Nükleer Yayılmanın Jeopolitiği
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise nükleer yayılma kapsamında «nükleer devletler”in sahip olduğu silahlar dışında, yeni durumlar ortaya çıkmıştır. Bunlar, Eski Sovyetler Birliği (SSCB) üyelerinde bulunan nükleer silahlar, nükleer silahların terörist grupların eline geçmesi ya da terörist grupları destekledeikleri iddia edilen « Haydut devletler”in nükleer silah elde etmelerinden duyulan kaygılardır. SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşan ve ellerinde nükleer silah olan Ukrayna, Kazakistan, Beyaz Rusya gibi devletlerin olası nükleer politikalarından duyulan endişe, bu devletlerin nükleer programlarından vazgeçirilmeleriyle ve NPT’ye taraf olmalarıyla yatışmıştır. Ancak özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra nükleer silahlara terörist grupların ya da «haydut devletler” in sahip olması olasılığı dünya gündemini oldukça meşgul eder olmuştur. Hatta genel olarak kitle imha silahları özel olarak da nükleer silahlar üzerinden özellikle ABD ve müttefikleri tarafından yürütülen emperyalist politikalar dünya jeopolitiğinin değişmesinde önemli bir etken olmuştur. Bilindiği gibi, ABD Irak’ı işgal etme gerekçesinin Irak’ın nükleer silahlara sahip olması olarak meşrulaştırmaya çalışmış, böylece Ortadoğu’nun kalbine yerleşmiştir. Benzer şekilde İran da, nükleer silah elde etme amacında olduğu gerekçesiyle ambargolar yaptırımlar ve «haydut devlet” yaftası gibi unsurlarla baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır.
Terörist grupların denetiminin görece zor olmasının da payı olarak «nükleer yayılmacılığın önlenmesi” politikasının esas olarak «haydut” denilen devletlerin üzerinden yürütüldüğü söylenebilir. Bu savımızı kanıtlamak için Soğuk Savaş’tan sonra dünyadaki nükleer silahların dağılımına ve nükleer silaha sahip olmaları meşru olmayan devletlere nükleer silahların nasıl yayılmış olduğuna bakmakta yarar vardır. 2005 verilerine göre ABD’nin 10.640, Rusya’nın 8600, Fransa’nın 350 İngiltere’nin 200, Çin’in ise tahmini 400, İsrail’in 100- 200, Hindistan’ın tahmini 45-90, Pakistan’ın tahmini 30-55 tane nükleer silahı bulunmaktadır. (1) Görüldüğü gibi en fazla nükleer silaha sahip olan iki devlet ABD ve Rusya’dır. Burada adı geçen devletlerden Pakistan, Hindistan ve İsrail NPT’ye taraf değildir. Bu devletler NPT ile nükleer silaha sahip olması meşrulaştırılan devletler olmadıkları halde, uluslararası kamu oyundan herhangi kayda değer bir baskıya maruz kalmamaları ancak özellikle İran ve Kuzey Kore’ye yaptırım yapılıyor ve bu ülkelerin tehdit ediliyor olması nükleer yayılmacılık konusunda büyük devletlerin samimi olmadığı aksine çifte standardın var olduğunu kanıtlamaktadır.
Nükleer Yayılmanın Önlenmesinin Ardındaki Gerçek
Gerçekten «iyi niyetli” girişimleri konumuz dışında bırakırsak, günümüzde nükleer yayılmacılığın önlenmesi politikasının ardında emperyalist yayılmayı sürdürme politikası olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Emperyalist devletler BM UAEK ve NPT gibi hukuksal araçlarla nükleer silahların yandaş (komprador) olmayan hükümetlerin eline geçmesini engellemeye çalışmakta, böylelikle emperyalist politikalarına meydan okuyabilecek devletlerin güçlenmesini önlemeye çalışmaktadırlar. Bu bağlamda, emperyalist devletler zaten henüz 1967’de meşrulaştırılmış nükleer devlet olma ayrıcalığının yalnızca kendilerinde olmasını istemektedirler. Bunun birçok sebebi olduğu ileri sürülebilir.
Öncelikle, kapitalist dünya ekonomisinin sürekliliği açısından teknik gelişmenin önemi vurgulanmalıdır. Çevre ile merkez arasındaki eşitsiz değişimin sonucunda sermayenin merkezde birikmesiyle bir kısır döngü şeklinde devam eden kapitalist yapı içersinde, teknik gelişme sermaye birikiminin lokomotifi konumundadır. Nükleer silah üretme teknolojisinin bu bağlamda bir prestij olduğu belirtilebilir. Bunun ötesinde, silah sanayisinin dünya politikasını yönlendirmeki büyük rolü göz önünde bulundurulduğunda, nükleer silah pazarındaki tekelci yapının korunması da sermaye birikimi açısından hayatidir. Bunlara ek olarak, tek bir nükleer başlığın binlerce konvansiyonel silahtan daha büyük bir yok edici olduğu düşünüldüğünde, nükleer silahın askeri gücün önemli bir göstergesi olduğu da fark edilecektir. Bu bağlamda, emperyalist projelere direnen devletlerin nükleer silaha sahip olması, emperyalist devletlerin kapitalist ekonomiden kaynaklanan teknolojik, ekonomik, askeri üstünlüklerinin aşındırılmış olduğunun ya da aşındırlabileceğinin bir göstergesi olmanın yanısıra, nükleer silahların caydırıcılığı nedeni ile de emperyalist politikaların hayata geçirilmesi önünde bir engel olacaktır.
Irak, Kuzey Kore, İran örneklerindeki farklı tutumları ve emperyalist olarak nitelenemeyecek olan dış politikaları nedeniyle meşru nükleer devletler olan Ruysa ve Çin’i daha farklı konumlandırmakta fayda vardır. Rusya ve Çin Soğuk Savaş sonrasında hala «nükleer devletler”dir. Ancak kuşkusuz, ABD, müttefikleri ve yandaş hükümetler, nükleer silahlarından arındırılmadan Rusya ve Çin’in nükleer silahsızlanmaya gitmesi dünyadaki güç dengesinin emperyalizm lehine bozulması anlamına gelecektir. Bu sebeple nükleer caydırıcılık bağlamında, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi iki kutuplu değil ama günümüzde çok kutuplu bir soğuk savaş yaşandığı da iddia edilebilir.
Bu noktada yazı boyunca nükleer silahların güvenlik sağlayıcı araçlar olarak değerlendirildiği, nükleer yayılmanın desteklendiği şeklinde bir yanlış anlaşılmayı da önlemek gerekmektedir. Yalnız kitle imha silahları kıyım araçlarıdır elbette konvansiyonel silahlar da daha masum değildir. Ancak dünyadaki bütün nükleer silahlar imha edilmeyecek olduktan sonra, «nükleer yayılmanın önlenmesi” çalışmalarının yalnızca mevcut durumun kazananlarına yaradığı ortadadır.
Kaynaklar
(1) http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/05/050502_nuclear_powers.shtml (Erişim Tarihi: 10 Haziran 2010)
(2) Nükleer Yayılmanın Önlenmesi Anlaşması için bkz. http://www.un.org/en/conf/npt/2005/npttreaty.html, (Erişim Tarihi: 30 Nisan 2011)