İşe bakın, bütün dertlerimiz bitti, her şey düze çıktı, «başkanlık sistemi Türk modeli olur mu, olmaz mı,” tartışmasına başladık.
Önemli bir tartışma tabii ki…
Yani şimdi;
«Devlet kademesinin en üstünde bulunan siyasetçimiz bir zamanlar siyaset dışıydılar da şimdi bambaşka bir siyaset erbabı olarak mı karşımıza çıkacak?
Yoksa, onlar analarının karnından zaten «siyasetçi” olarak dünyaya fırlatılmışlardı, hep siyasetin içindelerdi de şimdi bunu «kamu yararına” mı ifa ediyorlar?
Her iki durumda da sıkıntı var. Daha önce devletin yönetim kademesinin dışındayken, birdenbire en üst tepeye çıkarsa biri, deneyimsizlik denilen belanın kıskacına girecek ve her şeyi eline ybu aşamadaki aksaklıkları kestirmek mümkün olmayacak.
Bunun bir başkanlık sistemi olmadığı açıkça ortada. Türk usulü bir başkanlık sistemi getirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan ne diyor: Dünyadaki uygulamalara bakarız, hepsinin en iyi bölümlerini alır burada uygularız. Ne diyor yandaş, yalaka medyası: Türk usulü başkanlık sistemi neden olmasın. Hatta daha da iyi olabilir. Buna sultanlık filan yakıştırmaları abesle iştigaldir.
Birkaç kez, Napolyon Bonaparte’ın yeğeni Louis Bonaparte’ı yazdım. Seçimle gelen cumhurbaşkanıydı, yasaları değiştirerek, polis gücünü güçlendirerek, yargıyı ele geçirerek imparatorluk yolunu açtı ve bunu Victor Hugo gibi aydınlar da dahil, hiçkimse engelleyemedi. Sandı ki Fransa halkı, Napolyon Bonaparte dönemindeki imparatorluk günleri yeniden gelecek, Fransa bir çok alanda savaşlar kazanıp sınırlarını genişletecek ve ülkeye refah gelecek. Oysa Louis Bonaparte’ın öyle bir niyeti yoktu. Tek amacı imparator olmaktı. Fransa’nın son imparatoru olduğunu da bilemezdi zaten, ama tarihe adil ve saygın bir imparator olarak değil, son imparator olarak geçti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a «diktatör” dediğinizde kızıyor. İmparator dediğinizde de kızıyor. Türk usulü başkanlık sisteminin nasıl olacağı konusunda hiç ipucu vermiyor, ama belli ki tüm yetkileri elinde toplamak istiyor. Yandaş gazeteleri ise pompalıyor: Erdoğan’ın istediği başkanlık sisteminde bağımsız yargı, bağımsız yürütme ve bağımsız parlamento olacak…
Kendisi ne diyor: Parlamenter sistem kalkınma için bir ayak bağı oluşturuyor. Başkanlık sistemi bütün dünyada uygulanan başarılı bir sistemdir.
İyi de, sınırları ve sorumlulukları belli olmayan, nasıl yetkilerle donancağının çerçevesi çizilmemiş bir başkanlık sisteminden söz ediliyor ve halk 7 Haziran seçimlerine dolu dizgin giderken, başkanlık sisteminin tüm güvencesini ve insafını Erdoğan’a bırakmış oluyor. Diyelim ki AKP 7 Haziran seçimlerinde 367’yi buldu ya da en azından 330’u bulup referanduma gitti. Referanduma da gitse, Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişte bir zorluk yaşamayacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Ama nasıl bir başkanlık sisteminin bizi yöneteceği konusunda en ufak fikrimiz yok. Sorduğunuzda Cumhurbaşkanı, «arkadaşlar çalışıyor, Türkiye için en uygun sistemi geliştiriyorlar,” diyor, ama başka da bir şey söylemiyor.
Şu anda bile yargının kendisini ve kendi kurduğu kurumlarla himayesine aldığı kişileri denetlemesine izin vermezken, başkanlık sistemine geçildiğinde yetkilerinin ne ölçüde genişletileceği merak konusu bile değil. Şu anda her ne kadar Anayasa ihlali yapıyorsa da Erdoğan, bundan korkmadığını da açık açık gösteriyor. Anlaşılan o ki, iktidardan düşmeden ve güç kaybetmeden Erdoğan’ı yargılamak, hatta suçlamak bile imkansız. Ama sanırım Cumhurbaşkanı, o yalnızlık sarayının koridorlarında dolaşırken tarih boyunca yalnız kalan kontrolsüz güçlerin yaşadığını yaşıyor: Korku.
İyi de, 7 Haziran seçimleri sonrası Türkiye’yi ne bekliyor? AKP-CHP koalisyonu diyen birçok insan var. Onlara göre böyle bir koalisyon oluşması halinde Erdoğan’ın başkanlığı suya düşüyor, zira bu aynı zamanda Erdoğan’ı tasfiye hareketi. Bana inandırıcı gelmiyor.
Öte yandan, TBMM’ye dördüncü parti girmemesi halinde, en azından referandum çok uzak ihtimal görünmüyor. Matematiksel bakıldığında AKP’nin referandum için gerekli sayıya çok yaklaşacağı açık. Destek gerektiğinde de bulacaktır. MHP ve CHP’nin onun yolunu kesmek isteyeceğini hiç sanmıyorum.
HDP ise başka bir sorun. Meclise girerse başkanlık Erdoğan için hayal gibi görünüyor, ama bazı pazarlıklar sonucu HDP Erdoğan’ın başkanlık girişimini destekleyebilir. Eğer parlamentoya giremezse HDP, bu kez kendi bölgesinde kaosun devam etmesini sağlayacak ve özerklik isteme yoluna gitmese bile, bağımsız yerel yönetimler konusunda baskıyı artıracak.
CHP’nin ön seçim hamlesinde bir ayrıntı var ki, gözden uzak tutuldu veya tutulmaya çalışıldı ama anlayan anladı. Kılıçdaroğlu İzmir’de ön seçime girdi. Elbette kazanacaktı, zira CHP’nin en kuvvetli olduğu yer İzmir. Ama şu ayrıntıya ne demeli: İzmir’deki CHP üyelerinin yüzde 45’i oylamaya katılmamış. Bu, Kılıçdaroğlu’nu protesto etmek. Yandaş kanal ve yayınlar Kılıçdaroğlu için «ezdi geçti” diyorlar, ama katılımın çok düşük olduğu gerçeğine değinmiyorlar. Yani CHP’ye ciddi bir eleştiri var. Ama yerine bir başka parti ikame edemediği için insanlar, boş oy kullanma yoluna gidiyorlar İzmir’deki gibi. Yani seçime bile katılmıyorlar.
Bu, CHP’nin kalesinde yaşanan bir hüsrandır, ama CHP bunu nasıl okur, zaman gösterecek.
İşin aslına bakarsanız, ateşten bir gömlek haline gelmiş olan ülke yönetimine CHP pek talip olmak istemiyor. O yüzden de AKP-CHP koalisyonu akla yatkın. Bu arada CHP; Erdoğan’ın başkanlığını bile onaylayabilir. Ama tek başına bir CHP iktidarı yakın gelecekte gözükmüyor. İyi ki de gözükmüyor, zira bu kez gerçekten bir enkazla karşılaşacaklar ve artık Türkiye’de sosyal demokrasi denen garabetin bir elli yıl sonra yeniden gündeme gelmesine neden olacaklar. Bu da hem CHP’lileri hem de bizleri korkutuyor. Aksi durumda da farklı bir sonuç beklememek gerek, ama en azından CHP, AKP’nin tepetaklak gittiği yerde ona yardım elini uzatmaktan asla çekinmeyecektir.
İzmir bir mağlubiyetti Kılıçdaroğlu için, ama o bunu fark etti mi bilemiyorum.
Seçimlerin bile ertelenmesinin gündemde olduğu şu günlerde bir gün sonrasını görebilmek bile falcılık denen şarlatanlığı aşıyor.
Bakalım neler yaşayacağız?