Cumhuriyetin 100. Yılı, Biraz da Philadelphia Günlükleri

Cumhuriyet’in ne demek olduğuna dair hepimizin bir fikri var sanırım. En basit ve hatta en ucuz biçimde anlamak isteyenler Cumhuriyet’i padişahın yokluğu ve bazen de bir oy sandığının birkaç senede bir tozunun silinmesiyle ilişkilendiriyor. Bu ilişkilendirmeyi yapanlar genelde ya çocuklarına “aman yavrum olaylara karışma” diyen ebeveynler ya da bazen, talihsizliktir, bu ebeveynlerin çocukları oluyor. Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü de aynı apolitiklikle ele alanlar oluyor tabii: mavi gözler, buğday saçlar falan derken Atatürk bir siyasi-tarihi figürü değil kurgusal bir karakteri andırmaya başlıyor. Atatürk’ün yüceltilmesi elbette gereklidir, ulusal kahramanlara tüm dünyada böyle davranılır ama Atatürk sembollerinin fiziksel insan özelliklerine indirgenmesi hem Atatürk’ün kendi sözleriyle (hani şu naciz bedeninin toprak olacağını söylediği) hem de Atatürk’ün bizzat egemen kılmaya çalıştığı akla, modernizme ve sorgulamaya dayalı dünya görüşüne terstir. Bu nedenle, Cumhuriyet’in 100. yılını kutlarken, kutlamalar Atatürkçülüğün sulandırılmış, Atatürk’ün tamamen bireyleştirilmiş hâliyle değil bir idealler ölçüsünde gündeme gelmelidir.

Cumhuriyet’i basit bir rejim değişikliği olarak görenler de var tabii. Bunlar bir önceki gruba göre biraz daha haklılar ama yine hakikatten çok uzaklar. Cumhuriyet bir rejim değişikliğidir, evet. Kula kulluk etmenin en azından kuramsal olarak bitirildiği günü Cumhuriyet Bayramı olarak kutluyoruz. Fakat sadece bu mu? Sanmıyorum. Düşünsenize; dil devrimi, kültür devrimi yapan, kadının toplumdaki yerini baştan aşağı değiştiren, ekonomiyi en baştan yapılandıran ve hatta sil baştan kuran, takvimi değiştiren, siyaseti başka türlü tasarlayan, bütünlüklü bir eğitim sistemi getiren bir rejim değişikliği bu. Dünyada eşi benzeri çok az bulunur türden bir devrim. Dolayısıyla basit rejim değişiklikleri ile karşılaştırılmaması, karıştırılmaması gerekiyor.

Diyeceksiniz ki amma uzattı bu da, neymiş işte Cumhuriyet Devrimi, söyle bilelim. Bence Cumhuriyet’in ilanı Türk halkının ve Türkiye’nin kendisinin onurlu bir şekilde yaşamasına imkan veren devrimdir. Buradaki kilit sözcük, onur. Medeniyetler arasında eşit bir konuma, eşit bir paya sahip olabilmek. Başkasının etkisi ve yetkisi olmadan kendi ülkesinde hür ve özgürce yaşayan yurttaşlar, dünya sorunlarıyla da uğraşabilen, dünyadaki bir sorunu kendi sorunu gibi görmeye hazır insanlar. Benim Cumhuriyet deyince anladığım bu.

Bu gelişmekte olan ülkeler arasında sadece Türkiye’nin aklına gelmiş bir mesele midir? Elbette değildir. Türkiye’yi ayıran en önemli unsur, baş koyduğu bu kalkınma hamlesini iyi kötü kotarabilmiş nadir ülkelerden olması. Gerçi, henüz tamamen kotarabildiğini söylemek de zor. Zaten sanıyorum 100. yıl kutlamalarına dair burukluğun nedeni de bu. Nüfusun ciddi bir kısmı Cumhuriyet devrimiyle barışmamış gibi duruyor. Kutlamalar hakkıyla yapılmıyor. Günün ruhuyla bağdaşmayan tuhaf etkinlikler yapılıyor, ezberden kutlama mesajları paylaşılıyor olabilir. Bunların elbette bir önemi yok, Cumhuriyet bu tür olumsuzluklarla da nasıl mücadele edeceğinin rehberini de içeriyor çünkü. Yılgınlık yemek, Cumhuriyet’e yakışmazdı da zaten. 100. yıl kutlamalarında burukluk hissedenler olabilir. 110. yılda, 200. yılda, 500. yılda başka türlü olur, dert etmeyin. Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın medeniyetler arasında eşit, hür, kendi kaderini tayin edebilme hakkına sahip, halkı müreffeh bir Türkiye!

Philadelphia Günlükleri

Ağustos’un sonunda ABD’nin Philadelphia şehrine taşındım, doktora için geldiğimden dolayı da şimdilik bir süre buradayım. Gitmeden önce de kendime söz vermiştim, orada gördüklerimi yazacağım diye. Şimdi o sözümü tutmak üzerine bu yazıyı kaleme alıyorum ama tabii arada alakasız bir sürü konuya da değineceğim, deneme yazma çabasının şanındandır.

Yalçın Küçük’e atfediyorlar, sanırım o söylemiş, “Eskiden Türkiye’ye ‘küçük Amerika’ derlerdi, şimdi Amerika’ya ‘büyük Türkiye’ demek lazım,” diye. Küçük bunu Türkiye ve ABD siyasetindeki ortak bazı sorunları vurgulamak için söylüyor fakat aynı söz kültür için de geçerli. Buraya gelince aşağıda ve ilerideki yazılarda değineceğim bazı meseleler dışında pek de bir kültür şoku yaşamadım. Türkiye’nin ABD etkisinde kalmış olmasından mıdır, küreselleşmeden midir, yoksa zaten bu ikisi aynı durumun farklı nezaket seviyelerinde ifadesi midir, bilmiyorum. Bildiğim şey, kültürlerin bir hayli benzeştiği. Farklılıklar yok mu? Var tabii. Belki farklılıkları saymak daha önemli.

Philadelphia büyük bir şehir ve her büyük Amerikan şehrinde olduğu gibi evsizlik sorunu göze batıyor. Çoğu sokakta bir evsize rastlamak mümkün, bu evsizler genelde hep aynı sokağı mesken ediniyorlar, hatta bazılarının “kurulu bir düzeni” bile oluyor, aynı sokaktan geçerken bazen birkaç hafta önce gördüğüm bir evsizin yine benzer eşyalarla aynı yerde uyuduğunu veya oturduğunu gördüğüm oluyor. Benim gibi bir Orta Doğulu için (ya da Batı Asyalı, artık meşrebinize göre) hayli ilginç: Türkiye gibi ekonomik sorunlarla boğuşan bir ülkede veya hatta daha zor sınamalardan geçen başka Orta Doğu ülkelerinde bile evsizlik sosyal bir sorun değil aslında. Evet, devlet müdahalesinin gecikmesiyle bir deprem binlerce insanı evsizliğe mahkum edebiliyor, orası doğru. Fakat Türkiye’de hastane faturasını ödeyemediği için sokağa düşen insan bulmak biraz zordur. Ha evelallah, Türkiye’de halk böyle bir sorunu olmayışının telafisi adına genç yaşlı demeden tüm nüfusuyla birlikte başka dertlerle sınanıyor tabii, orası ayrı. Fakat bu evsizlik ve sağlık sektörü meselesi gerçekten ilginç.

Burası tarihi ile meşhur bir yer; en uzunu on yıla, en kısası on güne yakın olmak üzere birkaç defa başkentlik yapmış. Başkentlik yapmış olduğu dönemler de ABD tarihinin dönüm noktalarını oluşturuyor. Modern tarihin ilk anti emperyalist savaşının ilan edildiği yer de aslında burası, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin kabul edildiği yer Philadelphia. (Modern tarihin ilk anti emperyalist savaşının ABD Bağımsızlık Savaşı olup olmadığı meselesini hem geçen seneki Ütopyalar Toplantısında hem de daha sonra başka Dağarcık yazarlarıyla konuştuk, herkesin hemfikir olmadığını not etmeliyim. Yalnız, itirazlar ABD’nin şu anki politikasının anti emperyalizmle uyuşup uyuşmamasından ileri gelmiyor, 18. yüzyılda yaşanmış bir savaş başka, 21. yüzyılda ABD dış politikası başka şeyler. Tartışmalarımız daha çok ABD’nin kurulmasıyla sonuçlanan Amerikan Bağımsızlık Savaşının özü itibariyle anti emperyalist bir savaş olup olmadığı ve/veya öyle olsa bile bu savaştan daha önce yaşanmış bir örneği bulmanın mümkün olup olmadığı konuları üzerineydi.) Her koşulda, bu şehrin ilginç bir ruhu var. Bazı yerleri tarihi açıdan pek de bozulmamış biçimde duruyor. Bu anlamda hem turistik hem de kültürel bir çekiciliği var. Bir sonraki yazımı belki de Philadelphia tarihi üzerine yazmalıyım.

Bunları da sevebilirsiniz