Rıfat Börekçi

 

Millî mücadelenin en önemli gereksinimi halkın mücadeleye katılımı olmuştur. Fakat halkın bu mücadelenin haklılığını ve meşruiyetini anlaması için ayrı bir çabayı gerekli kılmıştır. Padişah ve hilafet ile Ankara Hükümeti ikileminde kalan halkın, millî mücadele taraftarlarını “asi” olarak görmesi için İstanbul Hükümeti tarafından fetva aracılığıyla dini duygularının istismar edilmesi, Kurtuluş Savaşı’nı güçleştirmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra genç devletin çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi gayesi, şeriat etkisindeki kurumların yeniden düzenlenmesi, halkın dinini anlayıp kararlarını akıldan alabilmesini gerektirmiş, devletin çeşitli düzenlemeler yapmasını gerektirmiştir.

İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Atatürk ilkelerini benimsemiş, Kurtuluş Savaşı’ndan hayatının sonuna kadar bu ilkeleri gerçekleştirebilmek için çalışmış, millî mücadelede fiilen bulunmuş, dini kurumların tekrar düzenlenmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bu yazıda hayatı, yaptıkları ve önemi ortaya konacaktır.

Gençlik Yılları

Ulemâ sınıfından Börekçizâde Ali Kazım Efendi’nin oğlu olan Rıfat Börekçi 1860 yılında Ankara’da doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamlamış, ardından İstanbul’da Bayezit Camiinde Atıf Bey’den ders almıştır. Tedrîs-i ulûm ederek icazet almış, ardından da Ankara’da Fazliye Medresesi müderrisliğine atanmıştır. 10 Ekim 1898 tarihinde Ankara İstinaf Mahkemesi âzâlığına atanmış, 25 Kasım 1908 tarihinde de Ankara Müftüsü olmuştur. Bunun yanında, 1911 yılında bir süre Sivrihisar Kaymakamlığı görevini de vekâleten yürütmüştür (Erdoğan, 2007).

Millî Mücadele Dönemi

Millî mücadelenin her alanında çabaları takdire şayan din adamlarının, Türkiye’nin kurtuluş sürecindeki etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Halkın örgütlenmesinde, mücadele fikrinin aşılanmasında, miting meydanlarında, cephede, kısacası her alanda üstlerine düşeni yapan bu kahramanların dini kimliklerinin halkın üzerinde etkisi büyüktür. Millî mücadelenin olmazsa olmazı halk katılımının oluşmasında bu etkinin izleri görülmektedir.

Millî mücadelenin başlamasının ardından Amasya Genelgesi bütün askeri ve idari merkezlere gönderilir. Amasya’da bulunan Ali Fuat Paşa Ankara’ya gelir ve dönemin Ankara Müftüsü Rıfat Efendi ile gizlice görüşürler. Bu görüşmeyle Amasya’daki gelişmelerden haberdar olan Rıfat Efendi, halkın milli mücadeleye katılması ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulması için çalışmalara başlar. 1919’da kurulan bu cemiyetin Ankara temsilcisi Rıfat Efendi olmuştur (Erdoğan, 2007).

Ankara’da bir Milli Alay kurulmasının kararlaştırılmasının ardından, 5 Ekim 1919 günü cuma namazının ardından toplu yemin töreni düzenlenir. Milli Alay’a er olarak ilk kayıt Rıfat Efendi tarafından yapılır. Rıfat Efendi halka örnek olmaktadır. Vilayet memurları ve hapishanedeki tutuklarında alaya katılmasıyla kısa sürede 3.000 kişiye ulaşılmıştır. Ek olarak Sakarya Muharebesi’nde savaşacak olan 450 kişilik süvari milislerinin oluşturulmasında katkıları olmuştur (Erdoğan, 2007).

Fetva Olayı

Damat Ferit Paşa yönetimindeki hükümet, milli mücadeleye katılımı engelleyebilmek için yoğun çalışmışlardır. Mücadeleyi engelleyebilmek için, milli mücadeleye katılanları halkın gözünde “asi” olarak göstermek istemişler, halifeye karşı çıktıkları için katli vacip ilan edebilmek için Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın fetvasını düşman uçaklarıyla Anadolu’ya yaymışlardır. Alternatifi olmadığı için insanlar çaresizce bu fetvaya inanmıştır. Dini duygular bu şekilde istismar edilmiş, bu istismar da Bolu ayaklanmasının ortaya çıkmasında etkili olmuştur (Çağlar, 1999).

Bu noktada da halkın desteğini kazanabilmek için karşı bir fetva hazırlanması gerektiği kararlaştırılmıştır. Padişahın esir olduğunun, bu fetvanın baskı kullanarak yayınlandığının, bu nedenle de geçersiz olduğunun vurgulanması gerekmektedir. Halkın hala padişah ve hilafet taraftarı olmasından da bu makamların kurtarılması gerektiği belirtilmiştir. Bu amaçlarla da Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’yle beş müftü, dokuz müderris ve medrese müdürü ile altı kişilik ilmiye sınıfından 20 kişilik bir grup tarafından karşı fetva hazırlanmıştır (Selek, 1982). Bu fetva şöyledir:

1- Dünyanın nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, müminlerin emirinin (Padişahın) varlığının sebebine aykırı olarak, İslâmların düşmanı olan düşman devletler tarafından fiilen işgal edilerek, İslâm askerleri silahlarından uzaklaştırılıp, bazıları haksız olarak şehit edilmiş, Halifelik merkezini koruyan bütün istihkâmlar, kaleler, savaş aletleri zapt edilmiş ve resmî işleri yürüten ve İslâm Ordusunu donatmakla görevli Bab-ı Ali‘ye (Başbakanlık) ve Harbiye Nezâretine el konmuştur.

Bu suretle Halife, milletin gerçek menfaatleri uğrunda tedbir almaktan menedilmiştir.

Sıkıyönetim ilân edilip harp divanları kurulmuş, İngiliz kanunları uygulanarak kararlar verilmek suretiyle Halife’nin yargı hakkına müdahale edilmiştir.

Yine Halife’nin rızası olmadığı halde, Osmanlı toprakları olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa taraflarına düşmanlar saldırıp oradakileri Müslüman olmayan uyruklarımızla el ele vererek İslâmları toptan yok etmeye, mallarını yağmalamaya ve kadınlarına tecavüze, Müslüman halkın bütün kutsal inançlarına hakarete kalkışmışlardır.

Anlatılan şekilde hakarete ve esirliğe uğrayan Halifelerini kurtarmak için, ellerinden geleni yapmaları bütün Müslümanlara farz olur mu?

Cevap: Allah en iyi bilir ki, olur.

2- Bu suretle, Halifeliğin meşru hakkını elinden alanlardan kurtarmak ve fiilen saldırıya uğrayan vatan topraklarını düşmandan temizlemek için uğraşan ve çalışan İslâm halkı Şeriatça Allah yolundan ayrılmış olurlar mı?

Cevap: Allah en iyi bilir ki, olmazlar.

3- Halifeliğin gasp edilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan mücadelede ölenler “Şehit”, kalanlar “gazi” olurlar mı?

Cevap: Allah en iyi bilir ki, olurlar.

4- Bu suretle din uğrunda savaşan ve görevini yapan halka karşı düşman tarafını iltizâm ederek İslâmlar arasında silâh kullananlar ve adam öldürenler Şeriat bakımından en büyük günahı işlemiş ve fesatçılık işlemiş olurlar mı?

Cevap: Allah en iyi bilir ki, olurlar.

5- Bu suretle aslında istemediği halde düşman devletlerinin zoru ve kandırması ile, olaylara ve gerçeğe uymayarak çıkarılan fetvalar; Müslümanlar için Şeriatça dinlenir mi ve ona uyulur mu?

Cevap: Allah en iyi bilir ki, uyulmaz. (Selek, 1982).

Atatürk’ün çağrısıyla 153 müftü ve din adamı tarafından tasdik edilen bu fetva Şeyhülislam’ın fetvasını hükümsüz kılmış ve milli mücadeleye katılımı arttırmıştır. Bu fetvadan sonra Rıfat Efendi İstanbul Hükümeti tarafından asi ilan edilmiş, idama mahkûm edilmiştir (Sarıkoyuncu, 2007).

Rıfat Efendi, ilk meclis kurulduğunda 66 seçim bölgesinden gelen 349 milletvekilinden biridir. Birinci dönemde milletvekilliği yapan Rıfat Efendi, asıl işi bu olmadığı için başka müftüler gibi ikinci dönemde mecliste yer almamış, asıl mesleğine geri dönmüştür (Erdoğan, 2020).

Dönemin Din Anlayışı ve Diyanet İşleri Başkanlığı

Dönemin din anlayışı, dinin menfaat ve çıkarlara alet edilmesi karşıdır. Din istismarı önlenmek istenmiş, bu nedenle de halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler kaldırılmıştır. Din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alınması amaçlanmış, din eğitiminin doğru ve yeterli olması istenmiştir. Halkın dinini anlaması amaçlanmış, bu doğrultuda politikalar uygulanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yerini koruyan “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” 3 Mart 1924 günü 429 sayılı kanunla “Din ve ordunun siyaset cereyanları ile alakadar olması mezahiri daidir.” gerekçesiyle kaldırılmıştır. Böylece din işleri Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakılmıştır. Ardından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk başkanı Rıfat Börekçi olmuştur.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın amaçları şöyle özetlenebilir:

  1. Din işleri ile ilgili konularda bilimsel incelemeler ve araştırmalar yapmak

  2. Din ile ilgili soruları cevaplamak

  3. Dini eserleri telif ve tercüme etmek

  4. Hutbe ve vaazların esaslarını tespit etmek

  5. Örnek metinler hazırlamak

  6. Yurt içindeki ve yurt dışındaki din ile ilgili yazıları izlemek, gerektiğinde bilimsel karşı yayınlar yapmak

  7. Gerekli tüzük, yönetmelik ve programlar hazırlamak

  8. Din konusunda toplumu ve yurt dışındaki vatandaşları aydınlatmak

  9. Din şûrasının gündemini ve şûraya sunulacak başkanlık görüşünü hazırlatmak

  10. Dini kurumları yönetmek

  11. Din görevlilerinin hizmetlerini düzenleyip denetlemek

  12. Kuran kurslarının yönetim, eğitim ve öğretim işlerini yürütmek

  13. Kuruluşa eleman yetiştiren okulların din derslerinin kitapları ve müfredat programları hakkında rapor hazırlamak ve ilgilerle iş birliği yapmak

  14. Mushafların doğru basılmasını sağlamak

  15. Cami ve mescitlerin yer ve şekilleri hakkında bilgiler vermek (Abay, 1989).

Tevhid-i Tedrisat Kanununun yürürlüğe girmesiyle eğitim kurumları tek çatı altında toplanmış, dini kurumlardan ayrılmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı olarak hafız okuluna ayrılmış paranın, İmam ve Hatip Okullarında hafız olmak isteyen öğrencinin eğitimine yönelik, imam ve hatipler arasında hafızlıkta seçkin gençler yetiştirilmesi için, Diyanet İşleri tarafından uygun öğretmenler tayin edilmesi kabul edilmiştir (Yanardağ, 2012).

Aydınlanmayla gelen evrenselleşmenin de etkisiyle Latin alfabesi, Dünya genelinde yaygın hale gelmiştir. Arap alfabesi; matbaada çıkardığı zorluklardan, kullanılan yazının yetersizliğinden, ünlü işaretlere hareke konulmadığında bir kelimenin değişik şekillerde okunabilmesinden, Arapça ve Farsça kelimelerin doğru yazılmasının okuma yazmayı güçleştirmesinden okuryazarlığın azalmasına neden olmuştur (Yanardağ, 2012).

Latin harflerine Rusya Türkleriyle aradaki bağdan veya dinsel nedenlerden, Kuran’ın Latin harfleriyle yazılamayacağı endişelerinden karşı çıkan Ali Canip Yöntem gibi aydınlar da olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı, Arap alfabesinin kutsallığını benimseyen toplumun bu düşüncesini din hizmetlileri aracılığıyla yıkmıştır (Yanardağ, 2012).

Latin harflerinin kabulünün ardından Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı kurumlar da Latin harflerini kullanmaya başlamışlardır. Bu kurumlarda halihazırda çalışmakta olan personellerin, yeni alfabeyi öğrenmeleri için zaman tanınmış, kurumlara yeni alınacak personellerde alfabeyi biliyor olması aranmıştır (Yanardağ, 2012).

Kur’an tercümesinin genel bir ihtiyaç haline gelmesi, halihazırdaki tercümelerin niteliksiz olması, Kur’an-ı Kerim’in uzman bir heyet tarafından tefsiri bir şekilde tercüme edilmesini gerektirmiştir. Sadece Kur’an’ın çevrilmesi yeterli görülmemiş, önemli iki hadis kitabı olan Buhari ve Müslim’in topladığı hadislerin tercüme edilmesi de istenmiştir. Heyet-i Müşavere üyesi Elmalılı Hamdi Bey ve Şair Mehmet Akif Bey arasında bir anlaşma yapılmış, tefsiri üyesi Elmalılı Hamdi Bey, meali Mehmet Akif Bey hazırlamıştır (Yanardağ, 2012).

Türkçülük fikrinin etkisiyle Ziya Gökalp’in önderlik ettiği ibadet dilinin Türkçe olma fikrini Gökalp Ebu Hanife’ye dayandırmış, tek parti döneminde yürürlüğe konmuştur. Sadece Türkiye’de değil, yabancı ülkelerdeki Türk konsolosluklarındaki ibadethanelerin de bu genelgeye uymaları tebliğ edilmiştir. Tartışmalı bir karar olmuş, halkın bir kesiminden tepki çekmiştir (Yanardağ, 2012).

Dini ve halkı medrese ile tarikatların aydınlattığı, ancak üç yüz seneden beri eski şöhretlerini kaybettiğini bu nedenle tekke ve zaviyelerin yenilenmesinin, devrimin yerine ıslahatın daha doğru olacağı düşüncesi Nusret Efendi tarafından savunulmuştur. Fakat tarikatların çürümüşlüğü, görüş ayrılıkları, halka dinî ve sosyal hizmetler vermesi gereken vakıfların nasıl teşkilatlanıp denetleneceği konusunda sıkıntılar mevcuttur (Yanardağ, 2012).

3 Mart 1924 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran kanunun beşinci maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nde bütün cami ve mescit, tekke ve zaviyenin yönetimini imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımlar ve diğer hizmetlilerin atama ve görevden alınmalarını Diyanet İşleri Başkanlığı’na vermiştir. Tekke ve zaviyelerin kaldırılmasından sonra Diyanet İşleri Başkanlığı, devrim kurumu olarak devrimin yerleşmesinde hükümete yardımcı olmuştur. Başkanlığın esasen dinî hizmetleri vermek üzere kendi personelini yetiştirecek kurumların kurulması nedeniyle ayrıca dinî hizmet ve aydınlatma faaliyetlerinde bulunacak tarikat şeyhlerine ihtiyacı olmamasının yanında, tekke ve zaviyelerinin devletle iş birliği yapmayacakları Şeyh Sait İsyanı ile açığa çıkmıştır (Yanardağ, 2012).

Kıyafetin bir tür anlatım olduğunu bilen Atatürk, batılılaşma hareketinin toplumun giyimine de yansımasını istemiştir. Bu nedenden devlet kurumlarında giyim üzerine yasal düzenleme yürürlüğe konulmuştur. Halkın giyiminin modern olmadığını vurgulamış, cübbe ve sarığın görevli olmayanlarca kullanılmamasını istemiştir. Dinsel gerekçelerle karşı çıkışa “Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbiseleri olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler” sözlerini kullanmıştır (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2006).

Giyimiyle din adamı izlenimi veren fakat dini istismar eden kişilerin, sarık sararak yalan yanlış bilgiler halkı kandırmalarının önüne geçmek istenmiş, bu amaçla da dini kıyafetlerin din adamı olmayan kişilerce kullanımı yasaklanmış, din adamlarının giyimi tekrar düzenlenmiştir (Yanardağ, 2012).

Rıfat Börekçi yönetimindeki Diyanet İşleri Başkanlığı ilk 15 yılında 9 önemli eser hazırlamıştır. Eserler şunlardır:

1. Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kuran Dili” (9 cilt), 1935.
2. Ahmet Naim-Kamil Miras, “Tecrid-i Sarih” (12 cilt), ilk 4 cilt 1932-1938 arasında çıktı.
3. Ahmet Hamdi Akseki, “Ahlak Dersleri”, 1924,1926. (Diyanet’in ilk yayını).
4. Ahmed Hamdi Akseki, “Askere Din Dersleri”, 1925. (Bu eser genişletildi ve yeni harflerle 1945’te “Askere Din Kitabı” adıyla basıldı).
5. Rıfat Börekçi-Ahmet Hamdi Akseki, “Türkçe Hutbe”, 1927,1928.
6. Ahmet Hamdi Akseki, “İslam Dini”, 1935.
7. Ahmet Hamdi Akseki, “Kuvvet ve Tayyare-Dini Öğütler ve Vaizlere Vaaz Numuneleri”, 1935.
8. Ahmet Hamdi Akseki, “Yeni Hutbelerim I”, 1936.
9. Ahmet Hamdi Akseki, “Yeni Hutbelerim II”, 1937.

1924-1950 arasında Diyanet İşleri Başkanlığı toplam 352.000 takım dinsel içerikli kitabı halka dağıttırmıştır. Bunların 45.000’i Kuran’ı Kerim tefsiri, 60.000’i Buhari hadislerinin tercümesi, 247.000’i ise değişik din kültürü eserleridir (Manaz, 2006).

Rıfat Börekçi Diyanet İşleri Başkanlığı görevini ömrünün sonuna kadar üstlenmiş, 1941 yılında hayatını kaybetmiştir. Radikal değişimler yaratan Atatürk devrimlerinin kabul görmesinde, milli mücadelede, dini kurumların düzenlenmesinde çok büyük bir rol üstlenmiştir. Millî mücadele döneminde eşinin ve kendisinin kefen parasını bağımsızlık uğruna Atatürk’e veren bir vatanseverdir. Tüm bu çabaları onu “Milli Kahraman” yapmıştır.

Kaynakça

Abay, A. R. (1989). Cumhuriyet Dönemi Diyanet İşleri Başkanlığının Organizasyonu. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Abdülkerim Erdoğan, G. G. (2007). İstiklal Savaşı’nda Ankara. Ankara: Ankara Büyükşehir Belediyesi.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. (2006). Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Çağlar, G. (1999). Milli Mücadelede Fetvalar Olayına Değişik Bir Açıdan Bakış.

Erdoğan, M. (2020, Mart 19). Milli Mücadelede Din Adamları ve Mehmet Rifat Börekçi. Yörünge: https://www.yorungedergi.com/2020/03/milli-mucadelede-din-adamlari-ve-mehmet-rifat-borekci/ adresinden alındı

Manaz, A. (2006). Atatürk Reformları ve İslam.

Sarıkoyuncu, A. (2007). Milli Mücadelede Din Adamları. Ankara: Diyanet İşler Başkanlığı Yayınları.

Selek, S. (1982). Milli Mücadele. İstanbul.

Yanardağ, A. (2012). Atatürk Devrimleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı (1924-1938). Ankara.

Bunları da sevebilirsiniz