Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; bu, yalan üzerine kurulup, talanla geliştirilen ve saldırı ile devam eden bir devlet yönetim şeklidir. Bu şekil, temelde, babadan ve atadan kalanları satıp, üretmeden, ondan bundan borç alarak yaşamını sürdüren bir miras yediye benzemektedir. Elde avuçtaki bitince de kendi yaşam tarzını unutup, çevresini suçlayıp, tüm sorumluluğu ve suçu kendi dışında arayan bir mirasyedi… Halkı kendi suçsuzluğuna inandırarak aldatmak ve sonuçta kendi yarattığı düşmanlara saldırmak… Ama nereye kadar?
Siyaset bir zenginlik alanı değildir. Amacı yurduna ve halkına hizmet etmek ve ulusun mutlu, huzurlu ve zenginleşerek yaşamasını sağlamaktır. Oysa, AKP iktidara gelirken ve geldikten sonra da an be an yalan söyleyerek, yapmayacağı ve yapamayacağı sözler verip, kendilerini ve yandaşlarını zengin etmeyi hedeflemiş bulunmaktadır. Cumhuriyet Devrimlerinin bin bir güçlükle ülkeye kazandırdığı üretken değerleri AKP ve O’nun lideri, yok pahasına satarak ülkeyi başka ülkelerin üretimlerine ve kazançlarına muhtaç duruma getirmiştir. Bu ekonomik ve siyasi anlayışın sonucu, ülkeyi tüm dünyayı dolaşan emperyalist sermayenin kucağına oturtarak, ithal cennetine çevirmiştir. AKP iktidara gelene kadar dünyada kendisine yeter, gıda üretiminde yedi ülkeden biri olan ülkemizi hayvanları beslemek için bile saman ithal eder duruma getirmiştir. Bu üretimsizliğe bir de yüksek faiz oranları ile bulunan borçla, ülkeyi lüks tüketim girdabının içine iteleyerek, artık içinden çıkılması güç bataklığa sürüklemiştir. Bu ekonomik anlayış ve iktidar hırsı günümüzde yaşanılan krizi kaçınılmaz kılmıştır.
Son günlerde ülke ve onu yöneten siyasal iktidar, Türk Lirasının Dolar karşısındaki değer yitirmesini kendi beceriksizliğine değil, ABD yönetiminin, bir rahibin yargılanmasını bahane ederek, AKP iktidarına karşı yarattığı düşmanlığa bağlamaktadır. Dünyada ABD’nin beş paralık itibarı yoktur. Buna rağmen üreten güçlü bir ekonomisi ve teknolojik gelişimi vardır. Siz ABD’ye ne kadar düşman olursanız olunuz zarar veremezsiniz. Paketi bir liraya satılan, düğünlerde ortaya saçılan dolarları yakmakla, çiğnemekle ancak kendinizi avutursunuz. Üretmediğiniz sürece imanınız ne kadar büyük olursa olsun doların yükselişini durduramazsınız. 1969 Şubat’ında benim de içlerinde olduğum devrimci gençler, Altıncı Filo’ya saldırırken ve erlerini denize atarken, akıl hocalarınız ile militanlarınız Dolmabahçe Rıhtımı’nda filoyu kıble edinip namaz kıldığınızı, sonra da Taksim Alanı’nda Anti-Amerikancı Gençlere saldırdığınızı asla unutmuş değiliz. Halkı yalanlarla aldatıp, dolar yakarak Anti-Amerikan’cılık yapmanızın hiç kıymet-i harbiyesi olmaz, olamaz. Daha bundan on ay önce aynı oyunu sahnelemiştiniz. Halkın üç-beş kuruşluk birikimlerini bozdurtmuştunuz. Onun sonu nasıl bitti ise bugün sergilediğiniz oyun da öyle bitecektir.
Cehaletinizi ve devlet yönetme yeteneğinizin olmadığını, ülke nüfusunun yarısı anlamış bulunmaktadır. Borç alınarak bir devlet ancak 1954 Kırım Savaşı öncesi Osmanlı’nın yönettiği devlete benzer. Size bir gün gelir, yine dolar verirler ama bunun karşılığında ne alırlar ve siz ne verirsiniz, bilemem. Bildiğim, Kırım savaşı öncesi verdikleri borçları, Borçlar İdaresini kurarak Osmanlı’nın tüm gelirlerine el koyarak tahsil ettikleridir. Görünen, tarih aynen olmasa bile, benzer şekilde yinelenmek üzeredir. Dolar on kuruş yükselip, bir kuruş düştüğünde göbek atmakla yine halkı aldatmaya çalışırsınız. Hocalara, tarikat şeyhlerine giderek diyanete fetva verdirmekle ekonomik çöküşü durduramaz ve dolara diz çöktüremezsiniz. İslam’ın nasıl ki belli akitleri ve yaşam tarzı varsa, ekonominin de kanunları vardır. Marifet, borcu borçla kapatmak değil, üretim yapıp satmakta ve kazanılan para ile borç ödemektir.
Cehalet insan vücudundaki cerahate benzer. Nasıl ki cerahat vücuttan atılmadığında dayanılması güç sancı çekilirse, cehalet toplumdan yok edilmezse çağdaş ve ulusal zenginlik yaratılamaz. İnsan aklı devamlı yenilik ve ilerleme üzerine düşünür. Aklı dinden ayırmadan, dini de Allah ile birey arasına indirgemeden, dolarla asla baş edemeyiz ve savaşamayız. Batı ve çağdaş dünya aklı kendilerine önder kıldıktan sonra ilerlemiş ve zenginleşmiştir. Her şeyi Allah’tan beklemek, biat kültürü içerisinde kıvranmaktan başka ne insanlığa ne de yurda bir yarar sağlar. Bugün petrol olmasaydı, üç beş tane yoksul Arap ülkesi olurdu. Zaten bu dönemde Petro-Dolar zengini söz konusu ülkeler de petrolden kazandıkları dolarları ülkelerinin ve halklarının yararına değerlendirmeyip, yurt dışındaki bankalarda faiz peşinde koşmaktalar ve yabancı ülkelerde fabrika yerine toprak ve ev satın almaya yatırmaktadırlar. Medyanın ifadesine bakıldığında AKP yüklenicileri de bu ülkede kazandıklarını yurt dışına kaçırmakta ve oralarda mal mülk sahibi olmaktadırlar.
İslam iki Arap aşireti tarafından yozlaştırılarak Orta-Çağ Avrupa Hıristiyanlığına benzetilip sürüklenmiştir. Orta-Çağ’da Avrupa’da kilise zenginleşirken, İslam’da da aşiret reisleri ve şeyhler zenginleşmişlerdir. Arap aşiretlerinden ilki Ebu Süfyan (Emevi Sultanı Muaviye’nin babası), ikincisi de bugünün Suudi ailesidir. Halklarını yoksul, cahil ve çağ dışı yaşatırken, kendileri Karun gibi zenginleşip, ülke dışına çıktıklarında ülkelerinde yasakladıkları ne varsa hepsini çılgınca yapmaktadırlar. Bugün ülkemizde zenginleşenler de Paris mağazalarından aldıkları ile giyinmekte ve yaşamaktadırlar. Bu kadar benzerlik ancak aynı yolda yürüyüp ve aynı şeylere inanmakla mümkündür. Söz konusu yaşamlarını gözlerden gizlemek için de kendilerine oy veren on altı milyon insanı, ertesi günü yaşayabilmeleri için maaşa bağlamışlardır.
Afra ve tafra ile ülke yönetildiği görülmemiş ve duyulmamıştır. Bu tür söylem ve yaşam tarzı faşizmin ve diktatörlüğün yöntemleridir. Güçlü devlet, üreten ve ürettiğini sosyal adalet içerisinde yurttaşlarına paylaştıran devlettir. Cehaletle, bağırıp çağırmakla doları yenmek, yel değirmenleri ile dövüşen Don Kişot’a benzemekten farksızdır.