Köy Enstitüleri, Eğitimde Bereketin Adı

İzmir’in Nisan yağmurları ünlüdür. Yüzyıllardır baharın bereketi olmuş bu yağmurlar. Şimdiler de ise bu yağmurlar epey azaldı. Sıcakların aniden bastırdığı bir bahar yaşıyoruz. Siyasi gündem pek ısınmış durumda. Eğitimin de ekonominin de demokrasinin de konuşulacağı platformlar giderek azaldı. Köy Enstitülerinin kuruluş tarihi 17 Nisan 1940 bize eğitimde baharı hatırlatıyor. Bu eğitim öğrenim kurumlarının anılmasının yanı sıra eğitim sorunların tartışıldığı bir platforma dönüştü. Çünkü Köy Enstitüleri Cumhuriyet’in kuruluşunda Anadolu’ya eğitimi köylere getiren bereketin adı. Öyle bir bereket ki en sıkıntılı günlerimiz de bile memleketin yeniden yeşereceğini umut ettiren bir sağanak.

1940 yılının 17 Nisan’ında Köy Enstitüleri yasası çıkarılarak köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere Enstitüler kurulur. Dönemin Milli Eğitim Bakanı aydın eğitmen yazar Hasan Âli Yücel, İlk Öğretim Genel Müdürü ve Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç ve enstitülerde görev yapan yönetici olan aydınlarla Türkiye’de 21 i bulan Köy Enstitüleri hayata geçirilir. Türk Eğitim tarihindeki yeri ve işlevi kapatılmasından onca sene geçmesine rağmen güncelliğini korumakta. Enstitülerdeki temel yöntemin “yaparak öğrenme” ilkesinin yanı sıra demokrasinin oturtulması anlamında eğitimde önemli bir süreç başlatılır. Bir yandan Köy Enstitüleri bütün ülke düzeyinde kök salarken öte yandan orta öğretim, mesleki ve teknik öğretim yapısal bir değişikliğe uğraması sağlanmaktaydı.

Bizim nesil, 1960’lı yıllar, dünyaya geldiğinde ise Köy Enstitüleri çoktan kapatılmıştı. Ama Köy Enstitülerinin izleri silinecek gibi değildi. Nisan ayı geldi mi Köy Enstitülerinin kuruluş yıl döneminde babam bizi anmalara götürürdü. Orada bir keresinde Ruhi Suyu dinlemiştim. Ziraat marşını dinler ve katılmaya çalışırdım. “Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz” der bu marşta. Küçüktüm ne demek istendiğini pek anlamazdım. Annem Marmaris’in Armutalan köy okulunda öğretmenlik yapıyordu. Kardeşim ve ben ilkokula gidecek yaşta değildik evde yalnız da kalamazdık. Bisikletle annem bizi her gün okula taşırdı. Annem köy enstitülerinden etkilenmiş. Köy Enstitülerinden etkilenen diğer öğretmenler gibi öğrencileri ile beraber doğanın içinde, üretime yönelik, ziraat yapmaya çalışırdı. Çocuklara sebze yetiştirmesini gösterirdi. Diğer öğretmenlerle birlikte doğaya dönük eğitimleri belki de benim de ilk doğa ile haşır neşir olmamı sağladı. Toprakla haşır neşirlik buradan sonra da devam etti. Belki de bu başlangıç ziraatın başka bir kolu olan suda tarım olan su ürünleri yetiştiriciliğini seçmemde tarımı sevmemde etkili olmuştur. Daha sonra Marmaris’ten İstanbul’a göçtük. Kandili kız lisesinde ortaokul sonuna geldiğimde Beykoz’daki Japonlar tarafından kurulan Denizcilik Meslek lisesine gitmeme babam ön ayak oldu. Bu kadar denizin olduğu bir ülkede denizle denizcilikle ilgilenen çok az insanın olduğuna kanaat getirmişti. Biz de o zamanlar boğazın kenarında oturup küçük kayığımızla denizle iyice içli dışlı olmuştuk. Babam Denizcilik meslek lisesine gitmemi önerdi.

Denizcilik Meslek Lisesinin ilk bölümü olan Balık Üretme bölümündeyken balık havuzlarını ve binanın bir kısmını biz öğrenciler yapmıştık. Deniz ve denizcilikle ilgili okumaya devam ettim. Daha sonra eski bir zeytinyağı fabrikasında balık yavrusu üretmek için kuluçkahane kurdum. Balıklar üzerinde yaptığım çalışma için gittiğim bir Milas’ın bir köyünde köylüler balık çiftliklerinin hocası, profesörü ile konuşmamı sağlık verdiler. Hocanın köy enstitülü olduğunu öğrenince bir yandan çiftlik ile ilgili bilgileri alırken bir yandan da köy enstitülerine girişinden itibaren öğrenciliğini, öğretmenliğini ve şimdi yaptıklarını anlattı. Hoca köy enstitüsünden mezun olduktan sonra nasıl okulsuz köylere okul, buğdayı olup da öğütülecek değirmenleri olmayan köylülere değirmeni, yani eğitimi sadece okul sıralarında değil köy kahvelerinde de yaptığını anlattı. Şimdi ise emekli idi. Emekliliği sırasında ise yıllardan beri köyün ortasından akan (acı su) dereyi, çoraklaştırdığı topraklarda havuzlar yaparak deniz balığı yetiştirmeye başlamıştı. Şimdi ise böyle tam 60 tane çiftlik var. Bu çiftliklerin çevreyi etkilememesi gerekiyor. Devletteki çalışanlar ceza sistemini önerirken hoca onlara eğitimi öneriyordu. Eğitimin hayata geçmesini, gündelik hayata dokunmasını istiyordu. Bu öğretmenlere sadece Milas’ın Savran köyünde değil, Türkiye’nin diğer köylerinde de rastlamak mümkündü. Şimdi sayıları öylesine azaldı ki….

21 Köy Enstitüsünden en çok ilgimi çeken Beşikdüzü Köy Enstitüsü idi. Yaparak öğrenmenin, köyün canlandırılması için o yöreye özgü üretime yönelik bir eğitim sistemi. Yerellik ön planda iken 21 Köy Enstitüsü ile çeşitliliği de sağlayan bir bütünsellik. Beşikdüzü Köy Enstitüsü bu anlamda diğerlerinden biraz farklı idi. Yeterli toprağı yoktu bu yüzden denizi kullanmak zorundaydı. Gazi Eğitim Enstitüsü yıllarından öğretmeni olan İsmail Hakkı Tonguç Hürrem Arman’ı Beşikdüzü Köy Enstitüsü Müdürlüğüne atadığında “Senin tarlan Karadeniz olacak büyük çapta balıkçılığa girişeceksin. Toprağın ve tarım işlerin az olacağa benzer. Diğer Köy Enstitülülerinin balık ihtiyacını siz sağlayacaksınız. Belki ilerde balık tozu, balık gübresi ve balık fabrikaları da kuracaksınız”* der. Tüm bu planlamanın havada kalmaması için balıkçı usta öğreticilerinden Fehmi Reis gibi alaylı denizcilerden bunları öğrendiler geleceğin öğretmenleri. Öyle ki bu insanlar denizin dilini bilir suskunluk ve öfkesinin ardından neler geleceğini kestirirdi. Karadenizi’in birbirini kovalayan sürü balıklarını, tutulma tekniklerini ve kullanılan araç gereçleri bilirleri. Bir süre sonra o kadar çok balık tutulmaya başladılar ki gerçekten de diğer köy enstitülerine balık yollar oldular. Beşikdüzü Köy Enstitüleri hakkında kitabı* okurken daha nice zorlukları nasıl aştıklarını görüyorsunuz.

Şimdilerde delik deşik olmuş eğitimin çözümü için yine Köy Enstitülerini örnek alıyoruz. Daha da ilginci geleceğe dair çözümleri konuşurken bu eğitimden dolaylı da olsa etkilenen insanlarla yol alıyoruz. Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğinin ve Balçova Belediyesinin düzenlediği “Eğitimde Adaleti ve Geleceği Düşünmek” sempozyumu buna güzel bir örnekti.

Köy Enstitülerinin eğitimdeki nisan yağmurlarını ve bereketi özlüyoruz.

*Kemal KOCABAŞ, 2017. Tanıklarla Beşikdüzü Aydınlığı. Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Yayınları.

Bunları da sevebilirsiniz