Biçareliğin Resmi

Öleceğini bile bile yaşayan tek varlığın insan olduğunu biliyoruz. Bunu bildiğimiz halde kimi zaman ölümle burun buruna yaşarken çoğu zamanda hiç ölmeyecek gibi hayat telaşının içinde kayboluyoruz. Bu telaş içinde eninde sonunda öleceğimizi bilmek, bilmediğimiz bir aleme veya sonsuz bir karanlığa teslim olacağımızın farkına varmak bizi kısa bir sürede olsa durup düşündürüyor. Özellikle de elimizde olmayan nedenlerle bizim veya sevdiklerimizin hayatının sonuna yaklaştığını bilmek garip bir boşluk hissi uyandırıyor içimizde.

Yaşadığımız bu depresif durum yaklaşık sekiz dokuz aydır birçoğumuzun ruh haline egemen olmuş durumda. Gözle göremediğimiz, hissedemediğimiz ve nerede kimde olacağını tahmin edemediğimiz bir virüs ruh ve beden sağlığımızla oyun oynamakta. O yetmiyormuş gibi yine sonuçları için elimizden bir şey gelmeyen bir başka doğa felaketi olan deprem ile başka bir boşluk içinde kaybolduk.

Virüs, deprem ve ülkenin ekonomik koşulları… Hepsi için o kadar söylenecek söz, yazılacak şey var ki… Tam da Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”

Aylardır tüm dünya ve ülkemiz Covid-19 adı verilen ve bulaşıcılığı hızla yayılan hastalık ile uğraşıyor. Her akşam yayınlanan sayılar, sokakta maske ile dolaşan insanlar, etrafımızdaki insanların hastalığın pençesine düşmesi ve bana ne zaman bulaşacak acaba korkusuyla vücudundaki en basit bir değişikliği takip eder hale gelmeler… Bu ruh haliyle açlık mı virüs mü yol ayrımında virüsü karşına alıp çalışan milyonlarca insan. Önlem adı altında kumanda düğmesine basar gibi açılıp kapanan yerler. Nereden tutsan elinde kalır derler ya öyle bir durum işte…

Birçoğumuz hayatımızda olan şeyleri sıralarken en başa sağlığı koyarız En azından virüsten sonra, böyle olmayanlar için bile bu durum değişmiştir. Çünkü sağlık olmazsa hiçbir şeyin anlamı yoktur. Her şeyi alacak ekonomik gücün olmasına karşın, yatağa bağlı halde yaşadığınızı düşünsenize. Kimse böyle bir zenginlik isteyecek kadar akıl sağlığını yitirmemiştir sanırım.

Bir devlet için önemli olan ise sağlıklı işleyen bir devlet mekanizması ve bunun en önemli parçası ekonomik güçtür. Bu güç hem içeride hem de dışarıda devleti güçlü ve daim kılar. Hiç şüphesiz devlet öncelikle bu gücü, en önemli parçası olan vatandaşları için kullanmalıdır. Covid-19 Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi, yani dünya genelinde bir hastalık olarak ilan edildiğinden beri ülkeler önlemlerini almaya başladılar. Virüsü önlemenin tek yolu izolasyon yani insanların bir araya gelmelerini engellemekti. Fakat kapitalizminin çarkını döndüren milyonlarca insanı, ekonomik destek vermeden evlere kapatmak onları açlığa mahkum etmekti. Çarkın başında olan insanlar için sıkıntı yoktu çünkü onların çarkı bir süre dönmese de onlar için bu durum çok da sıkıntı yaratmazdı.

Bu çerçevede ülkemizde yaşananlara baktığımızda her anlamda yönetilemeyen bir sürece tanık oluyoruz. Vatandaşın geçmediği köprüye, kullanmadığı yola vergi verdiği, bilim adamlarının tüm uyarılarına rağmen hayata geçirilmeye çalışan riskli projelere milyarlarca liranın ayrıldığı ve vatandaşın sağlığının köprüden ve yollardan daha önemsiz hale geldiği bir ülke yönetimi. Vatandaşın ekonomik olarak desteklenemediği bu süreçte ekonominin girdiği batak daha da derinleşirken tamamen kapanma yapılamadığı gibi hastalık süreci de şeffaf bir şekilde yürütülememiştir.

Vakaların açıklandığından beri durumu yönetemeyen iktidar, rakamları becerebildiği kadar az göstermeye çalışmış, zaten tedirgin olan halka karşı şeffaf olamamıştır. Fakat asıl tehlikeli olan fısıltı gazetesi haberleridir. Hele de sosyal medya ile herkesin cebinde haberleri taşıdığı bu çağda yalan gerçek birçok haber yapılmakta ve çeşitli görüntüler herkese ulaşabilmektedir. Etrafımızdaki ölüm ve vaka sayılarını duydukça da işin ehemmiyeti sosyal medya kullanmayanlar tarafından bile anlaşılmış oldu. Mızrağın çuvala sığmadığı bu süreçte sağlık bakanı da durumu daha fazla gizleyememiş, ürkütücü rakamları açıklamak durumunda kalmıştır. Alınan yarım yamalak önlemlerle hastalık hızla yayılmış ve artık deyim yerindeyse iş çığırından çıkmıştır.

İnsanların kiralarını bile ödeyemediği ödeneklere mecbur bırakıldığı, desteklenmediği için kapatılan işletmeler, temel gıda fiyatlarının insanların alım gücünü aşması, evde tedavinin yeterli gelmediği hasta insanların hastanelerde yer bulamaması, temasla bulaşan hastalığının testi için insanların dip dibe kuyruğa girmesi, şanslı olup da işsiz kalmayan veya devletin verdiği üç kuruş destekle işinden olmayan insanların hastalığa yakalanma riskine rağmen evine ekmek götürecek parayı kazanacağı için kendi gibi çaresiz bırakılan milyonlar gibi dolmuşta otobüste üst üste işe gitme telaşları…. Daha çok şey yazılır. İşte bu yaşananların hepsi bir devletin, vatandaşını nasıl biçare ve kendi kaderine terk ettiğinin resmi aslında.

İçinde bulunduğumuz bu durumu anlatan bir deyim vardır Anadolu’da: “Tırnağın varsa başını kaşı” derler. Devletin sana verebileceği ise bir tavsiyeden ibaret sadece: maske, mesafe, hijyen içerikli üçlü koruma sistemi tavsiyesi. Bir de doktorların bas bas bağırıp söylediği bağışıklığınızı güçlü tutun. Fakat asıl sorulması gereken soru: Herkesin bağışıklığını güçlü tutacak besinleri alım gücü var mı? …… Peki o bağışıklığı güçlü tutacak besinleri almak için her sabah mesafenin hiçe sayıldığı ortamlarda işe gitmek ve çalışmak durumunda kalanlar?…….

Bunları da sevebilirsiniz