Cumhuriyetin Felsefesi

“Felsefe” terimini kişinin veya konunun dışında kullandığımız bağlamlar vardır. Örneğin, Birisinin “yaşam felsefesi”, şu veya bu kurumun “felsefesi” deriz kimi zaman. Terimin bu kullanımı, özel bir anlam kazanmıştır. Tıpkı “vizyon” veya “misyon” gibi…

Bu kullanımın mantığı açık. Bir kurumun da pekâlâ bir anlayışı, bir algılayışı, bir hayali vardır. Zira kurumlara kişilik özelliği atfetmek mümkündür. Esasında, bir kurumun veya kişinin kendisi bile isteye böyle bir felsefe kurmasa veya benimsemese bile, eylemleri, tepkileri veya taahhüt ve vaatleri ile belirli bir felsefesi olduğu sonucuna varılabilir. İşte ben de bu düşünceden hareketle, cumhuriyetin felsefesine, daha da özel olarak Cumhuriyetimizin Felsefesine değineceğim.

“Cumhuriyetimizin” diyorum, sanki belirli ve tekil bir şeymiş gibi. Oysa, nice “biz”ler var bu ülkede. Hangi “biz”i esas aldığımız, cumhuriyetin felsefesini ele alış şeklimizi de etkileyecek. Burada da bir tavuk-yumurta sorunu belirecek böylece. Tavuk ve yumurtayı tek tek ele almaktansa anlayışımı ortaya koyduğumda hem “biz” hem de “cumhuriyetimiz” netleşmiş olacak.

Yukarıda belirttiğim üzere, Cumhuriyetimizin öyle kendi kendine “şu benim felsefemdir” dediği falan yok. Fakat tarihine, kurucu iradenin pratiğine, kurucu yöneticilerin söylemlerine, cumhuriyetimizin anayasalarına ve diğer kurucu metinlerine baktığımızda cumhuriyetimizin felsefesinden söz edebiliyoruz. Cumhuriyetimizin felsefesini bazı başlıklara ayırabiliriz. Gelin felsefenin kendi alanlarına bakarak hareket edelim.

Ontoloji [Metafizik]

Cumhuriyetimizin kuruluşu esasında çok önceden başlayan bir dönüşüm mücadelesine uzanır. O mücadelenin bir devrimi zorunlu kıldığı anda Cumhuriyetimiz kurulmuştur. Bu mücadelenin belirleyici boyutlarından biri, toplumun doğasına ilişkindir. Cemaat mi Toplum mu? Yani teba mı vatandaşlar mı? Ya da daha doğrudan bir ifadeyle, sürü mü toplum mu? Sürüde, bildiğiniz gibi, belirli bir liderin ardına dizilen, tek başına hareket edemeyen veya tekilliğinin bir anlamı olmayan insanlar topluluğu kast edilir. İşte cumhuriyet bu türden bir topluluk yerine kendi davranışlarının sorumluluğunu alan ve mükafatını isteyen bireylerin belirli bir hiyerarşide yaşamasını hedeflemiştir. Bu bakımdan kul ile vatandaş arasında bir seçim yapmıştır. Vatandaş, sırf aynı vatanda yaşamak, aynı kurallara tabi olmak ve en nihayetinde o vatanın yönetimine katılmak sorumluluğuna ve hakkına sahip bir bireydir. Esasında, hayali bir kişiliktir; sosyolojik kimliklerin çoğunda olduğu gibi. Bu hayali kişilik, cumhuriyetin hayalidir; tek tek kişilerin özlemidir ve en nihayetinde insan olma kavramının vücut bulmuş halidir. Bu bakımdan, aydınlanmanın hedeflerinden biridir. Cumhuriyet birey bazında böyle bir dönüşümü hedefler. Hedeflediğine göre, böyle bir dönüşümün mümkün olduğuna ve bunun iradi olarak hukuk temelinde yapılabileceğine inanır. İşte bu inançladır ki bireyin bir bütün olarak inşasını da hedeflemiştir. Bu hedefini, ders kitaplarından, yasa maddelerinden ve onların gerekçelerinden, kurucu yöneticilerin söylemlerinden ve devletin pratiğinden görebiliyoruz. Cumhuriyetimiz, bireyin, insana yaraşır bir çevrede yaşayak, o çevreyi üreterek ve kendini cumhuriyetin ideallerine adamasını sağlayacak bir eğitimden geçerek böyle bir dönüşümü gerçekleştirebileceğini öngörmüştür. Bu uğurda, eğitim ocakları kurmuş, üretim yerlerini buna göre inşa etmiş ve kitle iletişim araçlarıyla bu amaçla seferber etmiştir.

Epistemoloji

Cumhuriyetimiz tüm icraatıyla, göstermektedir ki, deneyimi esas almıştır. Ne var ki, müdahale edilemez bir insan doğası fikrini de benimsemiş ve bu doğanın bir parçasını da insanın akli melekeleri biçiminde tahayyül etmiştir. İnsanın öğrenme sürecinin merkezine pratiği koymuştur. İnsanın algılayışını salt pasif olarak görmemiştir. Bu bakımdan deneyimci bir epistemoloji görüşünü benimsediği, fakat bir yandan da insan aklının tüm bilişsel ve pratik süreçleri öncelediği kanısında olduğu söylenebilir. Cumhuriyetimiz, bilginin bir önkoşulu olarak deneyim ve gözlemi koymuş, kendi yönetsel pratiğinde de bu esası kabul etmiştir. Askeri çalışma prensipleri cumhuriyetin yönetici kadroları üzerinden Cumhuriyetimizin çalışma prensiplerine temel teşkil etmiştir. Bu prensiplere göre, genel hedeflerin saptanması, durum tespiti, durum tespitinin sonucu hedeflerin belirli kılınması, bu hedeflere ulaşmak için araçların seferber edilmesi, araçların çalışmasının sürekli denetlenmesi ve yeni duruma göre bu sürecin tekrar edilmesi gerekmektedir. Dahası bu sürecin, başlangıçta bir kurmay heyetinin istişaresi sonucu karar alınmasını ve ardından bu kararların çelik disiplinle uygulanmasını gerektirdiği de açıktır.

İnsan Doğası

İnsan doğasının var olup olmadığı, varsa değiştirilip değiştirilemeyeceği, felsefenin ama özellikle aydınlanma felsefesinin başat sorularındandır. İşte bu sorulara da yanıtları vardır Cumhuriyetimizin. Cumhuriyetimiz insan doğasını kabul etmektedir. Ne var ki, bu doğa değiştirilebilir fakat büsbütün değil. Cumhuriyetimize göre insan doğası gereği hem rekabetçidir hem dayanışmacıdır. İkisinin ahenkle yönetilmesi gerekmektedir. Dahası, insan salt akli bir varlık değildir: fizyolojik ihtiyaçları, ihtirasları, duygusal zaafiyetleri ve üstünlükleri vardır. İşte bu özelliklerinden dolayı, salt teorik bir eğitimle ve ardından pratiğin içine sokularak insanın hedefine ulaşması mümkün değildir. Zira insan kendi hedeflerini gerçekleştirmek ve özlemlerine erişmek söz konusu oldu mu bunu engelleyecek özelliklere de sahiptir. Dahası, insan bir bütün olduğundan salt kafa olarak gelişememektedir. İşte bu düşüncelerden hareketle, cumhuriyetimiz Roma Stoacılarının düşüncelerinin de etkisiyle, insanı beden ve zihin birliği içinde görmüş, beden eğitimini ve zihin eğitimini birbirinden ayırmadan, fakat beden eğitimini merkeze alarak hareket etmiştir. Buna göre, insanın beden sağlığı esastır, kurucudur. Bireyde ete kemiğe bürünmesi arzu edilen ilke ve erdemler, salt teorik bilgi yoluyla bireye nakşedilemez. Bunun için spor, dayanışma kültürü, sağlıklı yaşam ve ideallere bağlı yaşam anlayışı en küçük yaşlardan itibaren kişiye verilmelidir.

Cumhuriyetimiz, veciz bir ifadeyle belirtildiği üzere, “kimsesizlerin kimsesidir”. Rousseau’nun Emile’i gibi, ülkemizin çocukları sil baştan inşa edilecek birer harika çocuktur. Çocukların sistemimizdeki bu müstesna konumu, cumhuriyetimizin insan doğasını ele alış biçimini de yansıtmaktadır. Çocuklar yalnızca aileye bırakılamaz. Sparta anlayışına uygun olarak, doğumdan erişkinliğe ve yetişkinliğe kadar eğitilmeli, toplumun özlemini duyduğu ilke ve erdemlerle yetiştirilmeli ve Cumhuriyetin ete kemiğe bürünmüş şekline dönüşmelidir çocuk. Bu uğurda, her türlü dogmadan, psikolojik ve bedensel zaaftan azade yetişmelidir. Cumhuriyetin sağlık ve eğitim atılımları bu bakımdan birlikte düşünülmelidir. Cumhuriyet, “kimsesizlerin kimsesidir” çünkü herkes Cumhuriyetindir, Cumhuriyet herkesindir. Cumhuriyet hiçbir zümreye bırakılmaması için herkesçe sahiplenilmeli ve yüceltilmelidir. Zira yozlaşmanın başı, belirli bir zümrenin çıkarlarıyla Cumhuriyetin hedeflerinin ikame edilmesidir. Bunun önüne geçmenin yolu da Cumhuriyetin ideallerini benimsemiş, bu ideallere kendini adamış bireylerin Cumhuriyeti sahiplenmesini sağlamaktır.

Hayatın Anlamı

Cumhuriyetimizin nazarında, insanca veya anlamlı yaşam, boyun eğmeden, doğayla uyum içinde, toplumun refahını bozmadan bireyin kendini sınırsızca geliştirmesinde yatar. Bu yolculuğun kendisi hayatın anlamını taşır. Bu yolculuğun ayrıntıları kişiye özel hasletlerce belirlenir. Cumhuriyetimizin toplumsal tahayyülünü anımsayalım: Sınıfsız ve kaynaşmış bir toplum inşa etmek. Böyle bir toplumun amacı, belli ki, boyun eğmemek ve boyun eğdirmemektir. İnsanın kendini sınırsızca geliştirme hedefi, Cumhuriyetin pratiğinde açıkça görülmektedir. Kurtuluş Savaşının ve Cumhuriyetin ilanının en çetin günlerinde bile Güzel Sanatlar, Eğitim, Sağlık ve Sosyal Güvenlik konuları büyük bir ciddiyet ve aciliyetle ele alınmıştır. Bu da göstermektedir ki Cumhuriyetin çok uzun soluklu bir tahayyülü ve mücadele anlayışı daha ilk günlerde bile mevcuttur. Jön Türklerden Cumhuriyete hayaller birikmiş, girişimler başlamış ve dünyanın dört bir yanındaki devrimci idealler izlenip kurucu iradenin zihninde demlenmiştir. Bunun sonucu olarak, Cumhuriyetimiz insanlık ailesinin saygın bir bileşenini daha ilk günden doğurtmayı kendine görev bilmiştir.

Siyaset Anlayışı

Siyasetin merkezine, vatandaşların hukuka ve liyakate uygun olarak idaresini ve vatandaşların idareye katılım ilkesini koymuştur Cumhuriyetimiz. Siyasetin merkezinde liyakat, hesap verilebilirlik ve fedakarlık kültürü konumlanmıştır. Siyasetin amacı ise farklı toplumsal sınıfları uyum içinde yükseltmek, ülkenin güvenliğini sağlamak, yurttaşların kuldan yurttaşa dönüşümünü gerçekleştirmek ve ülkeyi müreffeh kılmaktır. Tüm bunların gerçekleştirilmesi için, hem dünya milletlerine hem de kendi yurttaşlarına savunulabilir, benimsenebilir ve arzulanabilir bir devlet ve siyaset anlayışı inşa etmeyi hedeflemiştir Cumhuriyet. Kadın haklarının tesis edilmesi, meslek örgütlenmelerinin önünün açılması, kültür hayatındaki devrimler, bölgesel ve uluslararası örgütlerin kurulması ve buralarda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendine sağlam bir yer edinmesi, Cumhuriyetimizin insanlık ailesinin öncüsü olma iradesinin sonucudur. Antik Yunan’da ifadesini bulan “mikrokozmos ile makrokozmosun uyumu”, yani toplum ile bireyin, zihin ile evrenin arasındaki paralellik ve benzerlik fikri burada da söz konusudur. Hem tek tek yurttaşlar sınırsızca gelişecektir hem de Cumhuriyetimiz diğer devletlere nazaran sınırsızca gelişecektir.

Cumhuriyetimizin felsefesi, coğrafyamızı dar bir alan olarak görmez. İdeallerin ekilip yetiştirileceği bir tarla olarak görür. Burada serpilip gelişecek fikirler ve pratikler yayılıp dört bir yanı kuşatacaktır.

Cumhuriyetimizin felsefesine devam edeceğiz.

İkinci Yüzyılımıza Cumhuriyetimizin nasıl bakması gerektiğini tartışmaya çalışacağız.

Cumhuriyet Kutlu Olsun!

Bunları da sevebilirsiniz