2015 yılı Türkiye için tam bir karabasan gibi geçti. Bir an önce uyanmak istediğimiz ama tünelin ucundaki ışığı bir türlü göremediğimiz kasvetli bir yıl… Koskaca bir çölde kalmış yalnız bir insan gibi, gördüğümüzü sandığımız her su birikintisinin serap olduğunu acı bir şekilde fark ettiğimiz, tepemizdeki kavurucu güneşin sıcaklığının her geçen an biraz daha arttırdığı bir yıl. Geçmişte de böyle buhranlar yaşamadı mı insanoğlu? Yaşadı elbette. Ama buhranları aşıp düzlüğe çıkmanın tek yolu, hatırlamak. Hatırlamak hem kabusları, hem düşleri… Rehber edinmek öfkeyi ve umudu… İşte bu sebeple, 2016’nın ilk nefeslerini soluduğumuz bu günlerde, hatırlayalım öfkeyi ve kırık umutları diye 2015’i yazmak istedim…
Vicdan muhasebesi
2015, Türkiye için pekçok açıdan, vicdanların çok büyük yaralar aldığı olaylara sahne oldu. Tanık olmaktan utandığımız bu olaylar, içinde bulunduğumuz toplumsal cinneti gösterdiği gibi, bu cinnetin vahametini de ortaya çıkardı. Gidenlerimiz için üzgünüz. Bu toplumun bu hastalıklı unsurlarını tedavi edemediğimiz için suçluyuz. Suçluyuz hepimiz biraz…
11 Şubat: Özgecan, gencecik güzel bir insan, bindiği dolmuşun şoförü tarafından canice katledildi. Tecavüzcü, kendisine direnmeye çalışan Özgecan’a sinirlenince onu öldürdü yaktı. Bu utanç verici, yürek yakan olay, bu ülkede bir kadın olarak çarşıdan eve dönmek kadar basit, o kadar hayati bir şeyin bile ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi bize. Kadın olarak, yaşamanın bu ülkede, bir tesadüfler zinciri olduğunu… İnsanlık, Özgecan ile katledildi 2015’te.
17 Şubat: Kadıköy, ülkenin uygar semtlerinden birisi olduğunu zannettiğimiz Kadıköy, gazeteci Nuh Köklü’ye mezar oldu. Hem de basit bir kartopu yüzünden. Yolunu şaşıran o minik kartopu, katilin dükkan camını kırmayaydı Nuh aramızdaydı bugün… Bir değersiz cam, bir insan ömrüne bedel oldu. Kendiliğinden değil elbette. O katilin elleriyle… Nuh ile çocuklar gibi şen olmak, katledildi 2015’te.
20 Şubat: Ege Üniversitesi, lafta Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden birisi. Güzel İzmir’in göz bebeği… Ama koruyamadı öğrencisini. Fırat Çakıroğlu, ülkücü olduğu gerekçesiyle, başka bir şey değil, öldürüldü. Üniversitenin orta yerinde. Üniversite hastanesine yalnızca beş dakikaları mesafede hem de… Fırat ile öğrenci olmak, bütün sıfatlarından arınmış bir öğrenci olmak bile katledildi 2015’te.
2 Eylül: Üç yaşında masum bir bebeğin cansız bedeni, Ege kıyılarına vurdu… Utanç. Aylan’ın minicik ayakları soğuktan buz kesmişti, yüzükoyun yatıyordu fotoğrafları çekilirken. Cansız… Denizden ağ çıkar, denizden kum çıkar, denizden balık çıkar, denizden cansız bebek bedeni çıkar oldu 2015’te.
25 Ekim: İstanbul polisi, terörle mücadele operasyonu adı altına evine girdiği Dilek Doğan’ı ailesinin göz önünde “yanlışlıkla” öldürdü. Polisin kamerasına yansıyan görüntülerin kamuoyuna sızması ile her şey gün yüzüne çıktı. Suçsuz Dilek, polisin tek kurşunu ile katledildi. Dilek Doğan ile, evinde oturmak katledildi 2015’te…
Cinnet Politikaları
22 Şubat: Türkiye sınırları dışındaki tek Türk toprağı olarak görülen Süleyman Şah Türbesi, kimsenin anlam veremediği bir şov operasyon eşliğinde, Suriye içerisinde daha “güvenli” bir yere taşındı.
27 Mart: Adına vekil dediğimiz koca koca adamların yumruk ve tekmeleşmeleri eşliğinde, iç güvenlik paketi kabul edildi. Bu paket ile, polise, Dilek Doğan’ı “yanlışlıkla” öldürme yetkisi verildi. Polis gereğini gün be gün yerine getiriyor.
31 Mart: Berkin Elvan davasının savcısı Mehmet Selim Kiraz, İstanbul Adalet Sarayı’nda, makamında öldürüldü. Haziran ayaklanması sürecinde ekmek almaya giderken “yanlışlıkla” öldürülen 15’lik Berkin’in davasında, adil yargılama yapılmadığı gerekçesiyle DHKP-C militanları Kiraz’ı rehin almıştı. Kiraz’ı kurtarmak için yapılan operasyon sırasında savcı ve DHKP-C’liler öldürüldü. Savcı Kiraz ile, geçmişte defalarca katledilen hukuka, adalete, devlete güven bir kez daha katledildi.
5 Haziran: Genel seçimlere ilk defa parti olarak katılan Kürt hareketinin temsilci partisi ve barajı geçerse AKP’nin meclisteki ağırlığını riske atacak olan HDP’nin Diyarbakır mitinginde bombalı saldırı yapıldı.
7 Haziran: Genel seçimlerde, 13 yıldır ilk defa AKP’nin tek parti iktidarını sarsabilecek bir dağılım ortaya çıktı. Ama bu dağılımı görünce umutlanan halk, gelecek 5 ayın vahşet ayları olacağını 7 Haziran gecesi bilmiyordu.
20 Temmuz: AKP’nin 400 vekili olmadığı için, kaos ortamına sürüklenen Türkiye’de, Suruç’ta Suriye’deki Ayn el- Arab/ Kobani’ye insani malzeme götüren gencecik çocuklara yönelik bombalı intihar saldırısı düzenlendi. Birer “sayı” olmayan otuz iki kişi yaşamını kaybetti. Saldırının ardından hiç de şaşırtmayan bir sonuç çıktı: IŞİD. Türkiye topraklarının ne kadar güvensiz olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Öldürülen canların fotoğrafları yeni eğitim yılında üniversite duvarlarında birer kötü anı olarak yerlerini aldı.
25 Ağustos’ta her ne hikmekse bir koalisyon hükmeti kurulamadığı için, erken seçim kararı alındı. 400 vekil şarttı.
10 Ekim: Türkiye’nin başkentinin ortasında, barış için toplanan yüzlerce kişinin ve toplanmayan diğer yüzlerin, barış ve gelecek hayalleri paramparça oldu. İki intihar bombacısı, IŞİD’li elbette, Ankara’yı kana buladı. Bu, Türkiye tarihinin en kanlı, en çok kayıbın verildiği saldırısıydı. Tam 103 kişi hayatını kaybetti. İçişleri Bakanı, “güvenlik zafiyeti yok” dedi. “İstifa edecek misiniz?” sorusuna, yalnızca sırıttı. Modern tragedya…
1 Kasım: Türkiye biraz daha karanlığa büründü.
7 Haziran – 1 Kasım arasında tam 167 şehit verildi. Ne uğruna???
24 Kasım: Türk havasahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Rusya savaş uçağı düşürüldü. Açıklamalar “emri ben verdim” ile “Rusya olduğunu bilseydik düşürmezdik” arasında gitti geldi. Rusya Türkiye’nin bu hukuksuz tutumuna, kapsamlı yaptırımlarla yanıt verdi.
26 Kasım: MİT tırları haberini yapan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül tutuklandı. Evet, haber alma özgürlüğü, Türkiye’de bir kez daha mahkum edildi. Biliyoruz ki son kez değil!
28 Kasım: Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, kürsüde konuşma yaptığı sırada öldürüldü.
Güneydoğu’da 4 ayda en az 52 sokağa çıkma yasağı ilan edildi. PKK operasyonlarında çok sayıda sivil zarar gördü. Yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bebek ölümleri haberleri gün aşırı gündeme düşüyor, sessizce… Güneydoğu’da isanlık dramı yaşandı. Halen yaşanıyor.
2 Aralık: Rusya, Türkiye’nin IŞİD petrollerini satın aldığını kanıtlayan uydu görüntülerini ve aile-IŞİD ilişkilerini basın ile paylaştı. Türkiye cumhurbaşkanı, “ispatlasınlar, istifa ederim” demişti. Ses yok…
Bunlar, politik cinnetin, başlıklarla ifade edilebilen küçük bir kısmını temsil ediyor. Türkiye politikası her geçen gün biraz daha saçmalaşıyor. Tanımlama yapılırken kullanılabilecek en masum sözcük, “saçmalama”. Belki daha açıklayıcı sözcükler kullanmak mümkün olabilirdi, Türkiye düşünce özgürlüğü konusunda, biraz daha az “saçma” olsaydı.
2015’te hayatını kaybeden ünlü kişiler
Tüm bu acıklı saçmalık içerisinde, 2015 yılında, pek çok ünlü ve öyle ya da böyle halka mal olmuş ad hayatını kaybetti. 8 Şubat’ta Türk müziğinin harbi sesi Müzeyen Senar; 28 Şubat’ta Türk romanının, dillere destan kahramanlarının yaratıcısı Yaşar Kemal; 3 Nisan’da bir dönemin şarkılarıyla büyüdüğü Kayahan; 8 Mayıs’ta Türkiye’nin babacan yüzü, güldüren oyuncusu Zeki Alasya; 12 Ekim’de modern taşlama ustası Levent Kırca ve 22 Ekim’de hakkındaki tartışmaların hiçbir dönem eksik olmadığı, neredeyse asırlık gazeteci Çetin Altan aramızdan ayrıldı.
Ayrıca Türk siyasal yaşamını derinden etkilemiş iki siyasi, Kenan Evren ve Süleyman Demirel, 9 Mayıs ve 17 Haziran’da, hayatını kaybetti.
Peki bu sene umut verenler yok muydu?
Bir iki küçük istisna oldu elbet.
7 Haziran’da Türkiye’de doğup büyümüş bir bilim insanın, Nobel ödülünü alması, biraz da umutlandırmadı değil bizi.. Her ne kadar çalışmalarını ABD’de yapmış olsa da, ödülünü Atatürk’e adayan Aziz Sancar Türkler’in de başarılı olabileceğini bize göstermiş oldu..
Ve belki de tek kurtuluş yolu bu, Türkiye ve insanlık için, bilimin aydınlattığı yolda, vicdanla yürümek…
Bu yılın daha iyi bir yıl olması dileği ile…