Mevlâna Ney’ler?

Mevlâna Ney’ler?

Mevlâna Celalettin-i Rumi 1207’de bir Türk olarak Harzemşahlar Devletinin Belh şehrinde doğar (vefatı 1273). Annesi Mümine Hatun, babası “Alimler Sultanı” Bahaddin Veled, ağabeyi Alâeddin Muhammed, kız kardeşi Fatıma Hatun’dur. Moğol istilası nedeniyle Konya’ya göç ederler. Anadolu’ya o zamanlar Roma anlamında Rum dendiği için lakabı “Rumi’dir”. On sekiz yaşında Karamanlı Gevher Hatunla evlenir. Yedi yıl orada kalır ve Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat tarafından Konya’ya davet edilir. Ömrünün son 15 yılını Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, Fihi Mafih, Mecalis-i Seb’a oğlu Sultan Veled veya Çelebi Hüsamettin’e yazdırmakla geçer. Bu eserler vaazlar, özlü sözler, manzum eserler, öğretici ve öğüt verici hikâyelerden oluşur.


MESNEVİNİN İLK 18 BEYTİ

Şu Ney’in nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun inleyişi ayrılık hikâyesidir.

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın herkes etkilenmekte ve inlemektedir.

Kavuşma derdini açıklayabilmek için ayrılık acılarıyla parça parça olmuş bir kalp isterim.

Aslından, vatanından uzaklaşmış olan kimse orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.

Ben her yerde, her mecliste inledim durdum. Kötülerle de iyilerle de düşüp kalktım.

Herkes kendi anlayışına göre benim dostum oldu. İçimdeki sırları araştırmadı.

Benim sırrım feryadımdan uzak değildir. Lakin her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kabiliyet yoktur.

Beden ruhtan, ruh bedenden gizli değildir. Lakin herkesin ruhu görmesine izin yoktur.

Şu Ney’in sesi ateştir, hava değildir. Her kimde bu ateş yoksa o kimse yok olsun.

Ney’deki ateş ile ilahi şaraptaki kabarış, hep aşk eseridir.

Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri bizim nurani ve zulmani perdelerimizi, yani kavuşmaya engel olan perdelerimizi yırtıştır.

Ney gibi hem zehir hem panzehir hem hoş sesli hem çekici bir şeyi kim görmüştür?

Ney kanlı bir yoldan bahseder, Mecnunane aşkları hikâye eder.

Dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, maneviyatı idrak etmeye de Allah yolunda kendinden geçenden başka alıcı yoktur.

Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sonra ermesi gecikti.

O günler, mahrumiyetten ve ayrılıktan hasıl olan ateşlerle arkadaş oldu. Yani ateşlerle yanmalarla geçti.

O günler geçip gittiyse varsın, geçsin. Ey pak ve mübarek olan insan-i kâmil; hemen sen var ol!

Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasipsiz olanın da rızkı gecikti.

SERÇENİN AVCIYA VERDİĞİ ÖĞÜT

Bir gün avcı bir serçe yakalar ama serçe ona der ki: “Benim etim budum ne ki? Beni serbest bırakırsan sana ömür boyu gerekli üç öğüt veririm”. Avcı kuşu serbest bırakır, o da uçup bir dala konar ve başlar: “Olmayacak şeye kim söylerse söylesin inanma.” Bu bir. İkincisi “Geçmiş gitmiş şeyler için üzülme; bir şey senden gittikten sonra, onun özlemini çekme. Benim karnımda on dirhem inci vardı, beni bırakınca inciden oldun.” Bunu duyan avcı “ah aptal kafam” diyerek dövünür. Kuş “Hani geçmiş gitmiş şeyler için üzülmeyecektin…” der. “Haklısın” diyen avcı üçüncü öğüdü ister. “Diğer öğütlerimi tutmadın ki, üçüncüsünü tutasın” diyerek uçup gider. Uykuya dalmış, bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı, yama kabul etmez.

HIRSIZ

Bir gün hırsızın biri, bahçeye girip, meyve ağacının üstüne çıkar. Bir yandan yer, bir yandan yerlere döker. Bahçe sahibi “Behey Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz; bu ne densizliktir?” diye seslenir. Hırsız, büyük bir pişkinlikle: “Ne bağırıyorsun, bahçe Allah’ın meyve Allah’ın, sana ne oluyor? der. Mal sahibi, “öyle mi?” diye kafasını sallar. Adamları hırsızı falakaya yatırır. Hırsız sopayı yedikçe “Yapmayın, etmeyin, Allah’tan korkun!” diye yalvarır ama bahçe sahibi der ki “Bağırma, sopa Allah’ın sopası, vuran da Allah’ın kulu…”

ASLAN PAYI

Aslan, kurt ve tilki ormanda avlanıyorlardı. Akşama kadar bir öküz, bir keçi, bir de tavşan avlarlar. Sıra bölüşmeye gelmiştir. Aslan, kurda pay etmesini söyler. Kurt, öküzü aslana, keçiyi kendisine, tavşanı da tilkiye verir. Aslan buna sinirlenerek, bir pençede kurdu yere serer. Sonra da tilkiden aynı şeyi yapmasını ister. Tilki “Ey büyük sultan, pay etmek ne haddime! Şu küçük tavşan sabah kahvaltınız; keçi öğlen yemeğiniz, öküzde akşam yemeğiniz olmalıdır” deyince aslanın ağzı kulaklarına vararak “Bu denli adaletli paylaşımı nereden öğrendin?” diye sorar. Tilki “Şu haddini bilmez kurdun halinden” der. Akıllı kişidir ki dostlarının başına gelenlerden ders alır.

Mevlana’nın özlü sözleri: “Ay, geceye sabrettiği için apaydın oldu.”, “Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Çünkü üzerinde yürünmeyen yollar, diken ve çalılarla kaplanır.”, “Hamdım, piştim, yandım”, “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!

Bunları da sevebilirsiniz