Türkiye’yi içine çekmekte olan bir kaos gelişiyor. Bir düzen ve yapıları dağılıyorken yeni düzen ve yapıları oluşamıyor. AKP yönetimi ülkesini bu kaostan koruyacak önlemleri almak, olası yeni yapıların örneklerinin ortaya çıkmasını bekleyecek kadar zaman kazanmaya çalışmak yerine, ekonomik, siyasi kapasitelerinden, ülkesinin gerçeklerinden bihaber, bir takım hayallerin peşinden, bu oluşmakta olan kaosun içine atlamaya çalışıyor. Bu kaos eğilimleri ortaya dün çıkmadı. Dünya ekopolitiği uzun bir süredir kredi balonlarına tutsak olmuştu. Büyük bir kredi genişlemesini izleyen bir kriz, ardından bunun sonuçlarını yönetme çabaları dünya ekonomisinin özelliği haline geldi.
Dünya ekonomisi potansiyel arzı karşılayacak talebi, bir yerde bir kredi balonu oluşmadan üretememektedir. Geride bıraktığımız yirmi beş yılda önce Japonya’da bir kredi balonu şişti ve 1990 yılında patladı. Sonra gelişmekte olan ülkelerde bir kredi balonu şişti ve 1997 yılında patladı. Nihayet gelişmiş ülkelerde oluşna kredi balonu ise 2007 yılında patladı. Şimdi de Çin’de oluşan balona sıra geldi ; kredi borçları tasfiye edilmeye çalışılırken, aslında olup biten kamu borçlarının, merkez bankası bilançolarının genişlemesidir. Kısaca bu borç balonu tasfiye edilememektedir. Bu nedenle dünya ekonomisi uzun süreli bir üretim gerilemesi ve düşük büyüme sürecine girmiş durumdadır.
Geçtiğimiz ay IMF dünya ekonomisi 2015 büyüme beklentisini düşürdü. IMF, avro bölgesinde yeni bir resesyon beklediğini, küresel ekonomik büyüme oranlarının bir daha asla kriz öncesi düzeylere dönmeyebileceğini ileri sürdü.
Dünya ekonomisi 1097’lerde yapısal bir krize girdi. Bu krizin dışavurumu olan yetersiz tüketim, aşırı birikim sorunu 1980’lerde devreye giren neo-liberal küreselleşme sayesinde birbirini izleyen kredi balonlarıyla bir anlamda ötelendi. Nihayet 2007 yılında son balon da patladı ve neo-liberal yönetim modeli iflas etti. Mali kriz sırasında toplumun ekonomik ve siyasi olarak en güçlü kesimine toplumun geri kalanından servet transferi, mali kesimin yükünü devletin üstlenmesi, sonra bu yükü halkın sırtına yıkma çabaları, siyasi gerginlikleri arttırma pahasına hızlandı.
Kapitalizmin bu krizden çıkabilmesi için değişmesi gerekiyor. Bu değişiklikler, uluslar arası işbölümünde, iktidar dağılımında yeniden yapılanmaları gerektirecek siyasi, askeri, coğrafik düzenlemeleri olduğu kadar «artıkdeğer” üretimini hızlandıracak teknolojik gelişmeleri de gerektiriyor. Gelişmekte olan kaosun arkasında bu değişim dinamiklerinin basıncı, bu basınca dayanamayan kırılgan yapıların, ideolojilerin hatta ülkelerin çözülmeye başlaması var.
Neo-liberal küreselleşme krizi ertelerken yarattığı basınç siyasi, ideolojik, kültürel yapıları dağıtmaya başladı. Bu basınca karşı kapitalizm öncesine dönük saadet arayışlarının ne kadar boş olduğunu vurgulamaya gerek yok ama var olan yapıların kimilerini, yenisini bulana kadar kaosun etkilerine uyum sağlayacak düzenlemelerle birlikte korumaya çalışmanın bir anlamı olabilir. Ulus devlet eğer gerekli düzenlemeler yapılabilirse, korunmaya değer yapılardan biri olmaya adaydır. Yoksa son derece kaygı verici biçimde, arkalarında kaos, anarşi bırakarak dağılıyorlar / dağılacaklar.
Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Somali, Ukrayna, Pakistan, Sudan, Mısır, Lübnan, Gine, Monravia, Liberya, Sierra Leone, Nijerya, Senegal, Konya ve Gabon. Tüm bu ülkeler bakılınca, ekonomik kaynaklarını yönetemediklerini, etnik, dini gruplar arasında uyum sağlayamadıklarını, azınlık haklarını koruyamadıklarını , hırsız liderlerini , devletin şiddet aygıtlarını muhalefeti susturmak için kullanılan keyfi yönetimlerini çok net görebiliriz. Ülkelerini kaosa iten bu etkenler, ne yazık ki AKP Türkiye’sinde hızlanarak, çeşitlenerek gelişiyor. Uzun ve büyük bir küresel depresyon içindeyiz.
Aydınlık bir ay dileği ile,