Düşünseli

İstiyorum ki; anıları, düşünceleri, duyguları sadece bir asa yardımıyla kolayca alıp, düşünseli çanağına aktarabileceğimiz bir gerçeklik olsun. Mesela…

Tıpkı Harry Potter dünyasında J. K. Rowling’in hayal ettiği gibi.

O kadar ihtiyacım var ki şöyle bir adım geri çekilip olan bitene uzaktan bakmaya.

Bu hayatın içindeyim, nefes alıyorum, yaşıyorum, deneyimliyorum ama…

Öyle bir imkânım olsa içimden geçenleri daha kolay ifade edebilir miyim acaba? Anlatabilir miyim acımı, öfkemi toplumca kabul edilebilir bir biçimde?

Bir düşünselim olsa…

Yıllar önce bu müthiş icadı uygulamaya geçirmek için mühendis olmayı arzuladığım dönemlerde-7. sınıf diye hatırlıyorum- Türkçe öğretmenim “Yazmak gibi aslında, bu bahsettiğin biraz daha basit.” demişti. (Biraz daha basit?)

Kolaya kaçmak değil mi işte? Hem bir adım geriden bakabileyim yaşadıklarıma istiyorsun hem de başkaları şahit olsun düşündüklerime, hissettiklerime demiyor musun? Neden yazmıyorsun o zaman?”

Aslında yazıyordum. İlkokulda başlamıştım yazmaya, idolüm olan anneme özenip. O dönem şimdiki kadar paylaşımcı değildim sadece, kendime saklıyordum cümlelerimi. Mükemmel bir sınıf öğretmenim vardı. Her öğrenciyle tek tek ilgilenenlerden. Solak olduğum için kalemin kurşunu çirkince dağılsa da defterde, her zaman cesaretlendiren, üretmekten zevk almamı sağlayan bir yol göstericiydi o. Hayatımdaki en önemli kadınlardan biri.

Hala yazıyorum, çünkü istesem de tutamıyorum kalemden dökülen kelimeleri. Belki o yıllardan kalma bir alışkanlık. Kâğıdın üzerinde dolaşan kalemin sesini duymadan, dans eder gibi gezinmesini izlemeden, öfkelendiğimde kırılan ucu görmeden kuramıyorum cümleleri günümüz teknolojisinde.

Bir önceki yazım “Kırık Kalem”. Sade kafiye olsun diye değil. Elim kurşun lekesi oldu yine. Kurşun… Saplandı… Kırıldı…

Öyle ağır ve yüklü satırlarda kolaya kaçmak istiyorum belki yine, ortaokuldaki gibi. Kendimi yeterince ifade edemediğimi hissediyorum; eksik kalıyor sanki öfkem, hüznüm, inancım, umudum…

Tüm bunları bir asa yardımıyla kolayca alıp, düşünseline aktarabileceğim bir gerçeklik olsa. Mesela…

Katledilen kadınları, yok olan hayatları, takım elbisesi var diye iyi halden yararlananları, kızının cansız bedenini arayan anneleri, adalet yerini bulacak diyen babaları, geride kalan çocukları, ağabeyleri, ablaları, kardeşleri… “Evlilikte küslük olmaz bacım. Alttan al sen de biraz, huyuna git kocanın.” benzeri cümlelere maruz kalmamak için “Ölmek istemiyorum!” diye haykırarak sosyal medyada sesini duyurmaya çalışan, yardım isteyen birilerinin kızı, birilerinin ablası, birilerinin kardeşi, birilerinin annesi olanları… Kadınları…

Bir düşünselim olsa. Mesela…

Utanıyorum sonra bu ihtiyacı hissettiğim için. İfade etmekte zorlandığım anları, saatleri, yılları yaşayan kadınlardan; tüm bunları görebilmem, işitebilmem ve herkese anlatabilmem için uğraş veren insanlardan utanıyorum… Ailemden, öğretmenlerimden, arkadaşlarımdan, kendimden…

Bir siluet geliyor gözümün önüne… Biraz netleşince fark ediyorum; annem, babam ve ben gülümsüyoruz fotoğrafta, çok mutluyuz. Yılbaşı olmalı. “Başka bir yazının konusu bu.” diyerek uzaklaştırıyorum zihnimden.

Birlikte büyüdüğüm insanlara odaklanıyorum yine. Edebiyat öğretmenim geliyor aklıma. Nedenini hatırlamadığım bir tartışma sonucunda öğretmen masasında oturmamı söyleyip beni sınıftan izole etmişti. Çok öfkelenmiştim, bir süre somurtarak bekledim. Sonra ön sıradakilere gizlice komik suratlar yapmaya başladım… Derken, sınıfa daha önce hiç o açıdan bakmadığımı fark ettim. O anda şiddetli bir gülme hissi geldi içimden. Kendime hâkim olamadım. Lisedeyim, Edebiyat dersindeyiz ve ben öğretmen masasında yüksek sesle kahkahalar atıyorum. Sakince dönüp “Neden gülüyorsun?” diye sordu. “Ne yapayım ki?” dedim. Çantasından bir kâğıt çıkarıp önüme bıraktı ve “Yaz.” dedi.

Yazdım. O gün yazdıklarım hiç de komik değildi. Anlamlandırmam yıllar sürse de sanatla aşılan savunma mekanizmalarını ben ilk orada gördüm, deneyimledim, yaşadım.

Sonra hep yazdık onun dersinde. O da devamlı okudu bize. Anadolu’yu, anneyi, ablayı, kardeşi, kadını…

Bu anı, diğer Edebiyat öğretmenime götürdü beni ardından. “Hayat bir savaşım.” cümlesi üzerine saatlerce düşünmemiz, “savaşım” kelimesinin köküne ulaşma çabamız, neden bir savaşım içinde olduğumuzu sorgulayışımız geldi aklıma. Yeni nesil yazarların kitap incelemelerine ayırdığı dersler; soran, sorgulayan, kendiyle savaşan herkesi cesaretlendirdiği anlar canlandı zihnimde. Geldiğin yolun değil, gideceğin yerin önemli olduğunu anlatan bir eğitimci, bir kadın, bir anne…

Ve Psikoloji öğretmenimi anımsadım… Lisede verilen Psikoloji dersi insanın yaşamında ne değiştirebilir diyenlere cevap niteliğinde. Hayatımıza kattığı kavramlar bir yana kalbimize dokunduğu anlar bir yana. Lisede öğretmen olmak zor, sınıf öğretmeni olmak daha zordur. Denge kurmayı iyi bilmek gerekir öğrencilerle yönetim arasında. Sınıf içindeki tüm çatışmaların merkezi ve muhatabı olmak demektir aslında, “Aman susun artık çocuğum, kavga büyümesin.” cümlesiyle sindirmek yerine kendilerini ifade edebilecekleri demokratik bir ortam yaratabilmek. Tartışabilen, paylaşabilen, uzlaşabilen gençleri; özünde geleceğin kendine, çevresine ve evrene duyarlı yetişkin kadınlarını ve erkeklerini yetiştirebilmek…

Eğitim ailede başlıyor, hepimizin malumu ancak bir çocuk reşit olana kadar aile dışında da gelişimini sürdürüyor. Özellikle ergenlik döneminde okul, arkadaş ve öğretmen etkisi en üst seviyede beliriyor. Ben de o dönemde hayatıma giren insanların düşüncelerimin şekillenmesinde ne kadar önemli bir rol üstlendiklerini fark ediyorum bir kere daha, düşünselime yazarken.

Yeni normali düşünüyorum sonra. Online eğitime başlayan öğrencileri ve belki de hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak okul yıllarını…

Eğitimin ve öğretimin toplama işlemi kadar net olmadığını, bazı derslerin ortalamasının alınamadığını ve paylaşılan değerli anların izlerini okuduğunuz satırlara döktüğüm kalemin ucunda görüyorum. Tüm bunları anlatabilmek istiyorum gelecek kuşaklara da.

Anıları, düşünceleri, duyguları sadece bir asa yardımıyla kolayca alıp, düşünseli çanağına aktarabileceğimiz bir gerçeklik olsa diyorum işte böyle zamanlarda.

Bir düşünselim olsa. Mesela…

Bunları da sevebilirsiniz