“Büsbütün” Içinde miyiz Zamanın?

 

Değişimin, özdeşliğin ve zamanın doğası felsefe tarihi boyunca en sık tartışılan konulardan bazılarıdır. Ağustos ayındaki yazımda “Zaman içinde aynı kişi olmaya devam ediyor oluşumuz nasıl açıklanabilir?” diye sorarak bu tartışmaların ufak bir kısmından bahsetmiştim. Ancak zaman içindeki devamlılıkla ilgili bu soru tüm somut nesneler için sorulabilir (elbette insanlar da somut nesneler oldukları için bu kümeye dahil olacaklardır). Öyleyse soralım, herhangi bir somut nesnenin zaman içinde devamlılığı nasıl açıklanabilir?

Soruyu birazcık daha biçimlendirmek ve açık kılmak için felsefi düşüncedeki önemli bir ilkeden bahsetmek istiyorum: Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği Yasası (ÖAE). Bu yasaya göre, herhangi a ve b nesneleri için, a ve b özdeşse (aynıysa, birse, tek bir nesneyse) anın sahip olduğu özellikler ile bnin sahip olduğu özellikler aynı olmak zorundadır, ne eksik ne fazla. Buna bağlı olarak, bir nesne hem bir özelliğe hem de o özellikle uyumsuz başka bir özelliğe sahip olamaz. Önümdeki bilgisayar hem 1 kg hem de farklı bir kütlede olamaz.

Soruyu açıklamaya devam etmek için başka bir noktaya daha dikkat çekmem gerekiyor. Bir nesnenin değişim geçirmesi, sahip olduğu bir özelliğe artık sahip olmaması ve yerine öncekiyle uyumsuz yeni bir özellik edinmesi olarak tanımlanabilir. Örneğin, önümdeki bilgisayarın çalışıyorken bozulması bir değişim örneğidir ve bu değişim bilgisayarın çalışır olma özelliğini kaybedip bozuk olma özelliğini kazanmasıyla ifade edilebilir. Şimdi, bu değişimin yazımı bitirmeden gerçekleşmeyeceğini umarak, yukarıda sorduğumuz soruyu daha açıkça ifade edebiliriz. Bir nesne birbiriyle uyumsuz özelliklere sahip olamıyorsa, ancak değişim geçirmek tam da bu şekilde özelliklere sahip olmak demekse, herhangi bir nesne nasıl hem değişip hem de aynı nesne olmaya devam edebilir? Bilgisayarımı 2025 yılında gören biri “Bu bilgisayar bozuk, ama yazında söylediğin üzere senin bilgisayarın bozuk değil. Öyleyse, ÖAEye göre bu aynı bilgisayar değil.” derse ne diyeceğiz?

Bu soruya verilen en ilginç cevaplardan biri perdurantizmdir. Şöyle düşünelim: ben hem siyahım hem de pembe, bu nasıl olabilir? Bu durum hiç şaşırtıcı gelmiyor çünkü basit bir açıklaması var: saçlarım siyah, bedenim ise pembe. İşte perdurantistler saçım ve bedenim gibi mekânsal kısımlara sahip olmama benzer şekilde zamansal kısımlara da sahip olduğumu iddia ederler. Nasıl saçımın siyah ve bedenimin pembe olması birbiriyle uyumluysa, bugün-bilgisayarımın çalışır olması ve 2025-bilgisayarımın bozuk olması da öyledir. Bugün-bilgisayarım ve 2025-bilgisayarım tek bir nesnenin (bilgisayarımın) zamansal kısımlarıdır. Çalışır olma ve bozuk olma özellikleri aynı nesnenin farklı kısımlarında görüldüğü için tutarsız bir durum oluşmamaktadır. Perdurantizm nesnelerin zaman içinde devamlılığı sorununu böylelikle çözebilir.

Perdurantizme göre biz adeta dört boyutlu uzay zaman solucanlarıyız (toprak solucanlarının uzay içinde uzandığı gibi biz de zaman içinde uzanıyoruz)! Bu görüşün değişim/devamlılık sorununu çözmesi onun büyük bir avantajıdır. Ancak elbette bu görüşe karşı çıkanlar da vardır. Karşı çıkanlar arasında en yaygın grup devamlılık konusunda endurantizm görüşünü benimseyenlerdir. Bu görüşe göre nesnelerin zamansal kısımları yoktur; nesneler, içinde bulundukları anlarda büsbütün bulunurlar. Endurantistler perdurantistleri çeşitli yönlerden eleştirirler. En yaygın eleştirilerden biri şu şekilde özetlenebilir: perdurantistler devamlılık/değişim sorununu çözdüklerini iddia ederken aslında sorunu tamamen reddetmektedirler. Sonuçta perdurantistlere göre bize değişim olarak gözüken şey aslında nesnenin farklı parçalarının birbirinden farklı özellikler sergilemesidir. Bu durumda ortada değişim geçiren bir şey yoktur ki! Bildiğimiz anlamda değişimi reddeden bir görüşün bu konudaki bir sorunu çözdüğü nasıl savunulabilir?

Endurantistlerin de devamlılık sorununu çözmek adına geliştirdikleri çeşitli düşünceleri vardır, örneğin sahip olduğumuz özellikleri zamana bağımlı olarak tanımlayabilirler. Eğer bilgisayarım yalnızca çalışır-olma özelliğine değil de, Eylül-2020de-çalışır-olma özelliğine sahipse, bu özelliği Ocak-2025te-bozuk-olma özelliğiyle çelişmez. Ancak bütün özellikleri bu şekilde tanımlamak perdurantistler tarafından kabul edilmez. Ben şu anda oturuyorsam, basitçe, oturur-pozisyonda-olma özelliğine sahibimdir. Onlara göre, 18-Eylül-2020-akşamı-oturur-pozisyonda-olma özelliğine sahip olduğumu iddia etmek özellikleri anlamsızca zamana bağlı hale getirir.

Görüleceği üzere, somut nesnelerin zaman içinde hem değişim geçirip hem de aynı nesne olmaya devam etmesi gibi basit bir gözlem sonucu ortaya çıkan bu sorun, son derece teknik tartışmalara yol açabilmektedir. Bu konunun bir örnek oluşturduğu metafizik alanı, günümüzde analitik felsefe ekolünde sık sık “gerçekliğin en temel doğasını araştırmak” gibi tanımlarla anlatılır. Oysa ben bu rolün fizik bilimi için daha uygun olduğunu düşünenlerdenim. Bu yazıyı da metafizik alanının — ve hatta zaman zaman bir bütün olarak felsefenin — yaptığı işin başka bir karakterizasyonu ile bitirmek istiyorum. Metafizik ve felsefi araştırma, en alışılagelmiş kavramlarımızın ve her gün karşılaştığımız onlarca farklı durumun soyut bir ışıkta bakıldığında paylaştıkları özelliklerinin meraklı ve sorgulayıcı bir bakışla incelenmesidir belki de. Benim, bilgisayarımın ve onlarca diğer somut nesnenin zaman içinde hem değişip hem de aynı nesne olmaya devam edişini bu şekilde incelemek buna bir örnek olarak gösterilebilir. Benzer şekilde zamanın akışı, nesnelerin birbirine benzeyişi veya bazı olayların arasında nedensellik ilişkilerinin var oluşu metafiziğin çalışma alanına dahildir. Bu yaklaşımın metafiziği “çocuksu” bir uğraş olarak karakterize ettiği öne sürülebilir. Bu çocuksuluğunun bazılarının gözünde metafiziği değersizleştirdiği doğrudur, bana göreyse bu alanı ilgi çekici hale getiren tam da bu özelliğidir.

Bunları da sevebilirsiniz