Dünyadaki tüm gözlerin Suriye’deki gelişmelere odaklandığı bu süreçte ardı ardına cambaza bak oyunları sahneye konulmaktadır. Suriye’deki süreç Türkiye, İran, Rusya ve arka planda Çin için bir takım tehditler içermektedir. Bu tehditleri en yakından hisseden ülke Türkiye’dir.
ABD’nin önerdiği çözümler Türkiye için kabul edilemez noktadadır. Rusya’nın Doğu Akdeniz’de kalabilmesi için izlediği dış politika, Türkiye ile Rusya’yı aynı cepheye getirmiştir.
Bu durum, Doğu Akdeniz gaz rezervlerindeki saflaşma için de aynen geçerlidir. Rusya ve Türkiye beraber hareket etmezse iki kaybeden olacakları açıktır. Avrupa Birliği doğrudan Akdeniz gazına erişirse Rusya gaz rezervlerini kime satacak sorusu önem kazanmaktadır.
Soğuk savaş sonrası dönemde Avrasya alanındaki güvenlik mimarisi temelden sarsılarak yeni dinamikler etrafında şekillenmeye başlamıştır. Soğuk savaş dönemindeki statüko Türkiye için büyük ölçüde öngörülebilir bir çerçeve sunuyordu. Oysa ki soğuk savaş sonrasında Türkiye’nin her anlamda öncelikleri etkileyen ve etkilenen dinamikleri değişmiştir. Bu yeni durumu öngören bir strateji maalesef üretilememiştir.
2025 yılından itibaren Asya Bloğunun toplam üretimi Atlantik Bloğunu geçecektir. Bu yeni bir siyasal sistem örgütlenmesi, güç paylaşımı, güç ilişkileri matrisini ve mimarisini zorunlu kılar.
Asya Bloğuna siyasi, askeri ve ekonomik olarak bakıldığında en önemli güç Çin olarak belirmektedir. ABD, Çin’in yükselişini engellemek için ucuz, sürekli ve güvenli enerjiye erişimini kontrol altına almak istemektedir. Afrika operasyonları ile Çin’in bu yönelimi engellenmeye çalışılmaktadır. Pasifik, Çin için aşılamayacak bir duvar gibidir. Tek seçenek, Orta Asya, Hazar ve Sibirya havzasıdır. Bu alan ABD tarafından kontrol edilirse, Çin’in alternatif olma özelliği seçenek dışı kalacaktır.
Suriye’deki gelişmeleri büyük resme bağlı olarak okuyamadığımız zaman doğru sonuç ve tahlile varamayız. Suriye ve Irak’ta direnen bir bütün olarak Avrasya güçleridir. Suriye ve Irak’ta Atlantik güçleri kazandığı zaman Fukuyama’nın tarihin sonu kehaneti gerçekleşebilir.
Türkiye’nin coğrafi konumu, toplam milli güç unsurları, tarihsel ilişki ve ittifakları, reel politik durumu tekil ve tek boyutlu bir dış politika uygulamasına engeldir.
Jeopolitik olarak Asya dendiğinde Rusya’ya mı gidiyoruz, Çin’e mi denilerek alternatif perspektifler sulandırılmaktadır. Oysa 1923-1938 dönemindeki Atatürk’ün bölge eksenli dış politikası incelense çözüme çok daha hızlı ulaşabileceğiz.
Platon’un dediği gibi; “İyi bir karar bilgiye dayanır, rakamlara değil.”
Yeni, iyi ve güzel bir geleceğe kapılarını kapatmış, üstelik böyle bir geleceğin bütün dinamiklerini yozlaştırıp çökertmiş ve çürütmüş emperyalist Atlantik Bloğuna karşı Türkiye, Yeni Dünya Düzeninde yerini Asya Bloğunda biçimlendirecektir.
Aydınlık bir ay dileğiyle.