Hindiçini’ndeki Türk Savaş Esirleri

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Savaş Esirleri Burma’ya nasıl geldi?

2014 yılında Myanmar’da çalışmaya başladım, yeni arkadaşlarımla Ekim bayramında Myanmar’ı tanımak amacıyla geziye çıktık. Gezi sırasında Mandalay şehrine uğradık. Mandalay Myanmar’ın sanıyorum ikinci büyük şehri ve tarihi bakımdan da çok önemi var, kral sarayları, tapınaklar, ilk Budist yazıtlar hepsi buralarda. Bu güzel şehrin önemli yerlerini turladıktan sonra arabamızla daha yüksek yaylalara doğru yol aldık. Rehberimiz bizi havası çok güzel serin olan deniz seviyesinin üzerinde ormanlık bir bölgeye götürdü. İngilizler Burma’yı işgal ettiklerinde Mandalay’e ve bu bölgeye yerleşmişler. Buradaki kasabanın adı May Myo (May kasabası), ismi İngilizler tarafından verilmiş ve 1896’da kurulmuş. Mandalay özellikle yazları çok sıcak olduğundan burası İngiliz subaylar için en önemli sayfiye haline gelmiş, villalar, tenis kortları, golf klupleri gibi birçok sosyal tesisler kurup, parklar yapmışlar, tren rayları döşemişler. Burada ilkönce çok güzel villaların olduğu mahalleleri gezdik, çoğunda kimse yaşamıyor, içini gezdiğimiz birkaç ev oldukça konforluydu ancak çok bakımsız kalmıştı. Bahçesinde tenis kortu bile vardı. Daha sonra ormanlık bölgenin içinden geçerek Pyin Oo Lwin bölgesine geldik, burası Mandalay’dan arabayla 2 saat uzaklıkta. Hemen de bu bölgede büyük bir botanik park, ortasında da bir göl var. Pyin Oo Lwin parkı deniyor ancak 435 dönümlük (akre) bu düzlük yerin esas ismi National Kandawgyi Gardens, 1915 yılında kurulmuş. Parkta yemyeşil, değişik her türden bitkiler, çiçekler, orkid bahçeleri, ağaçlar var, 480 değişik tür olduğunu öğrendik. Bir de tabii Kelebek müzesi var. Bu kadar büyük alanı dolaşmak oldukça yorucu. Bir ara göl kenarında dinlenmek için oturduk, rehberimiz bize parkın kuruluşuyla ilgili bilgi verirken, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşen Türklerin bu büyük botanik bahçesinin yapımında çalıştırıldıklarından söz etti. Bunları benim Türk olduğumu bilmeden söyledi. Çok şaşırdım, şimdiye kadar Türkiye’de hiç bundan söz edildiğini duymamıştım. Eve döndüğümde hemen internete sarılıp Google amcadan fikir alayım dedim… veee hemen buldum da… Şimdi bulduklarımı sizlerle paylaşıyorum.

Bulduklarımın kısaca özeti şöyle; 1. Dünya Savaşı 1914 yılında başladığında Osmanlı Devleti Ortadoğu’dan başlayarak Kafkasya’dan Balkanlara kadar uzanan çok büyük bir cephede savaşmak zorunda kaldı, 4 yıl süren bu uzun savaşın sonunda İngilizlerden aldığı 23,500 bin esire karşılık İngilizlere 135 bin Osmanlı askerini esir verdi. Toplamda esir düşen Osmanlı asker ve sivil sayısının 200,000 civarında olduğu sanılıyor. Osmanlı her cephede yenildikçe, esirler de çeşitli bölgelerdeki esir kamplarına aktarıldılar.

Ekonomik rekabetin ortaya çıkardığı çatışma ortamı ve bloklaşma dünya devletlerini önü alınmaz kanlı bir sürece sokmuştu. Bu süreç içerisinde Osmanlı Devleti ile İngiltere farklı bloklar içersinde yer almış ve 1914-1918 yılları arasında cereyan eden I. Dünya Savaşı’nın birbirlerine düşman devletlerinden olmuşlardı. Savaş yılları boyunca Osmanlı Devleti ile İngiltere; Çanakkale Cephesi, Sina-Suriye-Filistin Cephesi, Irak Cephesi ve Hicaz-Asir-Yemen Cephesi olmak üzere dört farklı cephede mücadele etmişti. Bu mücadelelerde Osmanlı Devleti, İngiltere’den 23.500 askeri esir almıştı. (1)

Doğal olarak bu kadar büyük rakamlara ulaşan esirlerin esir kamplarında barındırılması, tedavi edilmesi de ekonomik sıkıntılara neden oldu. Sonunda bulunan çözüm savaş esirlerinin çalıştırılmasıydı. Tabii bunun yanında başka nedenler de bu çözüme gidilmesini sağladı .

Savaş şartlarının oluşturduğu ortam içerisinde var olan işlerin devamı ya da yenilerinin yapılabilmesi için iş gücüne ihtiyaç vardır. Ancak içinde bulunulan ortam gereği yeterli çalışan bulmak da son derece zordur. İşte bu işgücü eksiğini savaşan devletler savaştıkları devletlerden almış oldukları esirlerle giderme yoluna gitmiştir. İngiltere, Osmanlı Devleti’nden almış olduğu esirlerin bir kısmını Burma’da yol yapımı ve bahçe ziraatı işlerinde kullanmıştır. Yine Burma’da tutulan Türk esirlerden 3.000 tanesi Aungban Heho arasında demiryolu yapımında çalıştırılmıştır….”

Bu arada hemen ekleyeyim, aynı yazıda esirlerin çalıştırılması esası ile şunlar söyleniyor,

Esirlerin Çalıştırılması Lahey Sözleşmesi’nin esirlerle ilgili 6. maddesi; “Devlet, savaş esirlerini subaylar hariç, rütbe ve kabiliyetlerine göre işçi olarak kullanabilir. Ancak bunlara yaptırılacak işler aşırı derecede yorucu ve savaş operasyonlarıyla ilgili olmayacaktır. Esirler kamuya, özel kişilere ya da kendi hesaplarına çalışabilirler. Devlet için yapılan işlerin karşılığı, yürürlükte olan şekliyle, milli orduda aynı işi yapan askerlere ödenen miktar üzerinden esirlere ödenir veya orduda yapılan işler karşılığında para ödenmiyorsa, yapılan benzer işler tarifesi üzerinden ödeme yapılır. Esirlerin aldıkları ücret durumlarını iyileştirmede kullanılacaktır artanı ise iaşe masrafları düşüldükten sonra serbest bırakılmaları esnasında kendilerine ödenecektir” şeklindedir. ”. (2)


2.4.1. Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları

İsviçre Kızılhaç Merkezi, esir kamplarının hepsi hakkında bilgi sahip olmak istiyordu ve bu amaçla Dünya’nın çeşitli bölgelerinde bulunan esir kamplarına, merkeze bağlı heyetler göndermişti. Hindistan ve Burma’daki esir kamplarını ziyaret amacıyla Mısır’da bulunan Kızılhaç merkezine bağlı delegeler, L’Aronda adlı İngiliz gemisiyle 1 Şubat 1917’de Süveyş’ten ayrıldı. Aden’de mola verdikten sonra gemi, Bombay’a 12 Şubat’ta ulaştı.

İsviçreli konsül M. Ringger, bu delegelere gerekli yardımda bulunmuştu. Albay Codrington, Hindistan’da bulunan tüm esirlerden sorumluydu. Albay, delegelerin ihtiyacı olan tüm gereçleri temin etti. Ayrıca heyetin rahat çalışabilmesi için ziyaret edilecek bölgeyi iyi tanıyan Teğmen P. J. Patrick, bu heyete eşlik etmekle görevlendirilmişti.

3 Mart 1917’de gerekli tüm izinleri alan heyete kamplardaki çalışmaları sırasında güçlük çıkaran olmamıştı (KHHB, 1917: 5–6). Sivil ve askeri kampları ziyaret eden heyet, esirlere rahat soru sormuşlar, kampların her köşesine girmişler, kayıtları ve raporları incelemişler kısacası kamp içinde istedikleri gibi davranmışlardı.”. (3)


2.4.1.8. Thatmyo Kampı

Aşağıdaki resim; bulunmuş ve sonradan tamir edilerek şehitliğe konmuş bir mezar başlığı. (4)

I. Dünya Savaşı’nda Türk esirlerinin Burma’da kaldıkları önemli kamplardan birisi de burasıydı. Savaş yıllarında Hindiçini olarak anılan bölge daha sonra Birmanya adını almış, günümüzde de Myanmar olarak adlanmaktadır. Savaş başladığında Irak cephesinden alınan Türk esirleri öncelikle Bağdat ve Basra’daki toplama kamplarında tutulmuş daha sonra da gemilerle Hindistan’a 56 aktarılmış oradan da Birmanya’ya gönderilmişti. Thatmyo Kasabası’ndaki İngiliz birliklerinin kaldığı binalar esir kampı haline dönüştürüldü. Savaş şartları içinde esir mübadelelerinin yapılması ve kamplar arasında esir değişimlerinin yapılmasından dolayı kampta bulunan Türk esirlerinin sayısını tam olarak belirtememekle birlikte 1917 sonlarında kampta 5000 Türk esirinin bulunduğunu söyleyebiliriz.

İlk esir kafilesi Kasım 1914’te buraya gelmişti. Daha sonra bunu diğer kafileler izlemişti. Ulaşımdaki gecikmeler nedeniyle Kalküta’daki istasyon kampında bir müddet bekleyen Türk esirleri gemilerle Rangoon’a getiriliyordu. Buradan da Irrawady Nehri üzerinde çalışan gemilerin çektiği geniş mavnalara bindirilip kuzeydeki Thatmyo’ya getiriliyordu. Bölgenin çok sıcak olması ve bol yağmur alması kampta kalan esirlerin yaşam şartlarını zorlaştırabiliyordu.

Kamp, birbirine bitişik dört ayrı kısım olarak inşa edilmişti. Her kısma pavyon deniliyordu. Her pavyon aşağı yukarı 400 m2 alana sahipti ve diğer pavyonlardan tel örgülerle ayrılmıştı. Ayrıca her pavyonun etrafı yine iki kat tel örgüyle çevriliydi. Pavyonlar da dükkânlar ve kahvehaneler vardı.

Kampta esirlerin kaldığı iki tip lojman vardı. Birincisi daha önce İngiliz birliklerinin kaldığı binalardı. Bunlar, beş ağaç üzerine oturtulmuş olup yerden 180 cm yüksekliğindeydi. Bu tür barakalar 400 kişiyi barındırabiliyordu. Yataklar, yanlara paralel olarak yerleştirilmiş, ortada geniş bir alan oluşmuştu. Subaylar, bu barakalara rütbe esasına göre yerleştirilmişti. Bir bölümde en çok altı subay kalabiliyordu. Kamp idaresi tarafından kendilerine yatak, masa ve sandalye de verilmişti. Bu barakalar zeminden bir hayli yüksekte bulunduğu için gündüzleri altında oturulabiliyordu, hatta gece isteyen burada yatabiliyordu.

57 İkinci tip barakalar da ağaç kolonlar üzerinde bulunmakla beraber bunların zeminden yüksekliği 1 m idi. Açı şeklindeki çatının uçları yerlere kadar geliyor ve güneş ışınlarına karşı koruma sağlıyordu. Burada erler kalıyordu. Esirler, hasırlar üzerinde veya hafif ince yataklarda yatıyordu. Ancak birinci tip barakalar kadar kullanışlı değildi. Başlarda subayların barakaları erlerinkilerin yakınında iken daha sonra subaylar ayrı bir bölüme alınmıştı. Subayların banyo odaları ve tuvaletleri de ayrı idi. Kampta aydınlatma gaz lambaları ile yapılmaktaydı. Tuvaletler bütün gece aydınlatılıyordu. Kampın su ihtiyacı beş kuyudan sağlanıyordu. Kuyudan pompalarla çekilen su borularla barakalardaki depolara aktarılıyordu.

Yiyecekler kamp görevlilerinin nezaretinde dağıtılıyordu. Yemeklerde et verilmekle birlikte etin kalitesi konusunda şikâyetler olmuştu. Bunun üzerine yemeklerin, iki Türk doktorunun gözetiminde dağıtılmasına karar verilmişti. Yemekte sürekli aynı sebzelerin bulunmasından dolayı da şikâyet olmuş özellikle Ramazan ayında farklı yemeklerin çıkması istenmişti. Şikâyetlerin devam etmesi üzerine yemeklerin esirler tarafından yapılması kararlaştırıldı. Yemekhane yoktu. Her esire hafta da 40 sigara, bir kutu kibrit ve ayda bir kalıp sabun veriliyordu. Kampta bir İngiliz şirketi tarafından kantin açılmıştı. Fiyatlar kamp komutanlığınca onaylıydı ve görülebilir bir yere asılmıştı.

Kantinde çeşitli yiyecek ve temizlik maddesi bulmak mümkündü. Esir erlere kamp yönetimince ücretsiz olarak fes, pamuklu gömlek, beyaz elbise, terlik, çorap, iç çamaşırı, havlu, ceket ve mendil veriliyordu. Çok sık görülmese de bu verilen malzemelerin esirler arasında satıldığı da oluyordu.

Ayakkabı konusunda potin çoğunlukta olmakla birlikte çarık da giyiliyordu. Erler Latin ve Arap harf ve rakamları yazılı künye numaralarını ceplerinde ve gömlek içinde taşıyorlardı. Subaylar istedikleri şekilde giyinebiliyordu ve elbiselerini kamp terzisine veya Thatmyo kasabasındaki terzilere ısmarlayabiliyordu. Kimi subaylar sivil elbise giymekteydi. 58 Kamp yönetimince binalardan birisinin camiye dönüştürülmesi düşünülmüştür. İlk başlarda esirler de bu fikre sıcak bakmış ancak esirler üzerinde büyük etkisi olan Albay Suphi Bey bu düşünceye karşı çıkmıştı. Böylece bu tasarıdan vazgeçilmiştir. Suphi Bey, açılacak olan bir caminin savaştan ve esaretten sonra terk edileceği hatta farklı amaçlar için kullanılabileceğini belirtmiş bunun ise İslam inancına ters düşeceğini belirterek bu fikre karşı çıkmıştı. Esirler de namazlarını kaldıkları bölümlerin uygun yerlerinde kılmaya devam etmişlerdi. Albay Suphi Bey’in 1917 yılında ölümünden sonra ahşap bir cami yapılmış, esirlerden bir de imamlık görevini üstlenmişti.

Kampta kâğıt oyunları ve domino en çok tercih edilen faaliyetlerdi. Kimileri de resim yaparak zaman geçirmekteydi. Kampta önemli sayıda İngilizce, Fransızca ve Almanca kitap bulunmaktaydı. Osmanlıca kitap yoktu. Esirlerin uğraştıkları diğer bir alan da gazete işiydi. Türk esirleri, kampta İrravadi ve Ne Münasebet adlı iki gazete çıkarmakta ve bunları civar kamplara da göndermekteydiler. Elle çoğaltılan gazetelerde şiir, haber, coğrafi ve sosyal yazıların yanında karikatürler de bulunmaktaydı.

Ayrıca esirler bulabildikleri müzik aletleriyle bir orkestra oluşturmuşlardı. Kampta atlama, güreş ve koşu yarışmaları yapılmaktaydı.

Kamp yönetimince bir futbol sahası tesis edilmişti. İlk başlarda rağbet görmeyen bu spor daha sonraları erler arasında baya yaygınlaşmıştır. Kampta düzenli olarak yapılan spor yürüyüştü. Kamp yönetimince organize edilen yürüyüşler kamp dışında yapılmakta ve yerli halktan katılanlar da olmaktaydı. Kamp yönetiminin emriyle erler kamp alanı içindeki çöp ve pislikleri el arabalarıyla taşımaktaydı.

Marangozluk, ağaç kesim işleri, kol gücüne dayalı işler, yapı ustalığı, taş kırma işi, bahçe işleri, terzilik, ayakkabı tamirciliği esirlerin çalıştıkları diğer alanlardı. Bir ara sebze ekimine başlandıysa da iklimin çok sıcak olması, su ve bakım eksikliği yüzünden sebzecilik çalışması yürümedi.

Kampta dikkat çeken diğer bir 59 çalışma alanı da tavuk yetiştirmeciliği olmuştu. Tavukların eti ve yumurtası subaylara ve ihtiyacı olanlara satılmaktaydı. İş kısa sürede çok gelişti, kamp yönetimi de engel olmadı. Ancak tavukların sayısı birden bire anormal sayıda artış gösterince, tavuklarda hastalık belirdi. Kamp yönetimi de tavukların yetiştirilmesi için barakaların uzağında ayrı bir yer tahsis etti. Kızılhaç raporunda, Türk esirlerin tavuk yetiştirme işlemi “küçük sanayi” olarak niteleniyordu. Ayrıca kampta esirlerin çalıştırdığı bir madensuyu fabrikası da bulunmaktaydı.

Kampta hastane de bulunmaktaydı. Hastanede İngiliz Yüzbaşı J. M. Williamson baştabiplik, Üsteğmen Dr. Brookes ve Dr. Swolle baştabip yardımcılığı yapıyorlardı. Ayrıca kampta, esirler arasında gelen yedi Türk doktoru vardı. Bunlar Tabip Yüzbaşı Behiç Bey, Tabip Yüzbaşı Yusuf, Tabip Yüzbaşı Mustafa, Tabip Yüzbaşı Mehmet Osman, Tabip Üsteğmen Suat, Tabip Üsteğmen Hamit Şakir (göz doktoru), Tabip Üsteğmen Aghia idi.

Türk doktorları subay maaşı dışında yaptıkları çalışmadan dolayı ekstra para almıyorlardı. Türk doktorlarının yaptıkları bu hizmete karşılık kamp dışında serbest dolaşmalarına izin verilmişti. Kampta ameliyathane de bulunmaktaydı. Burada yapılması mümkün olmayan ameliyatlar için hastalar Maymyo hastanesine gönderiliyordu. Ayrıca kampa 200 m mesafede bulunan Thatmyo kalesindeki odalarda zihinsel ve sinirsel hastalıklar tedavi ediliyordu. İshal ve yaralanmalardan sonra ve en çok görülen rahatsızlık zihinsel ve sinirsel hastalıklardı. Özellikle uzun süreden beri burada kalanlarda yoğun olarak görülüyordu. Bu hastalık “dikenli tel hastalığı” veya “tel örgü hastalığı” olarak tabir edilmekteydi. Bu hastalık sadece burada görülen bir rahatsızlık olmayıp diğer esir kamplarda da yoğun olarak görülmekteydi. Bu hastalık kolayca heyecanlanma, çok çabuk kızma, içe dönüklük, alıngan olma gibi davranışlarla kendisini göstermekteydi. Bu sebeple esirler arasında bol miktarda tartışma çıkıyordu. Bu tartışmaların cinayetle sonuçlandığı da görülmüştü. İntihar vakaları da görülmekteydi.

60 Türk esirleri ailelerine ayda ortalama 10.000 mektup gönderebiliyorlardı. Kampa ise ayda ortalama 2.500 mektup geliyordu. Irak bölgesinden gelen mektupların ulaşması 4–5 ayı bulurken İstanbul’dan gelen mektuplar 5–6 hafta içerisinde sahiplerine ulaşıyordu. Kamp yönetimi esirlere İbranice dışında yazılmak kaydıyla haftada iki mektup yazmalarına izin vermişti. Ancak ilerleyen zamanda bu uygulamadan vazgeçilmiş, mektuplar dörder satıra indirilmişti. Kampın 59 numaralı esiri Suphi Bey karısına gönderdiği bir mektupta bu durumu şöyle izah etmekteydi: “getirilen bir usule göre dört satırdan fazla mektuplar sahiplerine verilmeyecek. Mektuplarınız dört satırdan fazla olmasın…” (Hiçyılmaz, 2001: 26). Mektuplar, kamptan Londra Savaş Bakanlığına (War Office) gönderiliyor, oradan da Hilal-i Ahmer yetkililerine ulaştırılıyordu. Mektuplar, adres eksikliği, taşınma ve bulunmama gibi sebeplerden dolayı bazen yerine ulaştırılamıyordu (CA, Fon Kodu: 272..0.0.14, Yer No: 73.8..13).

Kampa postayla gelen havalelerin aylık toplamı 1.200 rupi kadardı. Kampta sorun yaratan esirler dışındakiler paranın tamamını alabiliyordu. Paranın bir kısmını ya da tamamını emanete bırakmak isteyenlere de hesap cüzdanı veriliyordu. Ancak bazen kampta bulunan esirler, ailelerinin durumundan endişe ederek kendi gereksinimlerini göz ardı etmiş, onları öncelik addetmişler ve kamptan ailelerine para göndermişlerdi (Cepheden Mektuplar, 1999, 97).

Kampta bulunan Türk esirlerine bazı örgüt ve kuruluşlardan maddi yardım yapılmaktaydı. Hilal-i Ahmer, Rangoon’daki Ermeni, Yahudi ve Müslüman cemaatleri kampta bulunanlara önemli yardımlara bulunmuştu. Gömlek, kumaş, sigara, sabun, alüminyum bardak, futbol ayakkabısı, futbol topu… vs. ayrıca okul ve spor faaliyetleri için 1.000 rupi gönderilmişti. Maddi durumu iyi olan Albay Suphi Beyin yardımlarıyla sivil esirler arasında 1.000 rupi dağıtılmış. Ayrıca Albay Seyfullah Beyin yardımlarıyla da 530 rupi dağıtılmıştı.

61 1914 yılından 1921 yılına kadar Türk esirlerini barındıran Thatmyo Kampı’nda ölüm olayları da görülmüştü. 1964 yılında Türkiye’nin Yeni Delhi Büyükelçiliğince bölgede yapılan çalışmada kampın bulunduğu bölgede üzerinde kitabeleri okunabilen 173 mevcut olduğu, bu kabirlerin bir kısmının Türk bir kısmının ise Arap askerlerine ait olduğu belirtilmektedir. Dışişleri Bakanlığı ise ölen Türk esirlerinin sayısını 221 olarak belirtmektedir. Kamp doktorlarından Tabip Yüzbaşı Behiç Beyin hastane istatistik defterine kaydettiği rakamlara göre kampta ölen Türk esirlerinin sayısı 195’tir. Ancak bu sayı 1918’e kadar dönemi ifade etmektedir. Ölümler sadece kampta telakki etmemişti. Gerek kampa geliş gerekse kamptan ayrılış sırasında da ölümler olmuştu. Kampta ölen Türk esirlerinin defnedildiği Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi mezarlıkları ayrı bölümler halindedir. Ölen esirler dini geleneklerine göre bu mezarlıklara defnedilmekteydi. Ölen Türk esirlerine din ayırımı yapmaksızın askeri tören yapılmakta, tabut Osmanlı bayrağına sarılmaktaydı. Subayların mezarları ise ayrı bir yerde bulunuyordu (Taşkıran, 2001: 93–113).

Thatmyo esir kampında ölen Türk esirleri 5 farklı mezarlığa defnedilmişti. Bu esirlerin anısına Thatmyo’da 17 Ekim 1996’da bir şehitlik inşa edilmiştir (Yurtdışı Şehitlikleri, 1990: 16). “ (3)

Gazeteci Davies is bu kampın Hindistan ve Burma’daki en büyük kamp olduğunu ve 1917’de 3500 Osmanlı savaş esirini barındırdığını söylüyor. (4)


2.4.1.9. Schwebo Nekahet Kampı

Shwebo şehrine yaklaşık 3,5 km uzaklıkta bulunan kamp, Mandalay’ın da 200 km kuzeyinde kurulmuştu. Burma’daki kamplarda bulunan hasta esirlerin tedavi edildiği bir nekahet kampı idi. Havası sıcak, kuru ve sağlıklı idi.

Kampın Kızılhaç heyetince ziyaret edildiği tarih olan 18 Nisan 1917 itibariyle kampta; 22’si Türk 2’si Kürt olan 24 subay, 2’si çavuş 2’si astsubay olan 10 alt düzey asker, 2 sağlıkçı, 49 asker, 1 denizce ve 4 sivilden oluşan toplam 90 esir bulunmakta idi. 62

Esirler, Thatmyo’daki gibi aynı tip barakalarda kalmakta idi. Askerlerin kaldığı barakalarda geniş bir salon ve yatak odası da bulunmakta idi. Tüm barakalar gaz lambaları aracılığıyla aydınlatılıyordu. Her askerin kendine mahsus bir gaz lambası vardı. Thatmyo kampındaki sisteme benzer olarak her esirin 1 battaniyesi vardı. Askerlere yatakları için ayrıca cibinlik de verilebiliyordu. Kampa bol miktarda su temin edilmekteydi. Su, gemilerden taşınarak pompalar kanalıyla kampa ulaştırılıyordu. Her barakanın kendine has küçük bir su deposu vardı. Sabah 07.00’de başlayan serbest gezinme izni, akşam 18.30’a kadar kampın 12 km’lik çevresini kaplayan bir alanda geçerli idi.

Shwebo’da bulunan askeri hastanenin bir binası Türk esirleri için ayrılmıştı. Hastalar, sabah 07.30 ile aksam 17.00 saatlerinde doktora muayene olabiliyorlardı. Kampta tercüman olmadığından bu işi, Cavit Şevket isimli bir esir yapmaktaydı. Ekim 1916’dan Nisan 1917’ye kadar 2 Türk esiri hastanede muayene edilmiş. Kampın kurulduğu günden kampın Kızılhaç heyetince ziyaret edildiği güne kadar herhangi bir ölüm vakası yaşanmamıştır. Kampta bulunan esirlerin yemek ihtiyacı anlaşmalı yerli bir şirket tarafından sağlanıyordu. Kampta esirlerin herhangi bir çalışma durumu yoktu. Asker ancak subaylardan emir aldıklarında iş yapıyorlardı. Kampta, göze gelen bir aktivite yoktu. Diğer kamplarla eş değer olarak aynı disiplin kuralları geçerli idi. 63 Kampta bulunan esirler, ayda 100 mektup ve kartpostal yazarken 80 dolaylarında mektup alıyorlardı.

Kızılhaç heyetince yapılan incelemelerde maddi durumu iyi olmayan esirlere yardım yapılması söz konusu idi (KHHB, 1917: 76–81).


2.4.1.10. Meiktila Kampı

Meiktila Kampı daha önceleri Burma’da bulunan İngiliz Hükümetinin yazlık yeriydi. Kamp, 1917 Nisan ayı başlarında Mandalay şehrinin güneyinde, Meiktila gölünün yanında kurulmuştu.1921 yılına kadar Türk esirlerini barındıran bu kampın 5.000 kişilik kapasitesi vardı. Kampta kalan Türk esirlerinin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte tahmini 10.000 kişi burada kalmıştı. Bellary Kampı’nda bulunan Yarbay Hasan Yetimi, raporunda 1918 yılı başlangıcında Bellary’deki Türk esirlerinden 1.000 kadarının Meiktila Kampı’na gönderildiğini belirtmekteydi. Kampta, Meiktila gölünden gelen su filtre edilerek kullanılıyordu ve su çok boldu. Kamp, subay ve er bölümlerinden teşekkül ediyordu. Er kampı, 6.000 kişilik olup burada hem İngiliz hem de Hint askeri garnizonu bulunmaktaydı.

Meiktila kampından 30 Temmuz 1920’de Anadolu’ya gönderilen bir mektupta, haberleşmenin çok zor olduğundan bahsedilmiş ve buna gereçte olarak savaş koşullarının yarattığı sorunlar ya da esirlerin taşınmaya başlanması olabilir denilmişti (Cepheden Mektuplar, 1990: 157)1 . Aşağı yukarı her kampta haberleşmeye ilişkin olarak sorunların yaşandığı da bilinmektedir. Kampta, 1.050 Türk esiri ölmüş ve Türk mezarlığına defnedilmişti (Taşkıran, 2001: 114–115). 1 Aynı kamptan yazılan 6 Ağustos 1920 tarihli başka bir mektupta da aynı duygular paylaşılarak Anadolu’dan bir haber alınamadığından üzüntüyle bahsedilmişti.

64 Esir kampına yakın bir bölgede, esir Türk askerlerin emeğiyle Albay May’in yönetiminde inşa ettirilmiş olan botanik bahçe hala varlığını sürdürmektedir (http://www.thaifocus.com/news/stories/maymo.htm, 14.7.2005)). “

Yazar ve gazeteci James Davies, Türk mezarlıkları üzerine Frontier dergisinde bir yazı yazmış, onun yazısında ise, bu bölgede Meiktila gölünün kıyısında şehre yakın bir yerde mezarlar gördüğünden bahsediyor. Görülebilen mezarlar başlıklarının da çok zarar gördüğünü, mezarlığın bulunduğu alanın ise otlarla kaplandığını, bu yüzden mezarlığın nerede başlayıp nerede bittiğini anlayamadığını söylüyor. Kasabada dolaşan bir tevatüre göre bu alan askeri alanın içindeymiş. Halktan bazıları da buraya bir cami yapılacağından sözetmişler. Tabii halkın abartması da olabilir. (4) Türk hükümeti ve Myanmar hükümetlerinin yaptığı hiçbir görüşmede böyle bir olasılıktan bahsedilmiyor.

Davies, ikinci mezarlığın ise şu anda resmi mezarlık olduğunu Ayeyarwaddy Nehrinin karşı yakasından Mayway bölgesinde Thayet Township’te olduğunu yazmış.


2.4.1.11. Rangoon Karantina Kampı

Burma’nın başkentinde bulunan bu kamp, Türk esirleri için açılmış olup Kolera gibi salgın hastalıklar tehlikesine karşı karantina olarak kullanılıyordu. 30 Nisan 1917’de 19 Türk hasta vardı. Burma’da esaret hayatı yaşayıp da isimleri belirtilen kamplar dışında bulunan Türk esirlerinin de varlığı tahmin edilmektedir. Bunlar, bahçe işi ya da benzeri işlerde çalıştırılmış ve buralarda vefat etmişti (KHHB, 1917: 81–83).” (3)


Kaynaklar ve dipnotlar

  1. 1. DÜNYA SAVAŞI’NDA ANADOLU’DAKİ İNGİLİZ ESİRLERİ VE ESİR KAMPLARI

Yazar: MAHMUT AKKOR
Danışman: PROF. DR. EBUBEKİR SOFUOĞLU
Yer Bilgisi: Sakarya Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Tarih Anabilim Dalı
Konu: Tarih , Doktora Tezi (2013)

  1. Dr. Ali Kaşıyuğun

Birinci Dünya Savaşında Esirler Meselesi Üzerine Bazı Değerlendirmeler

Tarih ve Gelecek Dergisi, Nisan 2018, cilt 4, sayı 1

  1. Birinci Dünya Savaşında Çeşitli Ülkelerdeki Türk Esir Kampları, Mahmut Akkor, Sakarya Üniv, Mayıs 2006, yüksek lisans tezi.


  1. James Davies, Frontier, 2018


Bunları da sevebilirsiniz