I. Kitap «evleri”
Siz hiç kitapçıya «oturmaya” gittiniz mi? Bizde bu biraz tuhaf bir faaliyet sayılır ama Amerika’da insanlar, özellikle bireysel olarak sıklıkla bir kitapçıya gidip saatlerce oturuyor ve bu onların günlük sıradan hayatlarının bir parçası. Bir kitap ve kitapevi sever olarak bu bana ülkemiz ile Amerika arasında bir karşılaştırma yapma gereği uyandırdı.
Türkiye’de kitapçıya ya bir yayını satın almak için ya da kitaplar arasında gezinmek için gidilir, ama gidip de saatlerce bir kitapçıda oturup oradaki kitaplar dergiler «beleş” okunmaz. Çoğu kitapçı oturulacak bir mekân da sağlamıyor zaten. Kafesi olan birkaç kitapçı var ama genelde kısıtlı ve müşteriler kitap okumak için değil, bir şeyler içmek için oturuyorlar. Bizde «kitapçıya gidip de biraz kitap dergi okuyayım” gibi bir mefhum pek yaygın değil.
Amerika’da «kitapevi” anlayışı çok başka. Genelde insanlar uzun süreler geçirecekleri yerler olarak görüyorlar kitapevlerini. Bütün kitapları dergi ve gazeteleri alıp «evin” herhangi bir yerinde aralara serpiştirilmiş koltuklarda, direk rafların önündeki halının üstünde veya mutfağında (kafesinde yani) istedikleri süre boyunca okuyabiliyorlar. Kafede içecek almak zorunlu değil. O nedenle gerçekten «ev” gibi rahatça oturup zaman geçirdikleri, sessiz sakin kafa dinledikleri bir mekân. Bu olgunun iki ilginç yanı var: Birincisi, bu ülkedeki okuma oranlarının bizden çok daha yüksek olduğunu yansıtması (ABD’liler kitap okumaya Türkler’den 210 kat daha fazla zaman ayırıyor). İkincisi ise, Amerikan toplumunun yalnızlığını ve bireyselliğini yansıtması. Kitapevine gidip saatlerce orada tek başına kitap okumak son derece bireyci bir toplum olarak bilinen Amerikan toplumunda şaşılmayacak bir durum. Türk toplumunda biz birlikte vakit geçiririz, gidersek evimizin dışında bir yere genelde bir arkadaşımızla gideriz; çoğu zaman beraber gidebileceğimiz biri olmazsa çıkmamayı tercih ederiz.
Austin Book People. Yerli bir Kitapevi, Austin, Texas.
Bununla birlikte Amerika’da da manzara zorunlu bir değişimden geçmekte. Geçtiğimiz Temmuz ayında Amerika’nın en büyük iki zincir kitap mağazasından biri olan Borders iflas etti. Yüzlerce mağazasını kademeli olarak kapatan Borders nihayet bu ay okurlarına gönderdiği bir veda ve teşekkür mektubuyla kalan 399 mağazasını da ülke çapında boşaltacaklarını ve son kitapları da indirimli olarak elden çıkaracaklarını bildirdi.
Borders’ın en büyük rakibi Amerika’nın diğer büyük ulusal zincir kitapçısı Barnes and Noble, ki o da şu an satışa çıkarılmış durumda. Bunun sebebi insanların artık «ikinci evleri” gibi olan kitapevlerine gitmemeleri değil, aksine kitapevlerine hala eskisi gibi gittikleri halde eskisi kadar alışveriş yapamıyor olmaları. Ekonomik kriz kitap sektörünün devlerini tek tek deviriyor (Kapanan bağımsız kitapevlerinin sayısı da son derece yüksek). Tabi, bunun tek sebebini ekonomik krize bağlamak olayı basite indirgemek olur. Yanı sıra internetten kitap alışverişi ve elektronik kitaplara yönelim de diğer iki ana unsur. Uzmanlar göre, Barnes and Noble’ın 700’ün üzerinde kitap mağazasının hala ayakta kalabilmiş olmasının sebebi bu iki konuda çağın gereklerine ayak uydurup hem internet üzerinden satış ağı oluşturmuş hem de elektronik kitapları daha tercih edilir kılan teknolojiye ayak uydurabilmiş olmaları. Geçen Şubat ayı verilerine göre elektronik kitap satışları geçen seneye oranla % 202 artarak tarihinde ilk kez basılı kitapların satış oranını aşmış durumda Amerika’da.
Bununla birlikte, ekonomik şartları giderek (olumsuz yönde) değişen Amerikan halkının hala basılı kitapları tercih eden okurları ise artık daha sıklıkla eski kitapçıları tercih ediyor. Teksas eyaletinde küçük bir alman kasabası olan Fredericksburg’ta koca bir müstakil evi kullanılmış kitap mağazası olarak çalıştıran bir kitapevi var: Berkman Books. İçeri girdiğimizde her bir odanın kitaplarla dolu olduğunu, bunların tıpkı birinci el kitapevlerinde olduğu gibi sınıflandırılarak özenle raflara dizildiğini; akademik ve spor kitaplarına yer kalmadığından bunların da banyoya yerleştirildiğini öğreniyoruz (Hatta oradan araştırmalarımla ilgili 3 kullanılmış akademik kitap alıyorum, banyoda geçirdiğim 45 dakikalık aramanın ardından, hem de %40 indirimli). Evin arka bahçesi de yine müşterilerin kitapları diledikleri gibi okuyabilmeleri için masalarla donatılmış, ayrıca ücretsiz kahve servisi var; kendin doldur kendin iç usulünden! Berkman kitapevinin sahibi David Berkman’la yaptığımız küçük sohbette kendisinin eskiden Borders Kitap mağazasında müdür olduğunu ancak şu günlerde eski kitapçılık yapmanın çok kârlı olduğunu öğreniyoruz. «Sadece 5 dolarlık bir kitap satsam bile birinci el mağazadakinden daha çok kar elde ediyorum burada,” diyor.
Ayrıca internet üzerinden okurlar çok sıkı ağlar kurmuşlar. «Kitapçıya gidip kitap alamıyor muyum eskisi gibi; eski kitapçıların hepsine de ulaşamıyor muyum; o halde internet üzerinden bu işi halledelim,” diyorlar. Kurdukları paperbackswap.com gibi birçok site ile herkes elinde bulunan kitabı siteye kaydederek kredi kazanıyor ve birbirlerine ellerinde bulunan kitapları postalıyorlar. Size birinin ücretsiz kitap postalamasının tek yolu sizin de sitede kitap paylaşarak kredi hakkı elde etmeniz. Bir kullanıcıdan duyduğumuza göre, bazı üyeler kendi kentlerindeki eski kitapçılardan çeşitli kitapları alıp siteye koyarak kredilerini de çoğaltıyorlarmış; yani bu sayede aslında sadece kişilerin elindeki değil, farklı yerlerdeki eski kitapçıların da kitaplarına ulaşmış oluyorlar.
Peki, Türkiye’de durum nedir? Kitap okuma oranımızın ve de özellikle niteliğimizin ne kadar aşağılarda olduğunu herhalde ya istatistiklerden ya da şöyle bir genel gözlem yaparak biliyoruz çoğumuz. Küçük bir internet araştırması yaparak da gerek yerel istatistiklere gerek Birleşmiş Milletler’in rakamlarına ulaşmak mümkün. Burada buna uzun uzadıya girmeyeceğim. Ancak bizdeki kitapevlerinin sorunlarına kısaca değinmek isterim. Bunun için İzmir’de okuma işine gönül vermiş, bu işi layıkıyla yaparak ayakta durmaya çalışan, açıldığından beri takdir ettiğim Yakın Kitabevi’nin iki sahibinden biri olan Nusreddin Özbay ile görüştük. Özbay, öncelikle bulunduğumuz coğrafyada kitapçılık yapmanın Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzediğini söyledi ve şöyle devam etti: «On binde bir olan kitap okuma alışkanlığımız, ihtiyaçlarımız sıralamasında kitabın 235. sırada olması, bir kişinin günde ortalama beş saat tv izleyip sadece yılda altı saat kitap okuyor olması, 8 milyonluk Azerbaycan’da bir kitap 100 bin baskı yaparken, 75 milyonluk ülkemizde bir kitabın bin-iki bin civarında basılması gibi gerçekler kitapevlerinin gidişatını az çok gözler önüne sermektedir.” Özbay’a göre kitapevlerinin başlıca sorunları korsan kitap, fotokopi çekimi, haksız rekabet ve hiçbir desteğin alınamaması. Bu sorunların ortak toplamı sonucu olarak son beş yılda Türkiye’de on binin üzerinde kitapevinin kapandığını belirtiyor. Bu durum son beş yılda en azından bu konuda ileriye bir gidişat olmadığını gözler önüne sermiş oluyor ne yazık ki. İnternet alışverişi ve elektronik kitapların ülkemizdeki etkisini ise sanırım önümüzdeki yıllarda daha gündeme geleceğini göreceğiz.
Her şeye rağmen kitap okuyan, kitaba değer veren bir kesim de var ve merak ediyorum bu kesim bizdeki kitapevlerinde «evinde” hissediyor mu? Evimiz gibi hissetseydik daha çok gider miydik, yoksa yalnız bir mekana gidip tek başımıza oturmak bize ters mi gelirdi kültürel olarak…ya da orada okuyan insanları görerek feyz alıp daha çok kitap okumaya ve almaya eğilir miydik? Kitapevinin içinde kafesi olan yerler var aslında az da olsa. İzmir’de örneğin Yakın Kitabevi, Arma Kitap Cafe (ve eskiden İletişim Kitabevi) bunlar arasında sayılabilir. Bunların dışında elbette İstanbul ve Ankara’da örnekleri daha fazladır eminim. Ancak yine de burada gördüğüm manzarayı, kitapevinin dört bir yanına ve kafesine yayılmış saatlerce tek başına bir şeyler okuyan okur manzarasını bir gün bizde görür müyüz…kim bilir…ve tabi görürsek eğer, o zaman nasıl bir toplum haline geldiğimizi o zaman tartışacak hale geliriz.