Tehlikeli Virüsler Neden Çoğaldı?

Yeni corona virüs salgınında birçok medya organında yeni virüsün suçlusunun yılanlar veya yarasalar olduğuna dair haberler çıktı. Corona ailesine ait virüslerin ana konakçılarından birinin yarasalar olduğunu biliyoruz. Virus önce yarasalarda yaşıyor. Daha sonra ara konakçı dediğimiz başka bir hayvana virüs geçebiliyor. Örneğin MERS’de develer, SARS’da misk kedileri ara konakçıdır. Yeni corona virüste de ana konakçı yarasadır. Ancak Dünya Sağlık Örgütü, ara konakçının henüz belirsiz olduğunu kaydetmektedir.1 Gerçi pangolin denilen bir tür karınca yiyen hayvanın ara konakçı olduğu ileri sürülmekte ise de, bu kesin değil.

Tehlikeli virüslerin son dönemlerde çoğalması ile ilgili değişik nedenler ileri sürülmektedir. Bunlar arasında insan nüfusunun artışı ve tarım alanlarının aşırı genişlemesi sonucu vahşi yaşam ile insan yerleşimlerinin giderek iç içe girmesi, küresel iklim değişikliği nedeniyle, örneğin tropik bölgelerde yaşayan ve zika virüsü taşıyan bazı sivrineklerin dünyanın çok geniş bir kısmına dağılması gibi değişik nedenler ileri sürülebilir. 2 Bu yazıda endüstriyel hayvancılığın bu konudaki rolü üzerinde duracağım.

Kuş gribi ve domuz gribi olaylarında ara konakçılar endüstriyel hayvancılık yapılan işletmelerde yetişen tavuklar ve domuzlardı. Ülkemizde domuz yetiştirilmediği için farkında olmadığımız diğer bir hastalık olan ASF (African Swine Fewer-Afrika Domuz Ateşi) de büyük ölçüde endüstriyel domuz işletmelerinde yayılıyor ve şu ana kadar birçok ülkede domuzların dörtte biri katledilerek yok edildi.3 Her ne kadar AFS insanlara geçmiyorsa da diğer virüslerle benzer gelişim özellikleri gösteriyor. Bütün dünyada kuş gribinde köy tavukçuluğu, ASF’de domuz yetiştiren köylüler suçlanıyor. Büyük tavuk işletmeleri ve domuz yetiştiren şirketler köylü işletmelerin yok olması için bu tip salgınları fırsat olarak görüyorlar. Örneğin hayvanlar boğazlanırken köylülere tazminat ödenmiyor, büyük işletmelere ise ödeniyor. Domuz yetiştiren Vietnam, Polonya, Macaristan köylüleri, bazıları Danimarka sermayeli olan büyük işletmeler ve kendi hükümetleri tarafından ezilip dışlanıyorlar.

Köylü işletmelerinde çoğunlukla hayvanlar dışarıda geziniyor ve sıkışık yaşamıyorlar. Hayvanların genetik yapılarında biyoçeşitlilik daha fazla. Endüstriyel hayvancılık işletmelerinde ise tersi. Bu işletmelerde tehlikeli virüslerin oluşması ve evrimleşmesi için koşullar daha uygun. Hayvanlar sanayi yemi (yoğun yem) tüketiyorlar.

Hayvanlar arasında yayılan ve insanlara geçmeyen bir virüs köy hayvanlarına bulaştığında bazı köylerde ve işletmelerde hayvanlar ölüyor ve virüs yayılmıyor. Hâlbuki yüzbinlerce tavuğun olduğu bir kümese kuş gribi geldiğinde, insan gribi ile karşılaşıyor. Bunlar çok değişik şekillerde karşılaşarak birlikte evrimleşiyorlar. Hayvan sayısı çok olduğu için bu evrimleşme olayı çok geniş bir kaynak bulmuş oluyor. Böylelikle örneğin kuş gribi insan gribi ile evrimleşerek insandan insana geçen yeni bir virüs oluşuyor. Bu evrimleşmenin olasılığı muhtemelen çok düşük. Bir benzetme yapalım ve şöyle düşünelim: Köy tavukçuluğunda elinizde altı tane zar var. Bir iki atışta hepsini altı getirebilir misiniz? Çok zor ihtimal. Hayvan sayısının azlığını atış sayısının azlığı gibi düşünelim. Burada hayvanları öldüren bir virüs girdiğinde bir süre sonra hayvanların hepsi ölüyor ve evrimleşme duruyor. Endüstriyel işletmede ise yüzbinlerce tavuk var. Burada altı tane zarı altı getirme olasılığı çok daha yüksektir. Burada adeta zarı yüzbinlerce defa atıyorsunuz. Kuşlara özgü olan virüs insan virüsü ile yüzbinlerce defa hayvanlarda karşılaşıyor. Bu çeşitli karşılaşmalar içinde bir iki adet hem insandan insana geçen hem de kuşlardaki gribin özelliklerini taşıyan yeni ve insanlar için daha zararlı bir virüs ortaya çıkabiliyor. Bu virüs çevreye buradan yayılıyor. Üretilen yumurta ve et belki de bütün dünyaya ihraç ediliyor. Bunlarla virüsün dünyaya bir anda yayılması çok daha kolaylaşmış oluyor.

Ülkemizde de hâlâ bu tip virüsler ile endüstriyel hayvancılık işletmeleri arasındaki ilişki anlaşılamadı. Bir dönüşüm şart. Hayvanların binlercesi güneş görmeyen barınaklara tıkılmamalı. Otlayabilmeli. Hayvancılıkta biyoçeşitlilik arttırılmalı. Hâlbuki bu çok daraltıldı. İneklerin çoğunluğu çok az sayıda boğanın spermleri ile çoğaltılıyor.

Rob Wallace “Big Farms Make Big Flu” (Büyük Çiftlikler Büyük Grip Oluşturur) adlı kitabında bu konuyu işliyor.

Tarım politikası endüstriyel hayvancılık yerine daha küçük sayıda ve biyoçeşitliliği geniş, dışarıda otlayarak beslenen agroekolojik bir hayvancılığı desteklemeli. 4

Tıp, ziraat, veterinerlik, biyoloji dallarında bilim insanları bu konulara eğilmeli. İlgili meslek odaları konuyu ele almalı.

1 https://www.who.int/health-topics/coronavirus/who-recommendations-to-reduce-risk-of-transmission-of-emerging-pathogens-from-animals-to-humans-in-live-animal-markets

2 Ahmet Soysal, Kapıdaki Tehlike Zika mı?https://yesilgazete.org/blog/2020/03/02/kapidaki-tehlike-zika-mi/ ve Ahmet Soysal, Mahşerin Dördüncü Atlısı, https://yesilgazete.org/blog/2020/03/16/mahserin-dorduncu-atlisi/

3 Grain, https://www.grain.org/en/article/6418-building-a-factory-farmed-future-one-pandemic-at-a-time

4 Rob Wallace’la söyleşi | Kapitalist Tarım ve Covid-19: Ölümcül bir Kombinasyon – Yaak Pabst, https://sendika63.org/2020/03/rob-wallacela-soylesi-kapitalist-tarim-ve-covid-19-olumcul-bir-kombinasyon-yaak-pabst-580114/

Bunları da sevebilirsiniz