Bir Gitmek Kalmak Tartışması

 

Türkiye benim için en iyi tatil ülkesi olarak kalacak.” Böyle demişti Türkiye kökenli Belçikalı bakan Türk vatandaşlığından ayrılırken.i Türkiye’nin gidişatından duyduğu memnuniyetsizliği de ifade ederek. 2017’deki bu açıklama hep aklımın bir köşesindeydi ve üzerine söz söylememiş olmak beni rahatsız ediyordu. Son iki senedeki yaşadığım yurtdışı deneyimiyle de bu ifadeden yola çıkarak tartışma ihtiyacım iyice kendini gösterdi.

Kuşkusuz Türkiyeli olan ya da olmayan farklı kişilerden Zuhal Demir’in ifadesine çok benzer pek çok söz işitmiş olmam da bu konuda yazmaya beni sevk etti. Aslında, daha geniş anlamıyla “Türkiye’nin cefasından kaçıp sefasını sürebilme” olarak da ifade edilebilecek bu yaklaşım, çoğunluk için ancak Türkiye dışında yaşayıp hayatını kazanarak mümkün olabilecek bir durum olsa da bunun Türkiye’de yaşayıp belli rantlar sayesinde büyük paralar kazanan yerli ve yabancılar için de geçerli olduğu gerçeği aklıma geliyor. Buradan da bir numaralı itirazıma geliyorum: Türkiye üzerine, ona dair her ilgiyi ve umudu kesip en iyi tatil ülkesi olarak kalacağı yaklaşımıyla konuyu kapamak aslında bedeninizin ya da cebinizin nerede olduğuyla ilgili bir durum değildir.

Zuhal Demir, muhtemelen ailesi başka bir konjonktürün getirisi olarak Belçika’ya göç ettiği için onun üzerinden tartışmayacağım. Göç ettikleri ülkede bakan olması kuşkusuz bir başarı. Öte yandan özellikle artan sosyal ve ekonomik bunalımla birlikte Türkiye’den giderek artan göç üzerine konuşmamız gerekenler var. Benim gözlemlerim, bu göç dalgasında, özellikle iyi eğitimli, özgün fikir sahibi ve genç kişilerin gittiği yerde kendi yetenek ve bilgisine denk bir şeyler yapmamasının belki çoğunluk olmamakla birlikte yaygın bir durum olduğu. Yani bir nevi Türkiye’de beyaz yakalı olmayı Avrupa’da hizmet sektöründe çalışmaya tercih etmenin, meşhur tabirle “Levent’te plazada çalışacağıma gider Avrupa’da garsonluk yaparım” iddiasının vücut bulmuş hali. Bununla birlikte, kayda değer bir eğitimi, hatta yabancı dil bilgisi bile olmadan biraz daha iyi bir yaşam ve ortam için başka ülkelerde şansını deneyen her yaştan pek çok insanımız var. Ancak bu kesimi, 60’larda Almanya’ya çalışmaya giden ilk neslin 2000’lerdeki versiyonu olarak görmemek lazım. Daha açık söylemek gerekirse, onları bir on sene içinde muhafazakârlaşmış, kabuğuna çekilmiş veya ülkesine ilgisizleşmiş olarak görmek istemiyorsak, yeni göç dalgasının bileşenlerinden olarak beyaz yakalılar kadar onlarla da iletişim ve paylaşımı göz önünde bulundurmalıyız.

Gitmek ve Değişen Gerçeklikler

Herhalde toyluğumdan ya da ülkenin nispeten daha iyi durumda olmasından dolayı, daha 5-6 sene öncesine kadar yurtdışında yaşamaya yalnızca bir hayat deneyimi gözüyle bakardım. Sonra Türkiye’nin özellikle yaşam standartları ve demokrasi anlamında geriye gitmekte olduğu gerçeğini günlük hayatta ve kurumlarda gördükçe “sadece daha insani ve iyi koşullar” için Türkiye’den ayrılma fikrinin de saygı gösterilip anlayışla karşılanması gereken bir fikir olduğuna kanaat getirdim. Kişilerin Türkiye’den ayrılma fikrinin, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, sırf aynı ülke vatandaşıyız diye üzerinde istediğimiz gibi konuşma ve yorum yapma hakkımız olmayan bir şey olduğunu kabullenmemiz gerekiyor artık sanırım, hele 21. Yüzyılda…

Nihayetinde Türkiye’den ayrılıp yeni bir hayat kurmayı kendim de aslında çoğu kişinin de başlarda yaşadığı zorluklara katlanarak gerçekleştirdim. Ancak, beni yurtdışı deneyimimin belirsizlik ve zorluklarla dolu başlangıcında motive eden şey; bunun öyle ya da böyle yaşamak istediğim bir deneyim olduğu, ilerlemek istediğim alanda daha iyi ve geniş araştırma imkânları için şart olduğu fikri idi. Öyle ki, yalnızca “Türkiye’den kurtulma” motivasyonuyla girişilecek bir deneyimin insanın elinde patlayabileceği, beklenmedik sorunların insanı ciddi ruhsal sıkıntılara ve açmazlara sevk edebileceğine kanaat getirdim.

Tabi bu arada bir de bana da uğramış bir “Kaçmak çözüm değil” bandosu vardı. Türkiye’nin uğruna mücadele edilmeye değer ve hayli dinamik bir ülke olduğu gerçeğini kullanarak propaganda edilen bu slogan aslında “Avrupa bizden çoook daha iyi” abartısının karşı versiyonu misali “Sistem her yerde aynı, sistem her yerde kötü” nakaratına sarılmıştı. Akla bir de Umut Sarıkaya’nın İstanbul’da sahil kenarında yürüyen iki arkadaşın kaçma-kalma tartışması olan hikâye karikatürü geliyordu. O karikatürde, kaçıp kurtulmak isteyen arkadaşına Nazilerden kaçıp Türkiye’ye gelmiş ve büyük katkılar sunmuş ve sahilde heykeli bulunan bir yabancı bilim adamının mücadelesinden örnek vererek nasihat ediyordu beraber yürüdüğü arkadaşı -ya da içiyorlardı, o kısmını pek hatırlayamadım, karikatürü de maalesef bulamadım.

Evet, Umut Sarıkaya’nın karikatürünün mesajı son derece mantıklı ve tutarlı idi. Ancak bunu her zaman ve herkes için geçerli saymak da bir o kadar anlamsız. Özellikle, eksiklerine rağmen o dönemdeki Türkiye’nin yöneticisinden vatandaşına çizdiği ideal insan ve ülke profilinin çağdaş, iyi yetişmiş ve üreten bireyler olduğu gerçeğini düşünürsek. Ancak bugün gerçeklik o kadar farklı ki Umut Sarıkaya bile bir süre sonra “gitmek lazım buralardan” diyenleri tiye almayı bıraktı.

En İyi Tatil Ülkesi Kalabilmenin Çevresel ve Siyasal Gerçekliği

Yazımın bu kısmında gitme-kalma tartışmasına uzaktan dokunan bir olgu olarak; Türkiye’nin gidenler için en iyi tatil ülkesi olarak kalabilmesinin bile ne kadar muallakta olduğuna kısaca değinmek istiyorum. Karamsarlığa ya da alarmizme gerek yok, insanlarımız artan bir eğilimle yanlışları görüyor, sebepleri demokratik yollardan eleyebilmenin yollarını arıyor. Öte yandan, bozulma hız kesmiyor. Bugün Karadeniz’den Akdeniz’e güzellikleriyle meşhur beldelerimiz ciddi bir yapılaşma, madencilik ve enerji kıskacına girmiş durumda. Havamız, suyumuz, toprağımız risk altında. Sahil illerinde iktidarda olan, yaşamı ve kentsel yönetimi biraz daha iyi kılan muhalefet partisi belediyelerinin yetki, gelir ve serbestlikleri kırpılmaya çalışılıyor. En basitinden yasa gereği plaj işletmeleri ilçe belediyelerinde olması gerekirken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bunu MUÇEV diye bir vakfa veriyor. Sonuç olarak, en iyi tatil ülkesi kalabilmenin garanti bir durum olmadığı gerçeği kendini gösteriyor.

Gözden Irak Gönülden Irak Olmak Zorunda Değil!

İnsanlar ve ülkeler arası etkileşimlerin boyutunun giderek arttığı; salgın döneminde pek çok sosyal, siyasal, bilimsel, kültürel ve hatta sportif etkinliğin dijital mecralara taşındığı günümüzde gidip de ülkesi için bir şeyler yapamama ya da kalıp da bir şeylerden mahrum olma olguları giderek kayboluyor. Elbette ki fiziksel, sosyal ve siyasal bazı kısıtlamalar ortadan kalkmış olmuyor ama etkisi özellikle iyi eğitimli bireyler için hafifleyebiliyor. Artan etkileşimi değerlendirmek ve gelişmiş etkileşim olanaklarını daha iyi bir dünya ve ülke için kullanabilmekse bize ve motivasyonumuza bağlı.

Bunları da sevebilirsiniz