Görüyoruz ki insanlık yerleşik düzene geçtiğinden bu yana yöneticiler mimari eserlerle kendilerini ve uygarlıklarını ölümsüz kılma saplantısından kendilerini kurtaramadı. Dünyanın her yerinde çeşitli şekillerde rastlanan piramitler, saraylar ve duvarlar yöneticilerin ölümsüzlük isteği veya kendi ölümlerine inanamamalarının en belirgin örneğini oluşturmakta. Çok büyük zenginlik ve güce erişen bir insanın aklı kendisinin de sıradan bir çöpçü veya devlet memuru gibi ölebileceği gerçeğini kabul edemiyor herhalde. En azından binlerce sene daha yaşamak istiyorlar ki çalıp çırpma veya yağmayla elde ettikleri servetlerini rahatça harcayabilsinler. Bu nedenle piramitlerini kişisel servetleriyle doldurmuşlar.
Piramitleri sarayların izlediği görülmekte. Atalarının yanlarında götürdükleri serveti harcadığına dair işaret bulamayan mirasçıları ilerleyen yüzyıllarda servetlerini elleri ayakları tutarken saraylarında bizzat kendileri yemek istemiş olabilir. Yirminci yüzyıla dek uzanabilmiş tüm saraylar bu nedenle hep eski kraliyet sarayları. Yirminci yüzyılda ise iki önemli saray yapılmış. Bunlardan ilki Adolf Hitler’in kızıl Saalburger mermerleriyle ünlü Yeni Şansölyelik binası (Neue Reichskanzlei). Savaş sonunda harap haldeki binadan bu mermerleri alan Kızıl Ordu kendi şehitleri için bunlardan bir meçhul asker anıtı inşa ediyor. Artan mermerleri ise Berlin belediyesi Mohren Strasse metro istasyonunda kullanmış. O istasyona yolunuz düşerse bu denli pahalı mermerlerin burada ne işi var diye düşünmeyin kısacası. Ancak dilerseniz şunu düşünebilirsiniz: Almanlar bu mermerleri kullanmak için bula bula Yeni Şansölyelik binasının tam dibindeki istasyonu mu bulmuşlar? İkinci önemli saray ise Romen diktatör Nikolai Çavuşesku’nun Halk, aslında başkanlık sarayı. Dünyanın en büyüğü olma iddiası ile yola çıkılan bu binada Çavuşesku hiç oturamamış. Bu bina şu anda Romanya parlamentosu olarak hizmet veriyor. Diktatörlüklerin Sağı-Solu olmadığının önemli örnekleri bu binalar. Batılılar artık saray yapmayıp ellerindekiyle idare ediyorlar. Doğulu az gelişmiş ülkeler ise hâlâ saray yapma derdinde. Üstelik, anlaşılmaz bir nedenle (normal akıl için anlaşılmaz elbette!) halk ne denli fakirse bu saraylar da o denli büyük olmakta.
Saray ve piramitler kadar ilginç ve yaygın bir başka mimari eseri de duvarlar. Tarih boyunca despot muktedirler servetlerini bir yandan sarayları ile kendi halklarından diğer yandan da duvarlarla yabancılardan korumak istemişler. Bildiğimiz duvarların en eskisi inşaatının başlangıcı milattan önceki yıllara dayandırılan Çin Seddi. Bilinen husus bu duvarın Orta Asya kavimlerinin istila teşebbüslerine karşı inşa edildiği. İkinci ünlü duvar Roma imparatoru Hadrian’ın (117-138) İskoçya-İngiltere sınırını kuzeydeki Piktlerden korumak için inşa ettirdiği yüz on sekiz kilometre uzunluğundaki duvar. Bir garip duvar da ünlü Maginot hattı. 1. Dünya Savaşından sonra Fransa Savaş Bakanı André Maginot’un inisiyatifi ile Fransa-Almanya sınırına yapılmış bir savunma duvarı. Alman saldırılarından bıkıp usanan Fransızlar bu savunma duvarıyla kendilerini sonsuza dek güvenceye alıp şaraplarını kaygısızca yudumlamak istemişler. Duvar denince elbette Berlin Duvarını anmadan geçmek olmaz. Bu duvar 1961 yılında Doğu Almanları Batılı kapitalist kardeşlerinden korumak için inşa edilmişti. 1989 yılına kadar da ünlü Demir Perdenin en görünür parçası olarak kaldı. Kökeni çoktan unutulmuş bir başka duvar da 1653 yılında Hollandalı göçmenlerin muhtemel bir İngiliz saldırısına karşı koymak için Manhattan’da inşa ettikleri duvar. Günümüzde bu duvardan eser yok ancak anısını yaşatmak için şu anda oradan geçen caddeye adı verildi: Wall Street.
Tüm bu yapılar, ders alabilenler için, aslında birer başarısızlık anıtı olmaktan öteye gidemiyor. Müzelerdeki eski Mısır mücevherlerini gördüğümüz zaman firavun veya diğer kralların bunları ölümden sonra harcayamadığını anlıyoruz. Saraylar da hiçbir kralın canını koruması için yeterli olamadı. Tam tersine tarihteki en tehlikeli suikastlar sarayların içinde planlandı ve gerçekleştirildi. Duvarlar da aynı sonla karşılaştı. Çin Seddinin işe yaradığı şüpheli. Roma İmparatorluğunun çöküşünden sonra Hadrian duvarını otlar bürüdü. Almanlar II. Dünya Savaşında Maginot hattına ilişmeden, kuzeyinde Fransızların “Buradan kimse geçemez” diyerek boş bıraktıkları Ardennes Ormanlarından kolaylıkla Fransa’ya girdiler. Berlin Duvarı da Batıya ulaşmak isteyen Doğulu Almanları durduramadı, aksine her kaçış Doğu Almanya için bir utanç vesilesi oldu.
Tam da yapay zekâ ve robotik teknolojileri tartıştığımız bu günlerde çağdışı duvar işi tekrar gündeme geldi. Hem de en zengin ve gelişmiş saydığımız bir ülkede. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ülkeye göçmen akışını durdurmak için Meksika ile arasına bir duvar örmek istiyor. ABD’de hükümet ve bu konuda tahsisat ayırmayı reddeden yasama organı arasındaki inatlaşma öyle bir durum aldı ki dünyanın bu en büyük ülkesinde bir türlü bütçe çıkarılamıyor. Bu nedenle yüzbinlerce kamu çalışanı günlerdir maaş alamıyor. Aslında ABD bu konuda yalnız da değil. Başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere dünyadaki birçok ülke komşularıyla arasındaki sorunları uygarca çözümlemek yerine hâlâ araya duvar örmeyi tercih ediyor. Son derece hızlı arabalar ve akıllı telefonlara sahip olmamız nedeniyle kendimizi uygar saydığımız bir dönemde iki bin yıllık duvar saplantısından kurtulamamış olduğumuzu görmek insanı karamsarlığa itiyor. Peki, sırada ne var? Bir zamanların sessizce dünyadan göçüp giden devlet adamlarının yerini milyarder yöneticilerin alması sıranın tekrar piramitlere geldiğini mi gösteriyor yoksa?