Bu çağın insanının nazarında bu başlığın ne kadar “faşistçe” geleceği çok açık. Ne var ki, akıl dışı bir çağda yaşıyoruz (yavaş yavaş toparlanma emareleri görsek de). Bu çağın “minnoş” insanı için akıl, bilim, matematik ve hatta tarih “pek faşizan” nedense. Her şey “dilediğince” yapılmalı, her şey “keyfe” göre, “alışkanlıklara” göre ve bazı çevrelerde “kitaba” veya düpedüz “töre”ye göre yapılmalı. Oysa bir zamanlar, “Büyük Anlatılar” çağında böyle değildi bu. Gelecek veya getirilecek güzel günlere duyulan inançla, akıl ve zeka düzeltilip keskinleştirilmeli, zaman planlanmalı, bilgiler öğrenilmeli ve mümkünse aktarılmalıydı. Bu sırada geleceğe giden yollar döşenmeliydi. Bu yolları döşeyeceklerin bir iddiası vardı. Sonra savaşlar, salgınlar, hezimetler ve kaypaklıklar çoğunluğun ümidini kırdı. Çarklar başladı, çarklar dönsün diye, güle oynaya, dolu dizgin ve bol bol parlasın diye neon lambaları.
Horkheimer’ın ünlü eseridir: Akıl Tutulması. Gerçi kendisi, Marksizmi ve genel olarak solu akıl dışılığına, bilim düşmanlığına sokan ve solun kalkınma, bağımsızlık ve adalet gibi dertleri terk etmesine katkı sağlayan ekole dahildi. Frankfurt Okulu’nun belki de en büyük mirası Aydınlanma ve bilim düşmanlığı, hadi yine insaflı olalım, Aydınlanma ve bilimden kopuş oldu. Sol bundan böyle yine “insancıl”dı, üstelik pek insancıldı. Ama bu “insancıl” cilanın tutması için, nedense bilimin, kalkınma hedefinin ve aklın terk edilmesi gerekti. Artık “cahil hoca” olmak gerekiyordu; “pek insanca” savunmak gerekiyordu en küçük “insanlık” kıpırtısını…
Sonra bir de “tembellik hakkı”… Teslimiyete yeni yeni adlar vermek yetmiyordu. Elbette hepsi çok “güzel” idealler uğruna ve bu “ulvi” ideallerin kılıfında. Kimi zaman düşmanı içeriden fethetmek kimi zaman kolay yandaş toplamak kimi zamansa düpedüz havlu atmak için seçiliyordu bu yollar.
Klasik tutumlar var bir de. Hem de en klasikleri, en kaba ve vulgar olanları. Kılıç darbesiyle her düğümü çözer böyleleri. En küçük bir zerafet ve incelik gördüğünde anında “liberal” yaftasını yapıştırıp “sırça olmayan sırça” köşklerine, pardon devrimin karargahına dönerler…
Bundan 78 yıl önceki, 10 Nisan 1942 tarihli Bugün gazetesine bakalım. Nazım’ın dostu Va-Nû’nun (Vala Nurettin’in) köşesine kulak verelim.Yazının başlığı “Rasyonalizasyon”. Tabii, psikolojideki “rasyonalizasyon”dan söz etmiyor; hani şu hangi kanaat benimsenirse benimsensin veya hangi davranış söz konusu olursa olsun ona uygun bir temel bulma işi var ya, ondan söz etmiyor. Onun için güzel bir sözümüz var zaten: “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.”
Her ne hal ise… Biz Va-Nû’ya kulak verelim:
Yok, Va-Nû’nun amacı yeni öğrendiği bir deyimle caka satmak değil. Teorik alanda kalem oynatmak için de yapmıyor bunu. Bilakis onun amacı hayata dokunmak, daha doğrusu hayata dokunan bir “rasyonalizasyon”dan, bir yöntemden, söz etmek. Ne güzel demiş: “… üniversite nazariyecisinden ziyade pratik hayattaki bütün basit yurttaşlarda faydalı… Bilhassa onların öğrenmeleri, iyi bilmeleri, her adım atışta, el uzatışta, her kafa çevirişte kullanmaları lazım.”
Akıllar ayarlanmalı. Yoksa, yalnızca saatler değil. Beden sağlığımız için akıtılan onca paranın yanına birkaç kuruş da akıl için ayrılmalı. “Akıl” derken, esasında ben de Va-Nû gibi mantıktan söz ediyorum. Mantığa sarılmalıyız. Bu akıldışı çağda, bu propaganda ve reklam çağında tek kurtuluş yolu akılla, yani mantıkla, daha doğrusu doğru akıl yürütmeyle ve bilimle cihazlanmış bir insan olmak. Va-Nû bu satırları yazdığından beri geçen 78 yıla siz de acımıyor musunuz? Doğru ya! Daha da kötüsü var. Bizzat Atatürk dememiş miydi: Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı’, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır”? Bununla da kalmamış, hiçbir aykırı yoruma yer kalmasın diye açık açık söylemiş: “Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
Şu miras kavgaları sadece birkaç hisse için değil de, bu manevi miras için kopsa keşke. Ne de olsa paylaşıldıkça çoğalacak tek şey işte bu miras. Evet, muhakkak ihtiyaç var: Akıllar düzeltilmeli, ayarlanmalı! Belki bu sayede ayakta kalırız akılsızlık ve akıldışılık çağında!