Cumhuriyeti Neden İlan Ettik? Neden “Yarın”?

Mustafa Kemal, askeri başarılar sonrasında, yani İnönü Savaşları (Ocak-Mart 1921), Sakarya Muharebesi (Ağustos-Eylül 1921) ve Büyük Taarruz (30 Ağustos 1922) ertesinde üç İtilaf devletiyle Mudanya Mütarekesi’ni imzaladı (11 Ekim 1922). Buna göre, İtilaf devletleri işgal ettikleri her yerden çekilecekleri gibi, onlar açısından Osmanlı İmparatorluğu da hukuken sona ermiş oluyordu. Ankara hükümeti “Saltanatın ilgası” kararını açıkladı (2 Kasım 1922). Arkasından, bir yıla yakın sonra Lozan Barış Antlaşması imzalanacaktı (24 Temmuz 1923).

Ve birkaç ay sonra…

Günlerden bir gün olan 28 Ekim 1923 akşamı Mustafa Kemal etrafındakilere “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz arkadaşlar” dedi. Nutuk’ta yazılıdır. Kendi ifadesidir.

Burada iki soru akla geliyor.

  • İlan etmek neden?

  • Neden “yarın”?

Bu söylenen “ilan etme” işi bir bakıma tuhaftı. İlan edilecek olan şey üç yıldır zaten vardı. Bir Meclis kurulması, bir meclisin yönetim iradesine sahip olması zaten Cumhuriyet oluyordu. Hakimiyet milletin elindeydi, bu da Cumhuriyet demekti.

Ama kimse bu tuhaflığın üzerinde durmadı. Oradakilerin belki hepsi değilse de en azından birkaçı var olan şeyin gene de ilan edilmesini bekliyordu. Çünkü Cumhuriyet o güne kadar açıkca beyan edilmemişti. Millet Meclisi açıldığı zaman ilan edilmesi uygun düşmüyordu. Cumhuriyetin de bazı eksikleri söz konusuydu.

Bir; fiili olarak “padişahlık” yerinde duruyordu. “Meşruti” bir sistem vardı. Meclis, Osmanlı “Meclisi Mebusan”ı olarak, onun yerine kurulmuş, Mecliste onun mebusları toplanmıştı.

İkincisi de, Millet Meclisi açılmasına hemen “cumhuriyet” demenin gerekli olmayışıydı. Yersiz söylem olduğu düşünülebilirdi. Tartışılır bir durum yaratmak doğru değildi. Ayrıca adının konmasını doğru bulmayanlar çıkabileceği gibi, Cumhuriyet “istemeyenler” bile olabilirdi.

Mustafa Kemal için her şeyin bir sırası vardı!

Mustafa Kemal’in sözlerine aşağıdaki sorular soruldu mu, bilmiyoruz. Ve sanmıyoruz da. Niye sorunsun? Ama biz gene de sorulmuş gibi düşünelim.

Neden ilan edeceğiz?”

Neden yarın?”

***

Meclis Başkanı Mustafa Kemal, yukarıdaki cümleyi söylediği 1923 yılında 42 yaşındaydı.

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekenamesi’ne karşı çıktığında ve Mütarekeyi çiğnediğinde ise, 37.

Sona ermiş Büyük Savaşın galiplerine savaş açtığı o 1918 yılının o günleri, Mütareke’yi imzalayan saltanata da asi olmaya karar vermişti. Saldıranı da, saldırıya boyun eğeni de kabul etmiyordu. İşgali de, işgali kabul edeni de karşısına almıştı.

Bir ay sonra İtilaf devletleri donanmasını Haydarpaşa merdivenlerinden Boğazda demirlemiş gördüğünde Mustafa Kemal Paşa, “Geldikleri gibi giderler” diyecekti.

Ama neye güvendiği belli değildi.

Mustafa Kemal’in “Herkesin her şeyden ümit kesmiş bulunduğu Mütareke’nin ilk altı ayı”nda, İstanbul’da yaşadığı o altı ayda, “neye dayanarak mücadeleye başlamış olduğu” gerçek bir sorundur.

Ancak Mustafa Kemal’in devrimci bir bilinçle ve doğru bir strateji belirlemesiyle kendisini Samsun’a götürecek gemiye bindiğini bilenler için bir sorun yoktur. Demek ki hayalperest değil, gerçekçidir. Belli tarihsel dönemlerde gerçekçi olmak da olağanüstü bir kişilik olmayı gerektirir. Belli tarihsel anlar, tarihin, karar verebilenlerin önünde açıldığını göstermiştir.

Gelelim soruların yanıtlarına.

***

Neden ilan edeceğiz?

Çünkü Cumhuriyeti ilan etmekle zaferimizi ilan etmiş olacağız.” Bu cümleyi söyledi mi, söylemedi mi, elbette bilmiyoruz. Ama söylediyse veya söylemediyse, şöyle düşünmüş olmalıdır:

O kadar büyük düşmanları dize getirdik, o kadar zorluklarla başardık, o kadar inanılmaz şeyler yaptık ki, bunları bütün dünya bilmeli. Dört yılda kazanılan Büyük Savaşın galiplerini gene dört yılda yendiğimizi herkes görmeli, öğrenmeli. Gezegenimizin ezeni olan Batı dünyası, kendisine karşı çıkan, direnen, kendisiyle savaşan ve sonra da kendisini o savaşta yenen bir millet olduğunu bilmeli. Olmayacak bir şeyi başardığımızı kimse unutmamalı. Emperyalizmin işgali, baskısı, tehdidi altında olan ezilen dünyanın her mensubu, önlerinde Türkiye gibi bir örnek olduğunu, kendilerinin de bunu yapabileceğini düşünmeli. Onlara örnek olmamız için zaferimizi duymayan mazlum millet kalmamalı.”

Ve her şey düşündüğü gibi de oldu.

Cumhuriyet, bağımsızlık savaşını yürütmek demekti, milli mücadelede zafer kazanmak demekti, emperyalizmi ülkesinden kovmak, sınırlarını kendi çizmek, Orta Çağın devletini, saltanatı, hanedanı ortadan kaldırmak demekti. Özetle Cumhuriyet, bütün bunları yapabildiği için, bütün bunlar için şart demekti. Yani Cumhuriyet, bir mazlum millet için kaderi değiştirmek, olmazı başarmak demekti.

Gene söylediğini bilmediğimiz bir şey var, ama gene de düşündüğü besbelli olan bir şey: “Cumhuriyetin hep yaşamasını istiyoruz. Yaşadığını göstermek için evvela ilan etmek gerekir, her şeyden önce doğduğunu söylemek gerekir. Savaş, nasıl ilan etmeden savaş olmuyorsa, bu da öyle. İlan edelim ki, devam edip etmediği, yaşayıp yaşamadığı önemli olsun, akıbeti merak edilsin, geleceğine bakılabilsin, başarısı olursa görülsün. İlan edilsin ki, dünyada bir Türk Cumhuriyetinin olduğu bilinsin.”

***

Neden ‘yarın’ ilan edeceğiz?

Mondros Mütarekesi’nin belgesinde orduların terhis edileceği, silah ve mühimmatın düşmanlara teslim edileceği yazılıydı. Subaylar da görevlerini bırakacaklardı. Mecburduk. Bunları kabul etmiştik. Ama Mustafa Kemal Paşa kabul etmiyordu, etmeyecekti.

Önce 1 Kasımda görev alanındaki her yere, silah bırakılmamasını, terhisin uygulanmamasını emreder. Bunu görev alanı dışındaki bölgelere de duyurduğu gibi, her yerde Mondros şartlarına uyulmamasını ister. Devletin bu yöndeki emir ve talimatlarına da karşı çıkılacaktır. Arkasından 3 Kasımda silah ve cephanenin emniyet altına alınması için İstanbul’daki Genelkurmay Başkanlığı’na uyarıda bulunur.

Mustafa Kemal Paşa bir Osmanlı subayıydı, bir Osmanlı paşasıydı. Ama devletinin kararına karşı çıkıyordu.

Görüldüğü gibi, tarihi bir tavırdır. Ama sonuç vermiştir. Ve sonuç vermiştir. Mondros’a değil, Mustafa Kemal Paşa’nın emir ve duyurularına uyulmuştur. Emirlerin olmadığı, duyuruların ulaşmadığı yerlerde yapılacak olanın böyle olduğu öğrenildiğinden, anlaşıldığından ve görüldüğünden bütün yurtseverler mücadelenin ihtiyacı olanı seçmişlerdir. Mondros’a rağmen ordular terhis edilmemiştir. Subaylar yerlerinde kalmıştır. Silah ve mühimmatın çok önemli bir kısmı saklanmış, gizlenmiş ve muhafaza edilebilmiştir.

Nereden biliyoruz? İngiliz askeri yazışmalarından, raporlarından. Üstlerine durumu bildiren İngiliz subaylar “Türklerin silah bırakmaya isteksiz” olduklarını belirtmiş, “Türkler çok büyük ölçüde silah teslim etmemişlerdir” diye yazmıştır.

Kurtuluş Savaşımız, Mondros’a karşı alınan bu önlemler sayesinde başlatılabilmiş ve yürütülmüştür.

Evet, ‘yarın’ ilan edilecek!

Çünkü “o gün ‘yarın’, önemli bir gündü. ‘Yarın’, bağımsızlığımızın, bütünlüğümüzün, varlığımızın yok edilmeye çalışıldığı bir gündü. Bütün bunları, milletimize kastedenlerin resmi bir şekilde yazdığı belgenin açıklandığı bir gündü. Unutulmamalıdır, Mondros Mütarekenamesi, 30 Ekim 1918 günü imzalanmıştır. Mondros günü, esaretin başlayacağı, bağımsızlığın yok olacağı, sınırlarımızın savaş galibi düşmanlarımızın çizeceği bir gündü. Zaferimiz, Cumhuriyetimiz, geleceğimiz, ‘Mondros günü’nden önce, o günden önce ilan edilmelidir, ondan sonra değil. Asıl olan bağımsızlığımız, mevcudiyetimiz ve geleceğimizdir. Mondros’un arkasında değil, önünde olacağız, ondan sonra değil, ondan önce olacağız. Mutlaka ondan önde davranacağız ve onu arkamızda bırakacağız.”

Onun için Cumhuriyet yarın ilan edilecektir!”

Evet, Mustafa Kemal’in bunları söylediğini kimse söylemedi, kimse yazmadı, ama biz gene de böyle düşünmüş ve konuşmuş olabileceğini biliyoruz.

Bu konudaki “yarın” belirlemesinin, böyle bir tarihe göre hareket edilmesinin sembolik bir anlam taşadığı açıktı, ama Mustafa Kemal’e göre bu çok önemliydi. Devrimci önder, bir gün bile geç kalmayacaktı!

Mondros, bir millet için öylesine önemli görülmeli ki, kaderi bir daha Mondros’la karşılaşmak olmasın!

Ve bilinsin; Mondros’u geçersiz kıldık, Mondros’un önüne geçtik!”

Bunları da sevebilirsiniz