Bilinç, Zor Problem ve Bilim

Bu satırları okurken kafanızda bir ses adeta kelimeleri size teker teker söylüyor. Oturduğunuz oda -veya yazıyı yazdığım karantina dönemi bittiyse açık alan- sizin zevkinize göre belki çok soğuk, belki çok sıcak, belki de tam kararında. Arkaplandaki insan seslerini duyuyor, müzik dinliyor veya sessizliğin keyfini çıkarıyorsunuz. Bunların hangisini deneyimliyor olursanız olun, tam şu anda siz olmak belli bir şekilde hissettiriyor. Kafanızın içinde üç-boyutlu, çevresel ses düzenli ve hatta kokular, dokular ve tatlarla bezeli müthiş bir sinema salonundasınız. Başka bir deyişle bilinçlisiniz.

İşte felsefe ve bilimde günümüzde sıklıkla bahsi geçen “bilinç” ifadesiyle bu öznel deneyimleme durumu kast ediliyor. Günlük hayatta “bilinç” tabirini başka anlamlarda kullanabiliyoruz, örneğin karşımdaki sandalyenin “bilincinde” değilsem ona çarpabilirim. Ancak burada farkındalık anlamında kullanılan sözcük bu yazıda bahsi geçen bilinç kelimesinden farklı. Benzer şekilde “Halkın bu konuda bilinçlenmesi lazım.” ifadesinde kullanılan “bilinç”ten de bahsetmiyorum. Teknik ismi “görüngüsel bilinç” olan bu kavramla ne kastettiğimize ışık tutması açısından popüler bir terminolojiyi literatüre Thomas Nagel 1974’te kazandırdı: bir varlık bilinçliyse “O varlık olmak nasıl bir şeydir?” sorusunun bir yanıtı vardır. İngilizcesi biraz daha dile kolay, ki Nagel da yarasa örneğinden giderek bu terminolojiyi yayımladığı makalenin başlığı yapmıştı: What is it like to be a bat? (tr. Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?)i

Pekala, ne kastettiğimizi anladık. Neden bir problem var burada? Bilinç en iyi bildiğimiz şeylerden biri gibi görünüyor. Hatta öyle ki, belki de varlığından ve içeriğinden kesin bir şekilde emin olabileceğimiz tek şey. Bütün irademle bildiğimi düşündüğüm her şeyi sorguladığım bir anda karşımdaki masa lambasının gerçekten orada olup olmadığından şüphe edebilirim, ama bana orada bir masa lambası varmış gibi göründüğü kesindir. Hatta, lambanın bana tam olarak nasıl göründüğünü yalnızca ben bilebilirim. İşte tam bu noktada problemin köklerini görmeye başlayabiliriz. Bu derece öznel bir fenomeni bilimsel olarak (yani nesnel olarak) nasıl inceleyebiliriz? Daha da iyisi, nesnel olarak incelenebilen fiziksel bir yapı olan beyin, nasıl öznel deneyime yol açabilir?

Bilincin Zor Problemi tam olarak budur. Elbette insan zihni ve bilinciyle alakalı birçok başka problem bulunur. Üstelik bunlar hayli zor problemlerdir. Örneğin etrafımızdaki dünyayı algılamamızın, bu dünyada belli amaçlar doğrultusunda davranmamızın ve bunu yaparken dil kullanmamızın ardında yatan fiziksel süreçleri açıklayabilmek epey zordur. Ancak “Bilincin Zor Problemi” olarak adlandırılan sorunda bunlardan farklı bir durum vardır: az önce verdiğim örnekler için en azından kabul edilmiş bir yöntembilime sahibiz, ancak Zor Problem’i çözmek için nasıl bir yöntem uygulayacağımızı bile kestiremiyoruz!

Bu noktayı daha görünür kılmak için biraz Felsefi Zombiler hakkında düşünelim. “Felsefi Zombiler” ile New Age akımından etkilenmiş bir korku filminde karşılaşabileceğimiz karakterleri kastetmiyorum. Felsefi Zombiler bizimle fiziksel olarak birebir aynı yapıya sahip olan ancak bilinçli deneyime sahip olmayan hayali yaratıklardır. Bizimle aynı tepkileri verip aynı dili konuşabilirler ve dışarıdan bakınca davranışlarını gerçek insanlarınkinden ayırmak olanaksızdır; ancak, “felsefi zombi olmak nasıl bir şeydir?” sorusunun bir yanıtı yoktur. Bu kavram size tasavvur edilebilir geliyorsa az önce dikkat çekmeye çalıştığım noktaya geri dönebiliriz. İnsan mı zombi mi olduğunu bilmediğimiz bir deneğin yalnızca davranışlarını değil, beynini incelediğimizi düşünelim. Felsefi zombinin beyni de bizimkiyle aynı fiziksel yapıda olduğundan algı, davranış ve dil kullanımı gibi faaliyetlerde beyni bizimkiyle aynı görünecektir ve bu incelemeyle deneğin bilinçli olup olmadığının bilgisine ulaşamayız. Yani öyle görünüyor ki davranışsal bir inceleme gibi sinirbilimsel bir incelemenin de bilinçli deneyimi nesnel/üçüncü kişi perspektifinde yansıtamayacağını kabul etmek durumundayız. (Fazladan bir soru, bu durumda kendim dışında herhangi bir varlığın bilince sahip olup olmadığını bilebilir miyim?)

Elbette bu konuda çalışan herkes bilinç hakkında çizilen bu tabloyu kabul etmez. Örneğin, çağdaş zihin felsefecileri ve bilişsel bilimcilerin önde gelen isimlerden Daniel Dennett zihinsel olguların tamamen fiziksel olgulara indirgenebileceğini savunur. Felsefi zombi düşüncesinin anlamsızlığını göstermek için ürettiği bir benzetim şu şekildedir: öyle bir demir çubuk hayal edin ki bir mıknatısla birebir aynı özellikleri göstersin ama aslında bir mıknatıs değil de zıknatıs (zagnet) olsun. Dennett bunun absürt olduğunu düşünür; mıknatıs ile zıknatıs aynı şeydir, felsefi zombiyle bilinçli deneyime sahip insan da öyle! Hatta Dennett’a göre bu yazının başında kullandığım “üç boyutlu zihin sineması” benzetimi de hatalıdır ve bizi bilinçle alakalı yanlış sezgilere yöneltir. Ona göre bu anlatım bizi beyinde bilincin gerçekleştiği, olan biteni izleyen bir benliğin oturduğu özel bir nokta olduğu yanılgısına sürükler. Dennett’ın düşüncesinde beyindeki algı,davranış, dil kullanımı, hafıza gibi faaliyetler fiziksel ve işlevsel boyutta tamamen incelendikten sonra, bir de bunlara ek olarak bilinç vardır demek yanlıştır. Tabii bu kavrayış da Dennett’ın bilinç gibi yadsınamaz bir olguyu reddettiği suçlamalarıyla karşılaşmasına sebep olmuştur. Yoksa Dennett’ın kendisi bir felsefi zombi midir?

Bilinç günümüzde çok sık konuşulan, bilimsel olarak nasıl inceleneceği konusunda anlaşmaya henüz varılamamış tartışmalı ve ilgi çekici bir konudur. Bahsedilen tartışmalar ilginizi çektiyse bu yazıda bahsi geçen Dennett’ın, Nagel’ın ve bu yazıda bahsetme fırsatı bulamadığım diğer önemli zihin felsefecileri John Searle’ün ve Paul ve Patricia Churchland çiftinin Türkçeye çevrilmiş kitapları bulunmaktadır. Bunlardan farklı olarak ayrı ayrı felsefeciler üzerinden çalışmak yerine hepsinin fikirlerinin yansıtıldığı ve karşılaştırıldığı bir giriş kitabına başvurmak isteyenler ise İKÜ Yayınevi’nden çıkan Susan Blackmore’un yazdığı Bilinç Çok Kısa Bir Başlangıç kitabını değerlendirebilirler. Oxford University Press’in (Oxford Üniversitesi Yayınevi) A Very Short Introduction (Çok Kısa bir Başlangıç) serisi kapsamında çıkan kitabı dilimize diğer bir Dağarcık Türkiye yazarı ve ODTÜ Felsefe Bölümü’nde hocam Oğuz Akçelik kazandırdı.

i Dileyen okurlar metnin Türkçe çevirisini Thomas Nagel’ın Türkiye’de Jaguar Kitap tarafından 2015’te yayımlanan Zihin ve Evren: Materyalist Neo-Darwinci Doğa Görüşü Neden Neredeyse Kesinlikle Yanlış kitabının sonunda ek olarak, veya Douglas Hofstadter ve Daniel Dennett’ın Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlanan Aklın G’özü Benlik ve Ruh Üzerine Hayaller ve Düşünceler kitabında bulabilirler.

Bunları da sevebilirsiniz