Çoraklaşmış Zihinlerde Kadının Var olma Mücadelesi

Kimi der ki kadın;
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın;
Yeşil bir harman yerinde,
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.

Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran..
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal
O benim kollarım, bacaklarım, başım,
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim
Hayat arkadaşımdır..

Nazım Hikmet RAN

Sevgili Nazım Hikmet’in mükemmel şekilde ifade ettiği kadınlardan 27’si 2020 Haziran ayında erkekler tarafından öldürüldü. (1) Ve daha nice kadınlarımız sokak ortalarında göz göre göre veya evlerinde sessiz çığlıklarla öldürülmeye devam ediyor. Gittikçe sıradanlaşan bu durum ya haber aralarında ya da sosyal medyada duyarlı kişiler aracılığıyla kısa süreli de olsa haber yapılmakta. Çoğu kişinin tepkisini göstermesi için ise her seferinde daha ne kadar korkunç olabilir dedirtircesine işlenen bir cinayetin olması gerekiyor. Yine, en son Muğla’da gencecik ve hayata ışıl ışıl gözlerle bakan üniversitesi öğrencisi Pınar Gültekin korkunç bir şekilde, gözü dönmüş bir mahlukat tarafından hayattan koparıldı. Özellikle vicdanı olan tanınmış veya sıradan her insan tepkisini sosyal medyadan bir şekilde gösterdi.

Bu tepkilerde en çok dikkat çeken ise İstanbul Sözleşmesi’nin değiştirilmesine karşı oldu. Neydi İstanbul Sözleşmesi: Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesikadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. (2) Yani bakıldığında kadınların yaşam sigortası denilebilecek bir sözleşme. Bu sözleşmeye rağmen kadın cinayetleri durdurulamıyor, üstüne üstlük kimi çevrelerce aile kurumunu yıktığı, eşcinselliğe teşvik ettiği ve erkekleri mağdur ettiği gerekçesiyle bu sözleşmede değişikliğe gidilmesi gerektiği söyleniyor.

Gazeteci Murat Yetkin, yazısında; internet sitelerinde kendilerini “Ümmetin buluşma noktası” sloganıyla tanıtan Türkiye Düşünce Platformunun Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kendi imzaladığı sözleşmeyi fesih etmesini “yerinde olacağını” söyleyen” rapora değiniyor. (3) Rapor incelendiğinde, imzacıların sözleşmenin maddelerine akıl almaz şekilde anlamlar yükleyip bu sözleşmeye rağmen can güvenliği olmayan kadınları daha da karanlığın içine sürüklemeyi hedefledikleri rahatlıkla söylenebilir. Raporun imzacılarına bakıldığında da pek şaşkınlığa uğramıyorsunuz. Bu çoraklaşmış zihinlerden başka fikirlerin çıkamayacağı tahmin edilebiliyor. Kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapan kadını erkeğin bir eklentisi gibi görüp onun bir birey olduğunu kabul etmeyen zihniyetten çok da bir şey beklememek gerekiyor.

Asıl mücadele edilmesi gereken alan işte bu zihniyetlerin değişimi. Bunu sağlayacak olan ise her seferinde söylendiği gibi eğitim, eğitim, eğitim… Küçük yaşlarda anne-baba ile başlayacak olan bu eğitim, sonrasında ise okulda öğretmen aracılığıyla devam etmelidir. Kadın ve erkeğin her birinin bir birey ve eşit haklara sahip olduğunu çocuklara anlatmalı ve bu durumu içselleştirilmeleri sağlanmalıdır. Özellikle ev içi eğitimde anne ve baba cinsiyet ayrımı gözetmeden çocuklarına benzer muameleyi göstermelidir.

Ne yazık ki çoğunlukla doğu ve güneydoğu bölgelerimiz başta olmak üzere, aile içinde erkek çocuklarına prens muamelesi yapılırken kız çocuklarına evin hizmetçisi rolü biçilmektedir. Acı olan şudur ki çocukluğunda aynı muameleyi gören kadın, bu durumu o kadar benimsemiştir ki kendisi de çocuklarına aynı şekilde davranır. Çocukluğunda her istediği yapılan en basit ev işini bile yapmaktan yoksun erkek çocuğu, evlendiğinde aynı muameleyi karısından bekler. Annesinden gördüğü muameleyi evlilik hayatında göremeyen erkek, otoritesini kurmak adına büyük bir acizlikle şiddete başvurur. Çocukluğunda beslenen erkek kimliğiyle hareket eden bu kişi özellikle karısı, kız arkadaşı olsun karşı cinsten istediğini ne şekilde olursa olsun almak peşindedir. Kadının güçlü duruşuna karşı içindeki acizliği bastırmak için fiziksel gücünü kullanmakta ve böylece kendini “erkek” hissetmeye çalışmaktadır.

Burada en büyük sorumluluk yine biz kadınlara düşüyor. Öncelikle her bir kadınımıza değerli olduğu hissettirilmeli, her anlamda en az bir erkek kadar güçlü olduğu, maddi manevi olarak kimseye bağımlı olmadan hayatta var olabileceği öğretilmelidir. Anne olan kadınlarımız kızlarına hayata karşı güçlü ve mutlu olmayı aşılamalıdır. Erkek çocuklarına, kimliğini ön plana çıkarmadan değer vermeli, başta kadınlar olmak üzere her canlıya karşı sevgi ve saygı çerçevesinde davranmasını, ev içinde ve dışında sorumluluk almasını öğretmelidir. Şimdiden bu şekilde hareket edersek ancak 15-20 yıl sonra bunun yansımalarını göreceğiz. En azından zihinler çoraklanmadan yeşertilmiş olur.

Günümüzde ise İstanbul Sözleşmesi ile alınacak tedbirler çerçevesinde, kadına bakış açısı çoraklaşmış bu zihniyetler ve bunun neticesinde uygulanan şiddet, tamamen yok edilmese bile en aza indirilebilir. Her türü şiddetin tanımlandığı ve şiddet öncesinde ve sonrasında yapılacak olanların açıkça ifade edildiği İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesi dikkate alınmalı ve uygulamaya geçirilmelidir. (4) Bu sözleşme fiili olarak hayata geçirilmediği sürece daha çok kadınımızı sessizce veya vahşice kaybedeceğiz. Ve unutulmamalıdır ki gerekli önlemler alınmadığı sürece öldürülen her kadının kanı sadece katilinin ellerinde değil, bunu önlemeyen yetkililerin de ellerinde olacaktır.

 

  1. http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2922/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-haziran-2020-raporu
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi
  3. https://yetkinreport.com/2020/07/23/iste-erdogandan-fesih-isteyen-istanbul-sozlesmesi-raporu/
  4. http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/uploads/file/istanbul_sozlesmesi.pdf

Bunları da sevebilirsiniz