Tarihin Ucu ve Uygarlığın En Son Savaşı

Günümüz, tarihin en son vardığı nokta olduğuna göre, uygarlığın da en son vardığı nokta olmalı. İnsanın yaşı ne kadar ilerlediğini göstermekte, buna göre, en ileri yaşı da en son yaşı oluyor. Dolayısıyla uygarlığın bugününü yaşadığımız zaman olan bugün, uygarlığın da en ileri durumu demektir. Bu en ileri durumun bir sorunu var yalnız. Uygarlığın en ileri durumu, aynı zamanda kapitalizmin de en ileri durumuyla örtüşüyor. Çünkü kapitalizmin en yüksek aşaması en ileri durumu olmak zorunda.

Kapitalizmin tarihi, ticaret kapitalizmiyle birlikte yarım binyıllıktan fazla; uzun bir tarih. Böyle bir tarihe sahip olan kapitalizm, en son değil de daha önceki aşamalarından birinde en ileri durumunu yaşıyor olamazdı. Bunu neden saptadık, belirlediğimiz bu zamansal örtüşme ne yazık ki bir şanssızlık. Uygarlıkla emperyalizm arasında gerçekleşmiş de ondan.

Evet bu bir şanssızlık, istenen bir şey de değildi herhalde. Emperyalizmin savaş demek olduğu her bakımdan iyi biliniyor artık. Kapitalizm emperyalizm aşamasına gelmeden önce böyle bir öngörülü saptama teorik çevçevede anlam taşıyabilirdi. Oysa bugün, ve yalnız bugün değil, yüz yıldan fazladır bütün dünya emperyalizmin savaş demek olduğu gerçeğini, teorik değil, yaşanan pratiklerle ve pratiklerde gördü. “Dünyayı paylaşma” barış içinde gerçekleşemiyor ki, “katılımcılar” hep daha fazlasını istiyor, anlaşmaları mümkün olmuyor, herkes gözünü daha fazlasına dikince hakem olsa bile ne çare, kim dinler onu? Kaldı ki zaten bir hakem falan da yok haliyle.

20. yüzyıl emperyalizmin kendini ortaya koyma yüzyılıydı. İnsanlık ve uygarlık, tarih boyunca görülmemiş ölçülerde bir savaşın kendileri tarafından büyük bir itina ile örgütlendiğini gördü. Önlenmesi mümkün değildi. Aslında mümkündü, ancak 1914’te değil, ve kötü kader, 1939’da da değil. Bu yüzden iki benzersiz büyüklükte savaş yaşandı.

Ve gene insanlık ve uygarlık, 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde savaşın önlenmesinin aslında mümkün olan püf noktayı ve formülü de keşfetti. Modern zamanlarda savaşlar bazan devrimleri önlemek içindi. Ama, gene modern zamanlarda savaşlar devrimlere yol açıyordu. Böylece devrimle savaş arasında bir ilişki olduğu ortaya çıktı. Örneğin, en büyük iki savaş olan 20. yüzyılın savaşları devrimlere yol açmıştı. Avrupa’da bir türlü olamayan devrimleri Doğu’ya taşımıştı. Birinci Dünya Savaşı, Rus ve Türk Devrimlerine, İkinci Dünya Savaşı ise, diğer Asya ve Doğu Avrupa Devrimlerine.

Ya savaşlar devrimlere yol açıyordu, açmıştı, açacaktı, yahut da devrimler savaşları önleyecekti.

Geldik en ileri noktaya! Az şey değil. Artık savaşların çaresi var yani. Savaş istemeyen devrimci olur.

Şimdi biz bu çareyi kullanmadan önce savaşlarla ilgili literatürün dışında kalmamak için ileri bir durumda konumlanmamıza bakalım.

Herkes Her Şeyin Uzmanı! Herkes Her Şeyden Önce Savaşların Uzmanı!

Savaşların pratiği, siyasetçilerin ve daha sonraki safhalarda askerlerin işi. Bu cümle, savaşların siyasetin kendi yollarıyla çözemediği durumların sonucu olduğu gerçeğine dayanmakta! Bilinir, tarihe yüzyıllarca gizlenmiş “savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır” gerçeğini açığa çıkaran bir askerdi (Prusyalı General Carl von Clausewitz / 1780-1831). Bunlardan söz etmek noktasına geldiğimizde büyük yurtsever, büyük asker, büyük jeopolitikçi, büyük denizci Amiral Soner Polat’ı (1958-2019) anmadan geçmek olmaz, siyaset ve askerlik bilimine katkıları bilinmediği ölçüde kayıp, “Mavi Vatan” gibi kavramları toplumumuza kavratmasıyla da kazancımızdır.

İster meslek, ister sanat, ister bilim olsun savaşın her alanda uzmanları var. Savaş yorumculuğu herkese açık. Bu alanda sınırsız bir özgürlük var. Üstelik bunun için eğitim, hızlandırılmış kurs ve pratik falan da gerekmiyor. Herkes, ama herkes savaş yönetmiş bir siyasetçi gibi, bir kurmay subay gibi, bir stratej ve bir taktisyen gibi savaş konusunda fikir yürütebilir oldu, ve yürütüyor. “Uğur Mumcu kuralı” geçerli değil. Ünlü kuralı hatırlamayanlar için ipucunu verelim; “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak”.

Bunları yazdım diye illa olumsuz örnek vermem bekleniyorsa öyle olmayacak. Askerlikle ilgili bir hayatı olabileceği hiç akla gelmeyecek birisi olan askerlik ve savaş konularının çok önemli bir uzmanından söz edeceğim; Friedrich Engels. Yakınları tarafından kendisine „General“ ve „General Staff“ lakabı takılan Engels, askerliğe ilgi ve merak duyan bir düşünür olarak askerlik tarihi, teorisi, bilimi üzerine yazılar yazdı. 1870’teki Fransız-Alman savaşı sırasında Pall Mall adlı Amerikan dergisinde yayımladığı askerlik konulu makaleler kendisine bu adların takılmasına neden olmuştu. Çok ilgi çeken bu makalelerinde Engels, savaşın seyrini, Sedan muharebesini ve Fransız ordusunun olası bozgununu önceden bildirmişti.

Yirmi yaşındayken heves duyarak ve gönüllü olarak askere yazılan ve askerlikle ilk ilişkisi o dönemde başlayan Engels, 1848 devrimleri sırasında Almanya’nın Pfalz ve Baden bölgelerindeki ayaklanmalara katılmış, strateji ve taktik belirleyenlerden olarak askeri yeteneğini içinde yer aldığı üç çatışmada göstermişti.

Kendi toplumunun öyle bir aydınıdır ki Engels, Alman tarihi Engels’in yazdıkları okunmadan öğrenilemez.

Savaşlar ve Toplumlar; Büyük Savaşlar ve Emperyalizm!

Büyük savaşlar yüzyılı 20. yüzyılda, bu yüzyılın daha ilk beşte biri bitmeden görülmemiş duyulmamış ölçüde bir büyük savaş yaşanmıştı (1914-1918). Bunu, çapı, kapsamı, yıkımı ve can kaybı, yeni teknolojileri bakımlarından katlayan çok daha büyük ikinci bir savaş daha yirmi yıl geçmeden dünyanın başına gelmişti.

Bunların dışında ikili savaşlar, bölgesel savaşlar, savaş olmayan savaşlar, sipariş savaşlar, sahipsiz savaşlar, taşeron savaşları vb. yeni icatlar da gırla.

Ve bugün dünyanın gözü önünde, hiç sakınmadan, göstere göstere, insan ölümlerini ve insanların yaşamamalarını amaçlayarak yapılan saldırılarla ilkel çağların bir savaşını yaşıyoruz. Gazze’deki Filistinliler, yazının, resmin, üretimin, düşüncenin, ahlakın, kuralın, amacın, hedefin olmadığı zamanlarda yürütülen gibi bir insanlık dışı muameleye maruz kalmışlardır.

İlkel çağların sözünü ettik, nedensiz insan öldürümleri bütün çatışmalara eşlik ediyordu, Gazze’dekilerle bir paralelliği var diye. Ama gene de hiç bir şey nedensiz değildir. Üretimsiz toplumlar için öldürümler tek çareydi, yoksa öldürmediklerini beslemek zorunda kalırlardı, esirler yüktü. Gazze’de ise alanı ele geçirmek gerekiyor, insansız olarak!

Altı ayda 40 bin silahsız, savaşmayan, bebek, çocuk, genç, kadın, kız, yaşlı, hasta, yaralı insan öldürülmüşse, tıp mensuplarının, hizmetlilerin, görevlilerin öldürülüp yıldırılmaları söz konusuysa, bunun zamanımıza ait yeni bir kategori olmadığını kim söyleyebilir? Sivillerin kırımına dayanan, bir toplumu yok etmeye yönelik bir “savaş”tır bu. Ve bunun adı 20. yüzyılda konmuştur, soykırım.

Bombalama yapılarak asimetrik saldırılarla yardımlar engellenmekte, insanlar açlığa, susuzluğa ve dolayısıyla tükenmeye mahkum edilmektedir.

Savaşın bittiği ve başka bir şeyin başladığı bir noktadır bu.

İsrail’in Kınanması Antisemitizm mi?

İsrail hükümetinin, özünde “Gazze’ye genişlemek” olan Filistinlilere saldırısı şu ana kadar kronikleşmesiyle bir devlet politikası haline gelmiş bulunuyor. Bu kadar uzun süre bombalama ve kıyım yapılması sonucu olarak hem yönetimdeki Netenyahu, hem de İsrail çok yerde artık kınanıyor, protesto ediliyor. Dünyada birçok devletin karşı çıkmış olduğu İsrail’in yayılmacı ve şiddetçi politikaları, İsrail’e destek olmaya çalışan Avrupa-Batı ülkelerinin halklarına da yansımış durumda. En son Amerikan üniversite gençliğinin ve aydınlarının da bu karşı çıkmalara katılması haber niteliği taşıyor, çünkü oldukça yaygın, kapsamlı ve etkili. Buna karşı İsrail’i “koşullu” olmakla birlikte gene de her bakımdan destekleyen ABD yönetiminin itirazı, İsrail’i kınayanların antisemit olması şeklinde.

Yani ABD ve Batılı yönetimler, antisemitizm suçlamasını kalkan olarak kullanmaya çalışıyor. Kim İsrail’in öldürümlerini suçluyorsa Yahudi düşmanıdır, antisemittir demeye getiriyor.

Peki antisemitizm nedir? Antisemitizm, Avrupa’da tarih boyunca devam edip bugünlere kadar gelen Yahudi düşmanlığıdır. Antisemitizm Avrupalıların icat ettiği ırkçılığın da temel malzemesidir. Oysa politikaların değerlendilmesinin zemini ile ayrımcılığın ve ırkçılığın zemini aynı değildir. Biri siyasal bir görüşün dayanağı ve karşılığı olurken, diğeri insani ve toplumsal zaafların bir belirtisidir.

Batı, bu şekilde İsrail’e arka çıkmayı sürdürürken, kendi değerler sistemine de karşı çıkmaktadır. İsrail’i koruyacağım diye nesnellikten uzaklaşılmaktadır. Aslında bu siyasal amaçlarla mubahçılığı karıştıran bir sahtekarlıktır. Buna başvurulması Batı söylemlerindeki çaresizliklerin getirdiği bir sonuçtur.

Savunulması zor olan şeyler ancak böyle sahtekarlıklarla “savunulabilir”.

Saldırganlık, ayrımcılık, ırkçılık, haksızlık, eziyet, yok etme niyeti, bütün bunlar savunulması zor olan şeyler arasındadır.

Uygarlığın en son savaşı olan “Gazze soykırımı” tarihin bugünkü ucundaki bir felaket, insanlığın yüzkarasıdır.

Bunları da sevebilirsiniz