20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilimde, sanatta ve teknolojide meydana gelen değişiklikler öylesine derin etkiler yaratmaya başladı ki, bunların eski algılama biçimleriyle, diyelim ki modernite, açıklanmasında güçlükler ortaya çıkmaya başladı.
Aydınlanma düşünürlerinin bilimin ilerlemesi, akılcılık, uygarlık, evrensel insan hakları ve özgürlükleri ile ahlaki yapılar arasında kurdukları nedensel bağlantılar 20. Yüzyılın gelişmiş ülkelerin bazılarında yönetim biçimi haline gelen totalitaryanizm ve emperyalist paylaşımın sonucu patlak veren I. ve II. Dünya Savaşları tarafından derin bir sarsıntıya uğratıldığı görüldü. Nükleer silahların keşfedilip kullanılmasıyla birlikte de insan eliyle insanlığın sonu her an gelebilir.
Tabloya dışarıdan bakan bir düşünür bilimi, ahlak, şiddetin yok edilmesi anlamında uygarlık ve akıl arasında, bırakın nedensel olabilecek bağlantıları, herhangi bir bağıntı olup olamayacağını sorgulamaya başladı. Görünen oydu ki aydınlanmanın toplumsal hayattan koparak genelleştirilen kavramları artık çalışmaz hale gelmeye başlamıştı.
1960lardan itibaren bu durumu, aydınlanmanın ve aklın çökmesiyle birlikte tarihin sonu olarak yorumlayan ve adına postmodernizm denilen yeni bir entelijansiyanın ortaya çıktığı görülmeye başlandı. Bunların önemli sözcülerinden biri olan Baudrillard 1990 yılında Körfez Savaşı’nın olup olmadığını soracak kadar ileri gitmişti.
Postmodernizmin felsefi olarak aldığı tutum, nesnel gerçeğin inkârına kadar varır. Buna göre nesnelliğe dayanan dünya görüşleri ya da felsefeleri yerine, anlatana bağlı anlatılar vardır. Anlatı anlatana bağlı olduğu için de gerçekliğinin olup olmaması diye bir sorgulamaya tabi tutulamaz. Bu yönüyle felsefi olarak tekbenciliğe indirgenebilen postmodern felsefe mutlak öznelliğin çukurunda debelenmekten başka bir şey yapamamıştır. Nitekim bugün ciddiye alınarak okunabilecek, en azından tutarlı ve anlaşılır iki satır yazabilen “postmodern” bir düşünüre rastlamak ne yazık ki mümkün değil. Belki de bunun için en iyi ihtimalle sıradan bir söz cambazı olanlar, postmodern çevreler tarafından göklere çıkartılıyor. İhtiyaçları olanlar laf ebeliği tekniklerini onlardan ödünç alabiliyorlar.
Gerçekle, her anlatının gerçek olabileceği üzerinden yürütülen bir postmodernizm söyleminin varsayacağı noktanın bilinemezcilik olduğunu görmek zor değildir. Her birey diğerinden farklı bir şey biliyorsa, bilinen bir şey yok demektir. Bu noktadan bakıldığında da bilenebilecek bir şeyin olamayacağı sonucuna varmak zor olmasa gerekir. Bunun toplumsal bir sonucu olarak, sömürülenlerin ve yenilenlerin toplumsal durumlarını düzeltecek ortak bir mücadelenin anlamsızlığı sonucuna varılır. Bu bağlamda postmodernizm toplumsal hayatın dağılmasının ideolojisidir dersek abartmış olmayız. Bunun dünya siyasetindeki görüntüsü her gün göz göze geldiğimiz, dehşete düştüğümüz ama içinden kaçamadığımız döngünün kendisidir.
Gerçeği çarpıtmanın korkunçluğu içinde ilginç bir yöntem de küçük ayrıntılardan gerçeğin bütününü çıkarma yeteneğidir. Bu durum yine bu düşünürlerin eserlerinde yaygın olarak görülür. Tarih artık deliler veya hapishaneler aracılığıyla anlam kazanmaya başlar. Soyut bir söylem her kapıyı açan maymuncuktur. Tarihsellikten ve toplumsal hayattan kopartılarak mutlaklaştırılan ayrıntıların baş tacı yapılması postmodernistlerin en önemli marifetleri arasındadır.
Siyaset felsefesinde postmodernizm bir karartma harekâtıdır. Bu karatma harekâtına katkı sağlayan durumların, teknolojinin sağladığı olanaklara tarafından beslenebildiği ve beslendiği bir gerçektir. Yeni bilgi teknolojileri ve iletişim araçlarının aracılığıyla gerçekliği eğip bükebilmekte ve alıcılarına hiçbir engele takılmadan, diyelim ki internet aracılığıyla, iletebilmektedir. Sanal dünyanın böyle bir ortamı kolaylaştırdığı, hatta doğurduğu söylenebilir. Herkes olanaklı olarak neredeyse bilgisayarlarının ucundaki nesne insana dönüşmüştür. Yaratılan aldanmanın hem sonucu hem de nedenidir.
Sanal dünyanın yarattığı yanılsamaya gerçek dünyada postmodernist ideologların kasıtlı çarpıtması karşılık gelir. Bu ideologlara sorarsanız dünyayı yöneten siyasi liderlerin ve ekonomik sistemlerin varlığı bile şüphelidir.
Buradan kalkılarak adil ve özgürlükçü yaşanabilir bir dünyanın olanaklılığı üzerinde muazzam bir şüphe perdesi çekilir. Bu karartma harekâtında oynanan rol postmodernizmin yönettiği akademik çevrelerdeki kabulünün gerekçesini sunar. Bu işbirliği olmadan postmodernizmin ayakta kalması mümkün değil. Bu suç ortaklığı postmodernizme yaşama alanı veriyor, onu besliyor ve yere düştüğü her zaman onu ayağa kaldırıyor.
Anahtar Kelimeler: Postmodernizm, Felsefe, Modernizm, İdeoloji, Toplum