Bozuk bir sahra telsizinin çalışacağı tutarsa ne olur?
Ankara Hükümeti’nin İstanbul’daki gizli teşkilatı, ordunun eksiklerini gidermek için mukaddes bir kaçakçılık faaliyet içindeydi. Hamza Grubu’nun telsizci subayı Teğmen İhsan, Selimiye Kışlası’ndaki telsiz deposunu gözüne kestirmişti. Anadolu Ordusunun telsize ihtiyacı vardı. Selimiye Kışlası’nda bulunan ve sıkıca korunan telsiz deposu Teğmen İhsan’ın iştahını kabartıyordu.
Kışlanın Haydarpaşa’ya bakan kısmında Türk birlikleri, Harem iskelesine bakan kısmında da General Wrangel ordusundan Beyaz Ruslar yerleşmişti. Kışla komutanı olan İngiliz subayı ise nizamiye kapısının üstünde Sultan Selim’e ait özel odada oturuyordu. Telsiz depolarının üzerindeki kata sıhhiye taburu yerleşmişti. Gözü pek Teğmen, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ndeki Doktor Binbaşı Ziya Bey vasıtasıyla sıhhiye tabur kumandanı ile tanıştı.
Teğmen İhsan, Sıhhiye Komutanına depodaki telsiz ve malzemeyi Anadolu’ya kaçırmak istediğini söyledi. Bunun için, depodaki askerlerin uzaklaştırılması gerekiyordu. Üç gün sonra, telsiz deposundan bir er veba şüphesiyle Haydarpaşa Hastanesi’ne sevk edildi. Durum İngiliz komutana bildirilince, İngilizler ve Ruslar kışlayı tahliyeye başladı. Gizli teşkilata gün doğmuştu. Teğmen İhsan’a, depoda görevli olan Osman Onbaşı yardım ediyordu. Ancak 5 nefer onunla birlikteydi. Genç subay, geri kalan erleri hastaneye sevk etti, Doktor Ziya Bey de onları hava değişikliği ile depodan uzaklaştırmış oldu.
Sahra telsizleri arabalar üzerinde ve kapakları İngilizler tarafından mühürlenmiş durumdaydı. Askerler, kapakları menteşelerinden açtılar, böylece mühür bozulmadı. Arabaların içi boşaltıldı, numaralanarak sandıklara yerleştirildi. Bu arada İngiliz devriyeleri günde iki kez kontroller yapıyordu. Nihayet diğer malzeme de ambalajlandı. Yetmiş küçük, yirmi büyük sandık hazır olunca, akşam güneş battıktan sonra bir sıhhiye arabası ile kışlanın deniz tarafındaki Kavak iskelesine taşındı. Ancak İstanbul’un bir yakasından diğerine ancak gündüzleri eşya nakletmek mümkündü. Gece sevkiyatı yasak olduğu için iskeledeki memur zorluk çıkarıyordu. Teğmen İhsan, Eskişehirli olduğunu öğrendiği iskele memuru Halil Bey’e sert bir konuşma yaptı:
-Halil Efendi, bu malzeme Yunanlılar tarafından tehdit altında bulunan Eskişehir’i korumak için Kuvayimilliye’ye gidecektir. Şayet ısrarında devam edersen derhal seni bağlatıp bu malzeme ile birlikte Anadolu’ya göndereceğim.
Halil Efendi, dersini almıştı. Ancak aksilik bitmiyordu. Önce bir İngiliz subayı geldi. İskeleye oturup mehtabı izlemeye başladı. Bir yandan şarkı söyleyen subay sarhoştu. O sırada iskeleye yanaşırken karaya oturan Korsan Murat’ın teknesini fark etmeden kalkıp gitti. Kaçakçıların imdadına yakından geçen bir geminin dalgası yetişti. Küçük tekne kurtuldu, rıhtıma yanaştı. Sandıklar süratle tekneye istif edildi. Telsiz depo komutanı ve yardımcısı da artık İstanbul’da kalamazdı. Onlar da malzemeyle birlikte Anadolu’ya geçecekti. Subaylardan biri yeni nikahlanmıştı. Gelin hanım, henüz düğün dahi yapmadan eşiyle birlikte Karadeniz yolculuğuna çıkıyordu. Korsan Murat, kamarasını onlara verdi. Yeni evlilerin düğünü Karadeniz yolunda, boğazın ortasında yapıldı.
Yolculuk İnebolu’da son buldu. Mavnacılar, sandıkları bir çırpıda denk kayıklarına istifleyip, kasabanın sahiline baştan kara ettiler. Hummalı çalışma çakılda da sürüyordu. Subayların komutları yükseliyor, sandıklar halk ve askerler tarafından biraz içerideki iki çay mevkiine naklediliyordu. Görev bekleyen kağnılar yüklenip, muayeneleri yapıldıktan sonra bu kez de onların yolculukları başladı. Mustafa Kemal’in kağnıları karınca dizileri gibiydi. Kür dağlarını inleyerek çıkıyor, aksi istikametten geri dönenler ise tozu dumana katıyordu. Menzilin sonuna varan kağnıcılar yükü hat kumandanlarına emanet ediyor, oradan başka kağnılara yüklenip Ankara’ya doğru gıcırtılar arasında ilerleniyordu. Yaklaşık bir haftada Ankara’ya varan telsiz malzemeleri, kim bilir ne zaman monte edildi, ne zaman cepheye gönderildi? Şu bir gerçek ki, Yunan ileri yürüyüşü başlayıp, Kütahya’dan sona Eskişehir de düşmana bırakıldıktan sonra, Meclis Ordusu, Sakarya Nehri’nin arkasına yerleştiğinde Batı Cephesi’nde bir telsiz istasyonu kurulmuştu. Yaylı tabir edilen bir at arabasının üzerindeki sahra telsizlerinden biri Alagöz Köyündeki karargahta bir açık alana kurulmuş, diğeri de Süvari Grubu’na tahsis edilmişti. Sakarya Melhameyi Kübrası, yani büyük kan gölüne dönüşecek olan boğuşmalar başladığında Türk süvarileri düşman gerisinde taciz akınları yapıyordu.
Cephede bulunan Yunan Prensi Andrea, not defterine 1 gün önce “Kuvvetli bir süvari müfrezesi, kolordunun sağ kanadını sürtüp geçerek, ordunun gerisine doğru yürüdü.” cümlesini yazarken, onların kendi kolordusu için ne denli büyük tehdit olduğunu biliyor olmalıydı. Oysa Albay Fahrettin’in komutasındaki süvariler, kelimenin tam anlamıyla dolgun bir hedef bulmuşlar ve onun iştahıyla at sürüyordu. Akıncılar, başarılı bir sefer yapmış; Uzunbeyli Köyü’nde de bol malzeme ve askerin bulunduğunu öğrenmişti. Oraya bir gece baskını yaparak Yunan dağıtım merkezini imha etmek isteyen süvari grup komutanı, tümenlerini harekete geçirdi. Ancak geceleyin sıtma nöbeti tuttuğundan, akıncı birliklerden geride kaldı. Köye giden süvariler ise yolu şaşırınca, baskın baskın olmaktan çıktı. Albay Fahrettin, biraz dinlendikten sonra Uzunbeyli’ye vardığında gün aydınlanmış, çatışma başlamıştı. Köyde büyük bir Yunan kolu olduğu belliydi. Süvariler yavaş yavaş çemberi daraltıyor, köye yaklaşıyordu. Tam bu sırada, telsizci Teğmen Remzi belirdi.
Genelde bozuk olan ve bir türlü haberleşme imkanı sunamayan bu telsiz, Teğmen Remzi’nin titiz ve inatçı çalışmasıyla Batı Cephesinden yollanan mesajı almıştı. İsmet Paşa, durumun kritik olduğunu belirtiyor, grubun savunma hattının sol kanadı açığına dönmesini istiyordu. Albay Fahrettin (Altay), iç çekerek kuşatmayı sonlandırdı. Askerlerini toplayıp, geriye döndü. Oya o gün o telsiz birkaç saat daha çalışmasa, savaşın kaderi değişecekti. Zira istilacı ordunun Komutanı General Papulas ve bazı yüksek komutanlar, yani Yunan başkomutanlık karargâhı köydeki bir çadırdaydı. Üstelik telaşa kapılmış, kaçmanın yollarını arıyorlardı. Tam bu sırada Türk süvarilerinin çekip gitmeleri, savaş tarihine geçecek bir olaydı. Mitolojinin savaş tanrısı Mars bir kez daha yüzlerine gülmüştü.
Ancak Albay Fahrettin ve süvari tümenleri bunu bilmiyordu. Yunan Ordusu, tükenip de geri çekildiği zaman Türk süvarileri onların peşine düştü. Uzunbeyli’de bol miktarda su olduğunu bildikleri için atlar o tarafa sürüldü. Köylüler işte o zaman olanı biteni anlattılar. Albay Fahrettin, kaçırdığı fırsata hayıflanmaktayken, Batı Cephesi telsizi yine onu aramaya başladı. Çünkü takip harekatı için emir verilecekti. Haberleşme mümkün olmayınca, Başkomutan kendi otomobilini verip, Yüzbaşı Şükrü’yü, Süvari Gurubunu bulmak üzere yola çıkardı. Gecenin karanlığında güçlükle yolu bulan Yüzbaşı Şükrü (Sökmensüer) komutanın karşısında çakı gibi bir selam verdikten sonra getirdiği emri verdi. Süvari Grup Komutanı artık kolordu komutanı ve paşa olmuştu. Fahrettin Paşa, kendisine verilen emri aldığını yine aynı telsizle Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi.