Ağır bir saldırıyla karşılaşan Laik Cumhuriyet, birileri kale kapılarını içeriden açmasaydı bu kadar kolay teslim olmayacaktı. Şimdi Laikliğin de Cumhuriyetin de değerini anladıklarını söyleyenler gerçekten hala durumu tam kavramış değiller. Hala laikliği din ve vicdan özgürlüğü olarak tanımlamakta ısrar ediyorlar. Hala laikliğin yalnızca sıradan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile anlatılabileceğine inanıyorlar.
Laikliği aklın özgürleşmesi, bilimin gelişmesi ile ilişkilendirmek ya iktidarla diyaloglarını sona erdirir korkusuyla ya da yeterince kafa yormadıkları için akıllarına gelmiyor.
Birinci olasılık daha güçlüdür. Çünkü iktidarın konuşulabilir, ikna edilebilir, hiç değilse bir noktada durdurulabilir olduğuna bel bağlamışlardır. İktidar cephesinden çıkacak ılımlı, Avrupalı bir itirazın durumu düzeltebileceğini düşünüyorlar. Laikliğe saldırının ideolojik içeriğini görmezden gelmek bu mantığın doğal uzantısıdır.
Öte yandan Laik Cumhuriyeti savunmanın onu yeniden kusurlarından arındırarak kurmanın gerekliliğine inananlar ile bunun ülkenin öteki sorunlarıyla ilişkisini kavrayanlar arasında da bir tartışma filizlenmek üzere.
Tartışma laiklik konusunun iktidar cephesinin zayıf halkası olup olmadığında yoğunlaşıyor. Gerçekte laiklik konusu iktidar cephesinin en güçlü ama aynı zamanda en zayıf olduğu alandır.
En güçlü olduğu alandır çünkü; laiklik cemaatlerin gücünü, yaygınlığını hesaba katmayan bir strateji ile kurgulanmış, tüm yükü eğitimin üzerine yıkmış, gerçekte dinin devletle ilişkisini kolay el değiştirebilir devlet ağırlığına bağlamıştır.
En zayıf olduğu alandır; çünkü laiklik her şeye rağmen hem küresel çaptaki modernleşmenin etkisiyle hem de toplumda bir karşılık bulduğu için ciddi bir güce sahiptir. Daha da önemlisi laiklik, bu durum değerlendirmesinden de bağımsız olarak saldırı nerede yoğunlaşmışsa karşı atak da orada yapılır, yapılmalıdır ilkesi gereği ön plana çıkartılmak zorundadır.
AKP iktidarı laikliği tüm gücüyle, hemen her alanda tümüyle ortadan kaldırmak için uğraşıyor. Eğitimde yılların birikimiyle egemen kıldığı gericiliği tüm öteki yaşam alanlarında yaygınlaştırıyor, etik, ahlak, insani değer tanımadan ilerliyor.
En ilkel gericiliğin tabanda yayılması için bütün kapılar açıldı. Ne yazık ki bu yayılma laikliği savunan kitleleri de sarabilir. Liberallerin “kabul edilebilir ölçüler” mantığı laik kesimlerin rızasına dönüşebilir. Bu nedenle aklın özgürleşmesini, Aydınlanma’nın çağdaş zenginliğini korkusuzca savunmak gerekiyor. Neresinden tutalım, bakalım toplumda karşılığı var mı? Acaba gerçekten zayıf halka burası mı? Türünden sorular geçerliliğini yitirdi.
Bu türden sorular, laiklik mücadelesini tek bir sloganın savunulması gibi düşünmekten, laikliği yeniden kurma savaşının süreç içinde farklı dayanak noktaları, argümanlar bulamayacağı kuşkusundan kaynaklanıyor. Oysa iktidar cephesinin her saldırısı bize her gün yeni görevler yüklüyor.
Kapitalizmin hegemonik merkezi ABD’yi ekopolitik bir gözlemle kısaca ele alırsak, ABD’de ana sorunun istihdam ve işsizlikle sınırlı olmadığını rahatça söyleyebiliriz. ABD’de şu anda yüzde 5,5’e kadar gerileyen işsizlik oranı aslında geri planda çok büyük bir eşitsizlik sorununu gizliyor.
Emeğin parçalı yapısı ve gelir eşitsizliği ise kuşkusuz sermayenin eşitsizliği ve parçalanmışlığının sonucu.
Kapitalizm bir yanda enformelleştirme ve sosyal dışlama, bir yandan da eşitsiz ücretlendirme aracılığıyla iktisadi artığa dayalı sermaye birikimini beslemeyi sürdürüyor. Ancak her defasında daha büyük dengesizlikler ve sosyal sorunlar yaratarak.
Ekonomik, politik, ekolojik, sosyolojik ve daha bir çok başlıkta sürdürülemezlik noktasındayız . Sürdürülemezliği acilen konuşmamız ele almamız gerekiyor.
O nedenle 06-10 Temmuz’da Karaburun’da yapacağımız 22. Ütopyalar Toplantısı’nın temasını “SÜRDÜRÜLEMEZLİK” olarak belirlerdik.
Karaburun’da görüşmek üzere.
Aydınlık bir ay dileklerimle.