Nazım’ın Sekreteri Rady Fish Boynunda Niçin Kurân Taşırdı!..

~

Bundan 30 sene kadar önce, Nazım Hikmet’in ölümüne kadar yanında bulunan can yoldaşı ve sekreteri, Türkolog Rus Yazarı Rady Fish (Radi Fiş) ile Karaburun köylerini gezer, geçmişte bölgede gerçekleşmiş olan Şeyh Bedrettin ve Börklüce İsyanı ile ilgili menkıbeleri araştırırdık. O günlerde Rady Fish bizim köylülerden bilgi toplar, ben de onunla sosyalizm üzerine sözlü tarih söyleşileri yapar, teybime kaydederdim. 

O, böylece Rusça “Şeyh Bedrettin” kitabını yazdı, ön sözünde bana teşekkür etti, kitap 17 dile çevrildi, sadece Sovyetler’de 300 bin filan bastı.

Ben ise, Rady Fish ile yaptığım söyleşilerin kaydı bulunan kasetleri bir türlü çözmeye vakit bulamadım.

Ama bu Korona günlerinde bunu nihayet gerçekleştirdim.

Dağarcık Türkiye okuyucularına birinci kasetin çözümünü sunuyorum.

Bu arada Rady ağabeyim çoktan öldü gitti.

Rady Fish ile buluştuğumuzda, yanımda mutlaka tam ortasından kesilmiş A-4 kağıt tomarları ve teyp bulunurdu. Bir taraftan sorular sorar, öte yandan hem teybimi hem de kalemimi çalıştırırdım. 1988 – 1993 arası Karaburun yarımadasındaki köylerde hep böyle çalıştık.. Rady ağabey, ana dili gibi Türkçe konuşur ve yazardı, çünkü Moskova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu bir Türkolog idi. Şimdi bu söyleşilerin birinci kasetinin çözümlerini sunalım.

  • Boynunuzda asılı Kuran-ı Kerim kutusunun anlamı nedir?

  • Beni koruyor. Deniz Gezmiş’in ninesi bana vermişti. Aslında bizi bu Kuran-ı Kerim ile buluşturan Şeyh Bedreddin’dir. Hayatın yazmakta olduğum kişinin inandığı dinini de tanımak için Kuran’ı Rusçasından epey okudum. Şeyh Bedreddin üzerine araştırma yapmak için 1968’de geldiğim İstanbul’da yolum Deniz ve ninesi ile kesişti. Deniz Gezmiş’in dayısının evinde uzaktan hayran olduğum bu öğrenci lideri ile buluştum. Ama geceleyin eve bir haber geldi, ev birazdan basılacak imiş, evi değiştirmemiz gerekiyordu. Tam kapıdan kaçacak iken Deniz’in ninesi ucunda bu küçük Kuran bulunan gerdanlığı boynuma taktı ve bunun beni koruyacağını söyledi. Bir daha o ninenin verdiği gerdanlığı boynumdan çıkarmadım.. O evde sanki bizi Şeyh Bedreddin buluşturdu. O, ulu bir kişidir. Önümüzdeki 500 yıl içinde değeri daha başka, daha derin biçimde bilinecektir. 

(Yaşar Aksoy’un Notu: Burada araya ben giriyorum. Deniz Gezmiş’in dayısı ünlü psikolog doktor Memduh Eren idi. Kadıköy’de üç katlı bir binada annesi (Deniz’in ninesi) ile birlikte otururdu, alt kat ise muayenehane idi. Bu eve çok gidip gelmişliğim vardır.  Bu ev, tıpkı Kontr – Gerilla işkencecilerinin merkezi Kadıköy’deki Ziverbey Köşkü gibi, o dönemin 12 Mart 1971 darbesi tarihine damgasını basmış bir özel binadır. Ziverbey’in tam tersine Memduh Eren’in binası, solcu radikal öğrencilerin ve Kemalist darbeci subayların uğrak yeri idi. Bendeniz oraya Dev-Gençlilerle değil, güvendiğim genç subaylarla birlikte gider toplanırdık. Hayran olduğu ve arkadaşı eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan’ın solcu teröristler tarafından infaz edilmesinden sonra büyük bir ruhi bunalıma giren, ruh doktoru gerçek kemalist devrimci, rahmetli Memduh Eren’in yayınlanmamış devrim hatıraları bana emanettir. Rady Fish’e sorularıma devam ediyorum)

  • Biraz ailenizden söz edelim?..

  • Karım Valda, Leton’dur. Aktrist idi, onu kaçırdım. Letonca’dan Rusçaya çok çeviri yaptı. Yazarlar Birliğine üyedir. Bir kızım Elena, Amerika’da, moleküler biyoloji uzmanı. İna ise, botanikçidir. Moskova Radyosu’nda ev bitkileri programı yapıyor. İngilizce çocuk piyesleri yazıyor, İngilizce diline hakimdir.

  • Babanız?

  • Babam Genadi, çok büyük bir yazardı; 25 kadar kitabı var. Genç Komünistler Teşkilatı’nın ilk komsomolu idi. Karadeniz’de komünist teşkilatı ilk o kurmuş. Leningrad’da öğrenim görmüş. Annem Emma, dans öğretmeni idi. 

  • Babanız neler yazmış?

  • Hep devrim üzerine yazmış. İskandinav ülkelerini yazdı. Finlandiya üzerine 5 roman yazdı. Piyasada yok. İkinci Dünya Savaşı hikayeleri bunlar, edebi kitaplar.

  • Savaşa katılmış yani?

  • Tabii birlikte katıldık. Baba oğul aynı cephede çarpıştık. Babam yarbaydı, ben teğmen. Moskova direnişine katıldık. Babam kurmaydı, ben deniz piyade; istihbarat takım kumandanıydım. Sonunda yaralandım.

  • Türkçeyi öğrenmek kolay mı, zor mu oldu?

  • Hikaye şu. 12 yaşında iken anam dolabımın içinde kuru ekmek ile dolu bir çuval buldu. Babam geldi. Nedir bunlar, diye sordular. Topluyorum, dedim. Neden, dediler.. Kaçmak için, dedim. Nereye, dediler. Çin’e, dedim. Niçin dediler, devrim için dedim, orada devrim var. Çince bilir misin, dedi babam. Hayır, dedim. Silah kullanabilir misin, diye ekledi. Hayır, dedim. Demek ki sen onlara değil, onlar sana yardım edecekler, bunun zamanı var, şimdi derslerine çalış dedi.

  • Sonra?

  • Savaş sonrası Moskova Üniversitesinin Çince Bölümüne devam etmek istedim. Yer yok dediler. Türkiyat’ta açık varmış. Oraya kaydoldum. Beş yıl okudum. Önce Ömer Seyfettin’in kitaplarıyla tanıştım. Yani Rusça tercümelerini okumaya başladık. Hocam Rus Türkolojisi başkanı Prof.Gordlevski idi. O beni pek beğenirdi. Hocalarım Arabacıyef idi, Gagavuz idi.. Fedesoff ve Mikailof da hocamdı. Doktora yaptım. Tezim, “Türk Edebiyatında Kurtuluş Savaşı” idi. 

  • Başka?..

  • Doktora tezim Türkçe basılmadı. 20 portrelik “Türk Yazarları ve Kaderleri” isimli bir kitap yazdım, önsözünü Gordlevski yazdı. İlk kitabım bir eleştiri – biyografi tarzında Sabahattin Ali üzerine idi. Sonra Nazım Hikmet’i yazdım. Denizcilik üzerini üç tane deneme kitabı, iki Nazım kitabı daha (Nazım’ın Çilesi ve Göğsünden Vurulan Akıl), “Uyuyanlar”  ve sonra “Uyanacaklar” isimli iki cilt Şeyh Bedreddin kitabı yazdım. Bedreddin’in ilk tirajı 250 bin, sonrası 100 bin idi.

  • Başka?..

  • Harpte Beyaz Rusya’da Minsk’te kırlık bir yerde yaralı bir Rus askeri gördüm. İsmi, Yevgeni Vinokurov idi. Yırtılmış kaput içinde ayakkabısız bir askerdi. Kanla boğulmuş olan kırda “Beni Unutma Çiçeği” denilen mavi kır çiçekleri arasında yatmıştı, çehresi bana bakıyordu. Kıpırtısız yatıyordu, ama tepemizde de bir atmaca dolaşıyordu. Yaralı askerin kan bulaşmamış kolunda bir “Nadya” yazılı dövme vardı. Nadya, Rusçada “Umut” demektir. Asker gözleri açık, bana bakarak öldü gitti.. Böylece “Neza Budka” kitabımı yazdım. “Beni Unutma” anlamına gelir. 

  • Savaş kötü.. Yeter ki savaştan sonra mutluluk gelsin..

  • Evet doğru.. Ama bizde savaştan sonra Totaliterizm geldi. 

  • Nasıl yani?

  • Geçende Türk arkadaşlarla bir buluşmada bir söz öğrendim, hemen not ettim.. Aynen şöyle.. “Savaştık pir aşkına.. Savaştan önce Menemen’de bahçevan.. Savaştan sonra Menemen’de bahçevan..”

  • Yani İkinci Dünya Savaşından sonra mutlu olamadınız mı?..

  • Nasıl olalım?.. Savaştan sonra başımızda Stalin vardı. Lenin’in bütün prestijini ve yaptıklarını sildi süpürdü. Tam bir totaliter idi. Lenin’in imajı onun yüzünden hırpalandı. Halklar, böylece Lenin’den de nefret etti. Sovyetler çökünce, her ülke Lenin heykellerini yıktı. Letonlar, Riga’da ülkedeki bütün Lenin heykellerini bir parkta topladılar. Parkın ismini “Totaliterizm Parkı” olarak ilan ettiler. Parkta binlerce irili ufaklı Lenin heykeli vardı.

  • Lenin’e ayıp olmuş?

  • Rusya’da standart Lenin heykelleri vardı. Yalnız bunlar üç çeşit idi. Birinci çeşitte kasket kafada, el ileride parmak ise öteleri göstermekte. İkinci heykel, kasketsiz idi, ama elde kitap var. Üçüncü heykel ise kasketsiz, elinde kasket var. Bir gün bir şehirde kasketli Lenin heykelinin eli kırıldı. Hemen heykelin üzerine bir örtü örttüler. Sonra yeni bir el yaptırıp, örtüyü açmadan dikkatlice gövdeye yapıştırdılar sonra törenle örtü kaldırıldı. Bir bakıldı ki, kasket kafada, yeni kolun ucunda da kasket var.

  • Gülecem şimdi!..

  • İşte böylece Komünizm çöktü. Lenin’in büyük hülyaları yok oldu gitti. 

  • Neden oldu bu olup bitenler?

  • Rusya aslında doğulu bir toplum. Bir türlü batının akıl devrimini yapamadık. Sınıf devrimi yapmakla iş bitmiyor. Deli Petro yeni kurduğu Duma’da kağıttan nutuk atmayı yasaklamıştı. Niçin?.. Herkesin ahmaklığı ortaya çıksın diye. Petro, resmen aklınızdan konuşun ki, aklınızın boş olduğunu anlayayım diyor. Yılları atlayalım.. Brejnev danışmanına 15 dakikalık bir nutuk yaz ama nükteli olsun diye emir veriyor. Nutuk hazırlanıp kendisine takdim ediliyor. Brejnev nutku okuyor, danışmanı çağırıyor. “Nükteli yazmışsın aferin ama niçin 45 dakikalık yazdın?”.. Adamcağız şaşırıp cevaplıyor, “Üç kopya vermiştim Başkanım!..”

  • Şaştım kaldım Radi ağabey.. Gerçek mi bunlar?

  • Aynen.. Komünizmi öylesine berbat ettiler ki, içi boş bir ideoloji olarak kaldı. Sonunda çöktü gitti. 

  • Yani?..

  • Bir adam Rusya’da bir psikiyatriste gitmiş. “Sanki ben üç kişi oldum, imdat diyorum, çare bulun” demiş. Birinci kişiliğimle doğru düşünüyorum, ötekimle başka konuşuyorum, daha ötekim ile bambaşka yapıyorum diye sızlanmış. Doktor, adamı def etmiş, “Efendim, Bolşevizme ilacımız yoktur” demiş.  Yani bizim komünistler, doğru düşünüyorlar, ama yalan konuşuyorlar, üstelik yanlış yapıyorlardı. 

  • Gerçek komünistler bu durumlara üzülmüştür

  • Bir Rubai ile yanıt vereyim.. “Çok görmüş bir insandı.. Çok söyleyeceği vardı.. Ancak balığın da çok söyleyeceği vardı.. Ağzı su ile dopdolu olmasaydı..”.. Bir başka Rubai daha vardır. 1956’da 20.Parti Kongresi sonrasında yazıldı. “Mızrak çuvalı deldi.. Hep beraber aklımızı toplayalım.. Kulaklarımızdan pamuğu.. Gözlerimizden kütüğü çıkaralım..” Yani Amerika kötü diye propaganda yapar iken, gözümüzdeki kütüğü görmüyoruz deniyor burada.

  • Neyse Radi abi, iyi ki yazdın bizim Bedreddin’i..

  • Ben de diyorum ki, iyi ki Karaburun’a gelmişim. Böylece isyanın coğrafyasını romana yerleştirebildim. Balıklıova’dan çıkıp Ildırı yönüne giderken Koz Ağacı Çeşmesini geçip, Payamlı Ağaç Deresi çatalından sonra Akdağ’a giden yönün üzerinde savaşların geçtiği Cehennem Deresini birlikte bulmamız bir büyük keyif idi benim için. Doğa öylesine tarihi içinde saklamış ki. Romanımda geçen mağaraları bile bulduk. O dağlar, hep bağ imiş bir zamanlar. Bu tarafın köylüsü Sakızdan gelenlere üzüm verir, böylece Sakız Şarabı ününe ün katarmış.  

  • En çok neye şaşırdın?

  • Ovanın ortasından fışkıran Fatma Ana Kayası’nı bulunca çok şaşırdım. Çünkü Börklüce ile Osmanlı askerlerinin ilk savaşı onun çevresinde olmuş. Bir rivayet vardır. Güya Kabe inşa edilirken, Melekler Hazreti Fatma’ya orayı haber vermişler, o da gelmiş parmağı ile bu kayalıktan taşlar koparmış inşaata götürmüş.

  • Yahu Radi abi, bu rivayeti nerden duydun?

  • Kahvede Hayri Dede söyledi..

  • Eyi bari, biraz bize fıkra anlat, ortalık şenlensin gari

  • İyi bari.. İlk fıkram.. Bush, Allah’a gitmiş, Amerika ne zaman ekonomik olarak kurtuluşunu yaşayacak demiş. Allah, beş sene sonra deyince Bush ağlamış. Bu sefer Kohl, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra gitmiş Allah’a. Ne zaman ekonomik olarak büyük bir başarı sağlayacağız diye sormuş.. Allah, Kohl’a 10 sene sonra deyince Alman Başkanı oturmuş ağlamaya başlamış. Nihayet bizim Yetsin gitmiş Allah’a, Rusya ne zaman düze çıkacak, diye sormuş.  Bu sefer, Allah ağlamaya başlamış!…

  • İkinci Rus fıkrasını dinleyelim.

  • Gorbaçov, Allah’a gitmiş. Bana bir keramet yap, gerileyen prestijim yükselsin, demiş. Allah ona, “Hazreti İsa, su üstünde yürüdü ya, sen de öyle yap..” demiş. Gorbi teknisyenlerini Kremlin’de toplayıp bu yönde bir proje yapmalarını istemiş. Moskova nehri üzerinde yürümeyi planlamışlar.  Teknisyenler bir düzenek yapıp Moskova nehri üzerinde Gorbi’yi bunun üstüne çıkarmışlar. Deneme başlamış. Tam o esnada.. Yoldan geçen bir ihtiyar kadın bağırmış. “Yahu ne beceriksiz bir Başkanımız var, yüzmeyi bile bilmiyor!..”

Bunları da sevebilirsiniz