Tarımda Çöküş: Nedenleri Ve Çözüm Yolları/5

“Tarımda Çöküş: Nedenleri Ve Çözüm Yolları/4” yazısında çözüm yollarından tarımsal kitlerin yeniden açılması, desteklemelerde hedef kitle olarak küçük ve orta ölçekli işletmelerin alınması ve tarımsal kooperatiflerin desteklenmesi konularına ağırlık verilmişti.

Bu bölümde ise; toprak reformunun gerçekleştirilmesi, tarımsal AR-GE ve eğitimin yeniden düzenlenmesi, gıda egemenliğinin korunması için finans örgütlerine karşı tavır geliştirilmesi, dış ticarette gümrük fonları iç pazarı koruyacak şeklinde düzenlenmesi ve bölgesel anlaşmalar yapma konularında önermelerde bulunulacaktır. Çözüm Yolları (Devam)

4. Türkiye’de Toprak Reformu Gerçekleştirilmeli

Türkiye’de, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere çiftçilik yapmak isteyen topraksız ya da az topraklı çiftçilerin toprak reformu aracılığı ile yeterince topraklandırılması zorunludur. Örneğin, Diyarbakır’da toprakların yüzde 41’inden fazlası ailelerin yüzde 3’ünün denetiminde. Şanlıurfa’da da 10 milyon dekara yakın arazinin yüzde 30’una yakını ailelerin yüzde 1,5’ine ait. Bölgenin mayınlı toprakları da topraksız köylülere dağıtılmalıdır.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toprak reformunun yapılması, mevsimlik işçi dramını önleyecek ve bir ölçüde ayrılıkçı terör hareketinin insan kaynağını da kesecektir (1).

Bu bağlamda toprak reformunun finansmanı önemli bir konu olarak gündemdedir. Özkaya ve ark.,2010: “Reformun gerçekleştirilmesi için çok güçlü bir halk desteği gereklidir. Bu yeterince sağlanamazsa reformu sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da sınırlı olarak yapmak, finansmanını zengin köylüleri toprak miktarı ile artan oranda vergilendirerek sağlamak, diğer bölgelerde de vergi tedbirleri ile büyük toprakların satışını teşvik etmek, topraksız ve küçük üreticilerin kolayca toprak alabilmeleri için kredi sağlamak ve bunun için de bir toprak kurumu kurmak gerekebilecektir.” şeklinde önermede bulunmaktadırlar (2). Burada üstünde durulması gereken nokta, güçlü bir halk desteğinin sağlanması doğrultusunda çalışma yapılması gereği söz konusu olmasıdır.

Türkiye’de de önerilen toprak reformu, değişik etmenlere (toprağın kalitesi, ürün çeşidi, pazarın yapısı gibi) bağlı olarak, aile temelinden kolektif mülkiyete dek uzanan farklı yapılar altında örgütlenebilir. Toprak reformu belirtildiği üzere bir araçtır ve onun kapitalist ya da toplumcu bir düzenin parçası mı olacağı sorusu, bu aracı kimin denetlediğine bağlıdır. Çalışan sınıflar için iyi bir toprak reformu, daha eşitlikçi bir gelir dağılımının aracı haline dönüşebildiği takdirde başarılı olacaktır (3) .

5.Tarımsal Ar-Ge Ve Eğitim Yeniden Düzenlenmeli

Tarımsal AR-GE ve eğitimin yeniden düzenlenmesinde birbiriyle bağlantılı başlıca iki özellik göz önüne alınmalıdır.

Bunlardan birincisi, tarımın kendisine özgü yapısal durumudur. Tarımsal üretim büyük ölçüde doğa koşullarına bağlıdır. Doğa koşulları, ülke, bölge, hatta yörelere göre değişiklik göstermektedir. Kullanılan materyalin canlı olması da farklılıkları artırmaktadır. Bu durum, tarımsal üretimin en önemli öğeleri olan tohum ve damızlık materyalinin içinde yaşadığı çevre ile etkileşiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (4). Bir başka deyişle, genotip-çevre etkileşimi, tarım biliminin göz önüne alınması gereken en önemli konularından biridir. Gelişmiş ülkeler için üretilen materyal ve yeniliklerin önemli bir kesimi, bu nedenle başka ülkeler için geçerli değildir. Kimileri de bütünüyle yararsız olmasa bile en azından pahalıdır. Bunun sonucu olarak ülke, bölge hatta yöre temelli tarımsal AR-GE çalışmaları yapma gereği vardır.

İkincisi ise, büyüklüklerine bağlı olarak işletmelerin farklı AR-GE ve eğitime gereksinme duymalarından kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle aile işgücüne dayalı küçük ve orta ölçekli işletmeler ile dev tarımsal işletmelerin farklı gereksinmeleri vardır (5). Örneğin dev sığırcılık işletmelerinde sağım ve kızgınlık denetimi için bilgisayar destekli AR-GE çalışmalarına, aile işgücü temelli işletmelerin gereksinmesi olmayabilir.

Bu iki özelliğin sonucu olarak;

• Türkiye’de bölge hatta yöre temelli tarımsal AR-GE çalışmaları yapma gereği vardır.

• Türkiye tarımsal işletmelerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler için düşük endüstriyel girdiye dayalı sürdürülebilir tarım, organik tarım ve perma kültür tarımın gereksinimlerine uygun AR-GE etkinlikleri ve eğitim hizmetleri düzenlenmelidir. Bu yaklaşım, yüksek düzeylerde işsizliğin yaşandığı süreçlerde, toplumun bulunduğu alanda istihdam edilmesi açısından da önemlidir.

Özetle tarımda da yeni bir AR-GE ve eğitim modeline gereksinme vardır. Bu amaçla Türkiye Tarımsal Araştırma Alanı’nın gerçekleştirilmesinde Tarım Bakanlığı’na bağlı araştırma enstitüleri, üniversiteler, çiftçi örgütleri, kooperatifler ve sivil toplum örgütleri ile özel sektör kurumları arasında sağlıklı işleyen birlikteliğin oluşturulması zorunludur. Birlikteliğin oluşturulmasında temel ilke, tarımsal araştırmalar sonuçta kimin için üretiliyor ya da üretilecekse, modelin merkezinde onların olmasıdır. Modelin omurgasını, küçük ve orta ölçekli işletmelerin egemen olduğu çiftçi örgütleri oluşturmalıdır. Modelde gereksinimler ve çözüm yolları için bölgesel ve ulusal projelerin neler olabileceği katılımcı kırsal değerlendirme yaklaşımı ile tespit edilmelidir (6).

6. Gıda Egemenliğinin Korunması İçin Finansal Örgütlere Karşı Tavır Geliştirmeli

Türkiye’nin gıda egemenliği için, ulusal gıda pazarlarının adil olmayan dış ticaretten korunması, çiftçilerin genetik, toprak ve su gibi kaynaklar üzerinde haklarının tekelci şirketlere karşı korunması sağlanmalıdır. Bunun sağlanması, ekonominin diğer dallarında olduğu gibi kamunun denetimiyle olasıdır. Bilindiği üzere UPF, DB, DTÖ gibi finans örgütleri, ABD ve AB’deki tekelci şirketlerin denetiminde ve güdümündedir. Bu örgütlerin müdahalesi önlenmeli, iç pazara sermaye giriş ve çıkışları denetlenmeli ve karşı önlemler geliştirilmelidir. Bu önlemlerin başında ise Türkiye’de uluslararası sermaye ile çıkarları gereği işbirliği içinde bulunan sosyal sınıf ve katmanlarının egemenliklerinin geriletilmesi konusu gelmektedir.

7. Dış Ticarette Gümrük Fonları İç Pazarı Koruyacak Şeklinde Düzenlenmeli

Türkiye’de işlenmemiş ya da işlenmiş tarım ürünlerine konacak gümrük fonlarının iç pazarı koruyacak şeklinde düzenlenmesi gerekmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta; iç piyasadaki tarım ürünleri fiyatlarının, dünya borsa fiyatları arasındaki bağı koparmak zorunluluğu vardır. Çünkü dünya borsa fiyatları, daha önce de belirtildiği üzere genellikle, üçüncü dünya pazarlarını ele geçirmek için müdahale edilerek düşürülmüş fiyatlardır. Anılan fiyatlarla, bir yandan merkez ülkeler için sorun olan stokları eritilmekte, bir yandan da üçüncü ülkelerinin tarımları çökertilerek sürekli sosyal, siyasal ve ekonomi bağımlılık yaratılmaktadır.

8. Bölgesel Anlaşmalar Yapılmalı

Türkiye’de merkez ülkeler ile anlaşmalar yerine çevre ülkeler ile sosyal, siyasal ve ekonomik anlaşmalar yapmak daha yararlı bir seçenek olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda tarımsal AR-GE, eğitim ve tarım ürünleri ticareti temelinde anlaşmalar yapılabilir.

Sonuç

Türkiye’nin önünde ekonominin diğer dallarında olduğu üzere tarımsal üretimde de iki seçenek vardır:

Birinci seçenek; ara malı ve hammadde ithalatına dayalı ekonomi politika bağlamında tarım modelini sürdürmektir. Uygulanmakta olan budur ve merkez ülkelerin izin ve uygun gördüğü ölçüde tarımsal üretim olacaktır.

Daha öncede belirtildiği üzere tarımsal ithalata ödenen kaynak, son 14 yılda tahılda 18 milyar dolar, pamukta 17 milyar dolar, yağlı tohum ve türevlerinde 37 milyar dolar ve bakliyatta 3,5 miyar doları geçmiş bulunuyor. İthalat yapılan ülke sayısının ise 126 dolayında olduğu bildirilmektedir.

Türkiye’de de ortaya çıkan bu sonuç, aslında eko-emperyalizmin bir yansımasıdır. Namuslu gazeteci ve araştırıcı Soner Yalçın bunu şöyle ifade ediyor:

“Tekelleşerek, dünya gıda zincirini ele geçirerek ülkeleri boğazından kendine bağlamak! Gerektiğinde hemen gıdayla bağlamak!” (7).

Aslında bu yaklaşım daha önce de, 10 Aralık 1974 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından hazırlanan “Ulusal Güvenlik Araştırma Raporu 200: Dünya Nüfus Artışının A.B.D.’nin Güvenliği ve Denizaşırı Çıkarlarına Etkisi” başlıklı raporda da “Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz” şeklinde de ifade edilmişti (8).

Kısaca getirilen olumsuz noktayı, “Giriş” kısmında da yazıldığı üzere son dönemlerde TÜSİAD bile itiraf etmiş bulunmaktadır. Buradan neo-liberal politikaların değiştirilemeyeceğini dile getirenlerin, sureti haktan gözüken kimi akademisyenler ile sosyal demokrat siyasi yaklaşımların da dersler çıkarması gereği vardır. İkinci seçenek ise; ithal ikameci ve daha eşitlikçi ekonomi politika ve bu modelle bağlantılı Tarım Politikaları üretmekten geçmektedir. Model, aynı zamanda insan-doğa eksenli çevreyi koruyan, sağlıklı gıdayı doğal kaynaklarından sağlayan ve kendisiyle barışık bir Planlı Kalkınma Modeli olmalıdır. Bu bağlamda temel konulardan birisi devletin üreten büyük çoğunluk için ekonomiye, yeniden kitleri kurarak müdahalesidir.

Bir başka deyişle, temel seçenek bağımsızlığa yönelerek kapitalist merkezlerin, daha açık deyişle emperyalistlerin onayını almadan, kendi gücüne dayanan bu kalkınma eylemini gerçekleştirmektir.

Neo-liberal sistemin değiştirilemez yaklaşımını değiştirmek olasıdır. Çözümün kendimizden geçtiğine inandığımız ve örgütlendiğimiz ölçüde buna olanak vardır. Önümüzdeki en canlı örnek ise, Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde gerçekleştirdiğimiz “Cumhuriyet”tir.

Cumhuriyetçi eylemin iki önemli dayanağı yeniden oluşturulmalıdır.

Bunlardan birincisi, ulusal politikaların üretilmesidir. Ulusal politikalar, bütün ulusal sınıf ve katmanların birlikte oluşturacağı oydaşma (konsensüs) ile sağlanabilecektir.

İkincisi ise, oluşturulacak bu politikaların yaşama geçirilmesidir. Bu da ancak planlı ve devletçilik yanı ağır basan karma ekonomik model ile gerçekleşebilir. Tarım kesiminde de üreticilerin örgütlenmesi ile yaratılacak güç, ulusal programın temel güçlerinden birisi olacaktır.

Kaynaklar:

1. Kaymakçı, M., 2010. Küresel Kapitalizme Karşı Tarım Yazıları, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, s.145-147

2. Özkaya, T., Günaydın, G., Bozoğlu, M., Olhan E., Sayın, C.,2010, Tarım Politikaları ve Tarımsal Yapıdaki Değişimler tarafından ZMO Teknik Kongresinde sunulan “Tarım Politikaları ve Tarımsal Yapıdaki Değişimler” konulu bildirileri

3. Kaymakçı, M., Tarımda Kapitalist Paradigmaya Karşı Seçenek ya da Çözümler (İç.: Açlık ve Emperyalizm. Ed., Kaymakçı M.) İlkim Ozan Yayınları, Antalya, s.110-111

4. Kaymakçı, M.,2010.a.g.e.,s.200

5. Bu yaklaşımın Türkiye AR-GE ve eğitim kurumlarında dikkate alınması oldukça yenidir. Beyinler genel olarak Türkiye’deki işletmelerin bir örnek olduğu, gereksinmelerin farklı olamayacağı konusunda koşullanmıştır. Bu duruma yukarıda değinildiği üzere AR-GE etkinliklerinin planlanmasında, çiftçi örgütleri, çiftçiler ve meslek odalarının katkısı neredeyse olmaması, AR-GE etkinlikleri sonucu, Türkiye için oluşturulan yeni materyal, üretim teknikleri ve yenilikler sınırlı kalması ve de AR-GE etkinliklerinde bilimsel taşeronluk eğilimi ortaya çıkması gibi konular eklenince aile işgücü temelli işletmeler, Türkiye AR-GE ve Eğitim kurumlarına yabancılaşmışlardır.

6. Özkaya, T., Karaturhan, B., M.Boyacı, 2003. Katılımcı Kırsal Değerlendirme Yaklaşımı, Menemen Projesi Uygulaması, TZOB, Ankara.

7. Yalçın, S.,2017, Saklı Seçilmişler, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, s.45.

Bu yayın gıda emperyalizminin bütün boyutlarını çıplak bir şekilde herkesin anlayabileceği bir şekilde aktarıyor. Yalçın, aynı zamanda işin sağlık yönünü de ele almış. Yapıları değiştirilmiş ve kimyasal katkılı gıdalarla insanoğlunun adeta zehirlenmekte olduğunu örnekleriyle anlatıyor.

8. Yalçın, S., 2017.a.g.e.,s.40

Bunları da sevebilirsiniz