Sözlük, Dilbilgisi ve Bir Film

Sözlükler her öğrencinin ilkokul ve lise yıllarının tatsız anılarını su yüzüne çıkarır bazen. Kötü kağıda basılmış, eski yüzlü ve karmakarışık yazılmış bir sözlük; bir öğrenciye, “Sana 500, hadi bilemedin 1000 kelime yeter.” demenin en kısa yoludur. Bu yolla, tek dilli sözlükler anadilden, çift dilli sözlükler de yabancı dil öğreniminden soğutabilir insanı. Gerçi hızla gelişmekte olan bazı teknolojiler ve sosyal medyada sıklıkla tekrara düşen dil bunun için daha verimli bir yol olma yolunda, ama ustalara saygı kuşağında kötü yazılmış bir sözlüğün yeri bambaşkadır. Ne var ki devir değişti, artık sıkıcı ve bumburuşuk, kapağı lekeli, sayfaları kıvrılmış sözlükler de tarihe karıştı; bundan sonra kelimeleri en dar anlamlarıyla, hayal gücünüzü işin içine katmadan akla gelebilecek en sıkıcı biçimlerde kullanmayı tercih ederseniz; bir arama motoruna dilediğiniz sözcüğü yazıp çıkan ilk sonuca körü körüne inanmanız gerekecek. Ana dilinizdeki bir sözcüğün karşılaştığınız ilk tanımı size biraz ters geliyorsa, lütfen aldırmayınız, arama motorunun karşınıza çıkardığı bir siteden daha iyi bilecek değilsiniz ya.

Yararı saymakla bitmeyecek bir icat olan sözlüğün bu biçimlerde ele ayağa düşmesi kahredici bir durum ama hemen telaşa kapılmaya gerek yok; pek çok dil gibi Türkçenin de iyi sözlükleri mevcut. Temel sözlükler, büyük sözlükler, etimolojik sözlükler, deyimler sözlüğü, Türkiye Türkçesi ağızları sözlüğü ve daha pek çoğu. İnsan bir sözlükten bir sözcüğün tarihini, etimolojisini ve karşılaştırmalı kullanımlarını öğrenebildiği zaman, dile bambaşka bakabiliyor. İkinci ve belki bir o kadar önemli bir yararı dile hâkimiyet sağlamaktaki yararı. Benzer sözcükler arasındaki ufak farklılıklardan doğan bir dil inceliği ve anlatım zenginliği sadece günlük iletişimin çeşitlenmesine değil, iyi bir sözlükçülük ve belgelendirmeye de bağlı; en azından bunun yardımı olacağı kesin. Üçüncü yararı ise dilin özüne ve gelişim çizgisine daha iyi hakim olabilmek. Son olarak da dili daha fazla geliştirmek için bize bir temel oluşturması, sözlüğü ve sözlükçülüğü daha da değerli kılıyor.

Tüm bu yararlar birbirine benzer bulunabilir veya hatta sözlük ve sözlükçülüğün kıymetini abarttığım düşünülebilir. Gelebilecek itirazları göğüslemek adına 2019 yılında çıkan Deli ve Dahi (Professor and the Madman) adlı filmden bahsetmek isterim. Film, bugüne dek güncellenmiş ve yayın hayatına devam etmiş olan Oxford İngilizce Sözlüğünü konu ediniyor. O dönem için imkansız olduğu düşünülen bir işe kalkışıyor James Murray ve sadece İngilizce dilinde yer alan eski, yeni, yerli ve yabancı bütün sözcükleri derlemeye değil, bir de bunların tarihçesini ve farklı kullanım biçimlerini de sözlüğe eklemeye karar veriyor. Yani, değişik yazarların değişik üslupları, sözcük oyunları da işin içine giriyor demek. Nereden bakılsa çılgınlık, inanılmaz bir emek ve zaman alacak bir iş. Belki beş, belki de yedi sene sürecek diye düşünüyor Murray. Film gerçek bir hikâyeyi anlatıyor ve ben filmin sonunu söyleyerek sürprizini bozmak istemem, zaten değinmek istediğim asıl nokta Murray’in mücadelesinin ayrıntıları değil, Murray’in ve sonradan kendisine yardımcı olacak onlarca insanın -tabi ki en önemlisi William Chester Minor- motivasyonu. Filmi izlesem mi izlemesem mi diye düşünenler için Mel Gibson ve Sean Penn’in harika oyunculuğunu hatırlatmak belki de iyi bir teşvik olacaktır. Filmi ve kurgusal öğeleri bir kenara bırakıp biraz da çılgın işin kendisinden bahsedelim: bir dildeki her sözcüğü; tarihiyle, etimolojisiyle ve anlatım zenginliğiyle yazıya geçirmek ve bunu yaparken de hiçbir yazılı eseri göz ardı etmemek.

Bunun bir dile katacağı zenginliği hayal etmek bile çok güç. Düşünsenize, “düşünce” sözcüğünü alıyorsunuz; ilk nerede kullanılmış, nasıl anlam kaymalarına uğramış, hangi edebiyatçılar hangi yönleriyle, hangi filozoflar hangi anlamlarıyla değerlendirmiş bu kelimeyi. Radikal bir çaba olduğu kesin. Böylesine radikal bir çaba da James Murray gibi “alaylı” ya da kendi deyimiyle “otodidakt” bir insandan geliyor. Belki bugünün teknolojisi ve dizinleme teknikleri ile bu iş daha kolay gibi görünebilir ve belki yazım süreci açısından öyledir de. Yine fakat, asıl zor olan kısım yazım süreci değil. Daha ziyade sürekli büyüyen, değişen ve gelişen bir dilin tamamını bir sözlük disiplini ile kapsayacak kadar dar fakat bu gelişim ve değişimi de özgürce yaşayabileceği kadar geniş bir alana sığdırabilmek. (Bugün hala düzenli olarak güncellenmesinin de nedeni bu olsa gerek.)

İnsan, bu çaba karşısında hemen Türkçe sözlükleri ve sözlükçülük çabalarını anımsıyor. Türkçe, bu konuda oldukça şanslı bir dil. İlk sözlüğün Divan-ı Lügati’t-Türk olduğunu bilmeden eskiden 10. sınıf edebiyat dersini geçemiyordunuz, belki şimdi başka bir sınıfta anlatılıyordur, bilmiyorum. İşin ironik tarafı ise bu bilinen ilk Türkçe sözlüğün içeriğinin ya da anlam ve öneminin ne olduğundan pek bahsedilmemesi. Dolayısıyla yaygın bir ezber olmakla beraber ömrümde bir kişinin de lise yıllarında merak edip Divan-ı Lügati’t-Türk karıştırdığını anımsamıyorum. Dilimize ait ilk sözlüğün bu kadar eski olması açısından şanslı ama bunun önemini her zaman aktaramamak açısından şanssız bir durumdayız. Benzer bir durum Şemsettin Sami’nin Kamus-i Türki’si için de söz konusu. Sözlükler sıkıcılıkla, sınırlayıcılıkla ve ezberlemekle eşleştiriliyor. Eşleştirmeler haksız sayılmaz, zira yazının en başında belirttiğim gibi sıkıcı sözlükler her yerde var. Fakat bu sözlüklerin hakkını vermeye engel olmamalı aksi takdirde az sayıda sözcükle, az sayıda düşünce üretiliyor. Bu da bizi her koşulda bu toprakların düşünce dünyasını kısırlaştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Türkçenin kapsamlı sözlükleri var elbette ama biz sözlükçülük konusunda neredeyiz, neyi ne kadar geliştirebiliriz, bunları sormak gerekiyor. TDK Güncel Türkçe Sözlük’ün ve diğer pek çok sözlüğün zenginliğinin ve kapsamının farkındayım, eksikliğini hissettiğim şey etimolojik sözlükle böyle kapsamlı sözlüklerin henüz birleştirilmemiş olması. Yine elbette birkaç etimolojik sözlüğümüz de var, bunların da farkındayım. Bütün bunlar, henüz birleştirilmiş bir sözlüğün oluşmamasını daha da üzücü hale getiriyor. Tam kapsamlı bir tarihi/tarihçeli bir sözlük veya etimolojik sözlük ile büyük sözlüğün birleşiminden doğan yeni bir sözlük çağımızın ve dilimizin aradığı şey olabilir. Bu noktada bir başka ihtiyaç da tam kapsamlı bir dilbilgisi kitabı/kılavuzunun çıkması olabilir. İki konuda da ihtiyacımız büyük gibi geliyor. “Bir film izlemiş, hemen gaza gelmiş.” denilebilir, doğrudur. Siz de izleyin, beraber gaza gelelim.

Bunları da sevebilirsiniz