Masaya Volkanı Milli Parkından yola çıktıktan yarım saat sonra Granada’dayız. 130.000 nüfuslu Granada’da, bilinen ilk insan yerleşimi yerli Xalteva köyünde olmuş. 1524’de Francisco Hernandez de Cordoba, İspanya’daki şehrin adıyla Granada’yı kurmuş. Granada, hala orijinal yerinde kalan en eski kolonial-Amerikan şehridir, Cocibolca Gölünün kuzeybatısından, Mombacho Volkanının kuzey yamaçlarına kadar uzanır. Şehir, kurulduğundan beri önemli ticaret ve kültür merkezi olmuş, sık sık korsanların saldırılarına uğramış. 1811’de bağımsızlık öncesi ilk ayaklanmalar burada başlamış. Bağımsızlık sonrasında 19. yüzyıl boyunca kolonial başkent Leon ile yeni ulusun liderliği açısından sürekli savaşmış. Bu durum ülke gelişimini olumsuz yönde etkilemiş. 1845-47’de başkent olmuş. 1855’de Leon’daki liberaller tarafından Granada’ya karşı savaşta yardım etmesi için kiralanan paralı asker William Walker şehri ele geçirmiş ve 1856’da kendisini Nikaragua başkanı ilan etmiş. Devrilmesini ve geri çekilmesini takiben şehri yakıp yıkmış. 19. yüzyıl sonlarına kadar şehirde modernizasyon gerçekleşmiş, son yıllarda yoğun restorasyon çalışmaları sürüyor.
Önce, Nikaragua Gölü veya Granada Gölü olarak da bilinen, İspanyolların tatlı deniz dediği Cocibolca Gölünde, adacıklar arasında (Islets of Granada) keyifli bir tekne turu yapıyoruz. Cocibolca, Latin Amerika’nın ikinci büyük gölü. Kolomb öncesi dönemlerde yerliler, göldeki volkanik adalardan bazılarını, insan kurban etme ve yamyamlık gibi dini ritüeller için kullanıyormuş. Kolonial dönemde İspanyollar ve korsan gemileri, 19. yüzyılda altın için gelen yolcular ve haydutları taşıyan buharlı gemiler bu sularda seyrediyormuş.
Gölün faunası 70’den fazla türü barındırıyor. Bunların arasında, kökleri 80-90 milyon yıl öncesine dayanan canlı fosil olarak değerlendirilen prehistorik gaspar balığı, tuzlu su balığı olup tatlı suya adapte olmuş köpekbalıkları, testere balığı, tirsi balığı gibi türler sıralanıyor. Neyse ki köpekbalığı son yıllarda görülmüyormuş.
Gölde 10.000 yıl önce Mombacho Volkanının erüpsiyonu esnasında oluştuğu düşünülen 300’den fazla minik ada bulunuyor. Adalar, ceiba ağaçları, Kosta Rika’nın milli ağacı olan Guanacaste veya fil kulağı ağacı, mango ve diğer meyve ağaçlarını içeren verimli toprak tabakasıyla örtülü bazalt kaya birikimleridir. Çoğunda geniş çeşitlilikte tropikal çiçekler, ayrıca sarı bacaklı martılar, Turkuaz kaşlı motmot, serçe şahinler, akbaba, balıkkartalı, sarıasma kuşu gibi çeşitli kuş türleri görülebilir. Cabana Amarilla Körfezinden gidilen kuzey bölgesindeki adalarda, çoğu zengin Nikaragualı ailelere, birazı yabancılara ait olmak üzere daha çok evler, San Pablo kalesi ve Kapuçin maymunlarının adası bulunur. Puerto Asese’den gidilen güney tarafında ise daha çok yerliler yaşar ve onların geleneksel Guatape ve Çapak balığı avlamaları izlenebilir. Volkana yakınlığı nedeniyle muhteşem yoğunlukta ormanlar vardır. Pensacola Adasının arkeolojik kalıntıları görülebilir.
1344 metre yüksekliğindeki Mombacho Volkanının gölgelediği, 26 metre derinliğindeki gölde tekne ile dolaşırken, palmiye ağaçları ve diğer yeşilliklerle kaplı adacıklar üzerinde evler, suya atlayıp yüzenler, kafeler, tatil yerlerini, ağaçların göle sarkan dallarında mangoları, popohodge adlı kahve-taba rengi kavun benzeri meyveleri görüyoruz. Ocak-mart ayları arasında güçlü rüzgarlar gölde dalgalara neden olurmuş. Bizim ziyaretimiz ocak ayının başlarında gerçekleşiyor, ama göl sakin görünüyor.
Tekne turundan sonra, ünlü Nikaragua purolarından almak üzere, pazar günleri kapalı olduğu için özel olarak açtırılan Dona Elba puro üretim merkezine gidiyoruz. Don Silvio Reyes, Gran Momba, Dona Elba markalı purolardan alışveriş yapılıyor.
Puro alışverişi sonrasında aracımızla Calle Real Xalteva üzerindeki Real Merced adlı otelimize yerleşiyoruz. Resmi adı Park Colon olan şehir parkından (Park Central) başlayan Xalteva Caddesi, Granada şehrini komşusu olan yerli Xalteva köyüne bağlarmış. Otelin karşısında yer alan La Merced adlı barok kilise, Granada’daki en güzel kilise olarak tanımlanıyor.
İlk olarak 1539’da ahşaptan yapılan kilise, korsan saldırıları ve çatışmalardan sonra birkaç kez onarılıp yıkıldıktan sonra 1862’de tekrar yapılmış. Kilisenin kulesinden şehrin panoramik manzarası izlenebiliyor. Kilisenin hemen dışındaki haç 1999’da 21. yüzyılın anısına ve barış sembolü olarak dikilmiş. Kilisenin bitişiğinde Casa cural (Rahiplerin evi) ve karşısında Casa Zaltieri yer alıyor.
İspanyol etkili kerpiç yapılarla İtalyan neoklasik tarzda evleri ustaca harmanlayan şehrin tarihi merkezi yürüyerek kolayca dolaşılabilir. İspanyol koloni orjinli tüm şehirlerde olduğu gibi, şehrin ekonomik, politik, dini gücü, ana merkezi meydan olan Plaza Mayor etrafında odaklanmış. Granada’nın en önemli yapıları ve anıtları, merkezi parkın beş blok çevresinde yer alıyor.
Otelden çıkıp Calle Real Xalteva üzerinde yürüyerek birkaç dakika mesafedeki Park Colon’un yer aldığı meydana gidiyoruz. Parkın kenarında, Hotel Plaza Colon’un karşı tarafında renk renk süslü faytonlar sıralanmış.
Park Colon; katedral, Casa Hotel Gran Francia, belediye sarayı, Casa pellas, kültür sarayı, piskopos sarayı ve kutsal sanat müzesi gibi barok kolonial tarzda binalarla çevrili. Mango ve Malinche ağaçlarının gölgelediği parkta yer alan çeşme İngiltere’den getirilmiş.
Parkın bir kenarında yükselen katedralin ilk yapım tarihi 1583, birkaç kez yıkılıp yapılmış, son halinin yapım tarihi 1910. Neoklasik ve gotik özellikler taşıyan katedralin kubbesi kolonial tarzda yapılmış. Katedralin dışındaki haç 1899’da 20. yüzyılın anısına dikilmiş. 19. yüzyılda Fransız konsolosluğu binası olan Casa Hotel La Gran Francia’nın birinci katındaki barından, meydan ve Calle Caimito manzarasının izlenmesi öneriliyor. Cephesi Versay tarzında olan Casa Pellas, Nikaragua’nın en zengin ailelerinden birine aitmiş.
Eskiden sosyal kulüp olan kültür sarayında çeşitli etkinliklerin düzenlendiği odalar bulunuyor, Tesoros de Nikaragua adlı şehrin en iyi hediyelik dükkanlarından biri de burada yer alıyor. Sütunlarıyla dikkat çeken neoklasik tarzdaki piskopos sarayı ise 1903’de New Orleans tarzından etkilenilerek yapılmış.
Bağımsızlık Meydanının bir tarafında, parka bitişik kolonial konaklar sıralanıyor. Meydanın karşısında 17. yüzyıl tarihli Aslanlar evi veya üç dünyanın evi olarak bilinen, aslan kabartmalı barok kapısı bulunan yapı yer alıyor. 1856’da Walker’ın askerleri geri çekilirken binanın orijinalinden tek kalan kısmı burası olmuş. Şair Ernesto Cardenal’in doğduğu ev, günümüzde kültür merkezi haline gelmiş. Bağımsızlık Meydanındaki obelisk 1821’de bağımsızlığın kahramanlarına adanmış, meydanı çarşı çevreliyor.
Parkın kenarında sıralanan faytonlardan birine binerek şehrin sokaklarında, Calle La Libertad’dan başlayarak dolaşıyoruz.
1524 tarihli ilk evi (El Recordo), Xalteva Meydanı, Xalteva Parkını, 17. yüzyılda yapılmış ve 1895’de yenilenmiş Xalteva kilisesini, 1748 tarihli Barut kalesini görüyoruz.
Kale, mühimmat deposu olarak yapılmış, sonra askeri üs olarak ve Somoza döneminde hapishane olarak kullanılmış. Calle Real’i geçince üç blok ötede Calle Atravesada’da neoklasik tarzda metal belediye pazarı bulunuyor. Calle Atravesada, Granada’nın aristokrat ailelerinin yaşadığı yermiş. Caddenin sonunda 1882 tarihli eski demiryolu istasyonu bulunuyor.
Calle Cervantes üzerinde San Francisco manastırı müzesi yer alıyor. San Francisco kilisesi, Nikaragua’daki en eski kilisedir ve bölgedeki en iyi müzeye ev sahipliği yapar. 1529’da yapılan manastır, 1836’da üniversiteye çevrilmiş. Yakılıp yıkılmalar sonrası 1867’de yeniden yapılarak Ulusal Doğu Enstitüsü’ne çevrilmiş. 1990’dan beri müze ve kültür merkezi olarak kullanılıyormuş. Müzede Nikaragualı yerlilerin yaşamından örnekleri yansıtan salonlar bulunuyor. En önemli koleksiyonu, Zapatera Adasından gelen 800-1200 yıllarına ait insan-hayvan karışımı siyah bazalt heykeller oluşturur.
Faytonla şehrin tarihi sokaklarında dolaştıktan sonra, akşam yemeği için yürüyerek katedralin yanından Cocibolca Gölü kıyısına kadar devam eden Calle La Calzada’ya gidiyoruz. Sokak boyunca restoran ve kafelerin masaları, oteller, hediyelik eşya tezgahları sıralanmış. Her yerden müzik sesi yükseliyor. Çoğunlukla yerli halk sokaklarda, çok az turist görüyoruz. Yemekten sonra saat 22 sularında otele dönerken, meydandaki kafeler kapanmıştı.
Sabah kahvaltı sonrası, Kosta Rika sınırını geçmek üzere aracımızla yaklaşık 100 kilometre mesafedeki sınır kasabası olan Penas Blancas’a doğru yola çıkıyoruz. Rüzgar tribünleri, şeker kamışı tarlaları, muz ağaçlarının manzarası eşliğinde 1.5 saat sonra Kosta Rika sınırına geliyoruz.