlü tarih çalışmaları yaparak bu gizli kahramanın sırlarını aydınlatmaya çalıştı.

(Kaynaklar: 1) Yaşar Aksoy, “Gavur Mümin Efsanesi”, yayınlanmamış kitap çalışması, 2) Mehmet Ersin, “Yurdum İçin Savaşırken”, İzmir, 2012, 3) Erdoğan Baysal, “Yüzbaşı Gavur Mümin” , Heyeti Temsiliye’nin İzmirli Casusu, Roman, İstanbul ,2011 (Bu eserin, sunuş yazısında da belirtildiği gibi gerçek kişilerle ve olaylarla ilgisi yoktur, ancak dönemin ruhunu yansıtması açısından dikkate alınabilir). 4) Yaşar Aksoy, “Kurtuluş Savaşımızın 1 Numaralı Casusu Gavur Mümin Üzerine Son Söz”, İzmir Gazete, 15.8. 1980. 5) Araştırmacı yazar Ergun Hiçyılmaz’ın çeşitli yazıları ve televizyon konuşmaları.

Naci Sadullah’ın Ölüm İlanı

Albay Mümin’in anlamlı yaşamından kesitler içeren ölüm ilanı, 25 Ocak 1948 tarihinde İzmir’de yayınlanan “Demokrat” isimli yerel gazetede imzasız yer aldı. İlanı “Eski dost” imzasıyla akrabası yazar ve gazeteci Naci Sadullah yazmıştı. Bu ilanı veren Naci Sadullah, bu gerçeği gazeteci Yaşar Aksoy’a uzun yıllar sonra açıkladı.. Şöyle ki:


Mümin Aksoy (Bir dost)

O, işte adı üstünde bu yurdun soyu sopu, apak bir evladıydı…

Şimdi önümde bir resmi var ki, Kafkas cephesinde çekilmiştir.

Şimdi önümde bir resmi var ki, Çanakkale cephesinde çekilmiştir

Şimdi önümde bir resmi var ki, Sakarya cephesinde çekilmiştir.

Şimdi önümde bir resmi var ki, bu resminde o, rütbeleri düşmanlar tarafından sökülmüş, hırpanileşmiş bir zabit esvabının içinde ve bir Yunan zindanında mahpusken çekilmiştir. Fakat bu hırpani kılıklı esir zabitin halinde, duruşunda, bakışında, Kafkas cephesinde “İkinci Mülazım”, Çanakkale cephesinde “Birinci Mülazım” olarak ve Sakarya cephesinde “Yüzbaşı” olarak kahramanlara kumanda ettiği günlerin haysiyet şeref, gurur ve vakarından hiç bir şey eksilmemiştir.


Ve şimdi önümden bir tabut geçmektedir ki, içinde yine o vardır.

O, yani bu memleketin “Mümin” ve “Aksoy”lu evladı…


NOT: 1 – Yaşar Aksoy’un 40 yıldır araştırarak kaleme aldığı “Gavur Mümin” kitabı birkaç ay içinde yayınlanacaktır.

2- Dağarcık Türkiye sitesinde yayınlanan Gavur Mümin fotoğrafının başka yayınlarda yazılı izin alınmadan yayınlanması noterlikçe yasaktır. Yayın hakkı noterlikçe Yaşar Aksoy adına mahfuzdur.

Bunları da sevebilirsiniz